Halk TV’de yayınlanan 20.09.2021 tarihli “Sözüm Var” isimli programa konuk olarak katılan gazeteci-yazar Barış Terkoğlu ve programın sunucusu Şirin Payzın camiamız hakkında çok sayıda gerçek dışı iddalar ve asılsız ithamlar yöneltmişlerdir.
Programda, Eylül ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü görevine atanan Abdülkerim Murat Atik’in camiamızla ilişkilendirilmesinin ardından istifa etmesi konusu ele alınmıştır. Bu konu üzerinden de geçmişte yaşanmış bazı olaylar gündeme getirilerek camiamıza yönelik birçok asılsız suçlamada bulunulmuştur.
Abdülkerim Murat Atik’in bir dönem camiamızla birlikte olduğu gerçeğini sanki çok önemli bir sırrı keşfetmiş edasıyla anlatan Barış Terkoğlu, program boyunca hiçbir somut delile dayanmayan gerçeklerden uzak değerlendirmelerde bulunmuştur. Haklarında daha önceden defalarca takipsizlik veya beraat kararları verilmiş birtakım asılsız ithamları yeniden gündeme getirerek camiamızı ve camiamız üzerinden de hükümetimizi karalamaya çalışmıştır. Programın sunucusu Şirin Payzın da bu karalama gayretlerine seyirci kalarak ara ara yaptığı bazı açıklamalarla bunlara açıkça destek çıkmıştır.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın’ın camiamızı asılsız suçlamalarla hedef almalarının temel nedeni ideolojiktir. Zira, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız tarafından uzun yıllardır sürdürülen Türk-İslam Birliği'ni savunan, anti- Darwinist, anti-komünist ilmi ve kültürel faaliyetler her ikisinin de dünya görüşüyle taban tabana zıttır. Gerek Barış Terkoğlu gerekse Şirin Payzın camiamızın ilmi ve fikri üstünlüğü nedeniyle ağır bir ideolojik yenilgiye uğrayan tarafta olduklarından, hakkımızda ortaya atılan asılsız iddia ve dedikoduları gerçekmiş gibi kamuoyuna aktarmayı fırsat görmektedirler. İdeolojik yenilgileri ne yazık ki onları kara propaganda haberciliğine, yani bilimsel olarak cevap veremedikleri ilmi ve fikri üstünlüğümüze karşı birtakım hayal ürünü komplo teorileri, yanıltıcı bilgi, yorum ve uydurma bağlantılarla mücadele etme türden çabalara yöneltmektedir.
Gazeteciliği tamamen somut ve hukuki delillere dayanarak, adil, tarafsız ve vicdanlı bir biçimde sürdürmeleri gereken, bu sorumluluklarını da çok iyi bilen Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın, bahsini ettiğimiz ideolojik karşıtlıkları dolayısıyla camiamıza karşı ne yazık ki tarafsız ve hakkaniyetli bir tutum sergileyememişlerdir.
Hangi görüşten olursa olsun her insanın yaşadığı mağduriyetleri dile getirmeleri ve her insan hakkında sadece gerçekleri anlatmaları gerekirken, olayları çarpıtarak, gerçek dışı argümanlar ortaya koyarak ve Adnan Oktar Davası dosyası kapsamında 3 yılı aşkın süredir maruz kaldığımız büyük zulümleri ve hukuksuzlukları görmezden gelerek camiamızı suçlu gibi göstermenin peşine düşmüşlerdir. Bununla da yetinmemişler, AK Parti hükümetini de sanki devlet kurumlarında suç örgütlerine palazlanma imkanı tanıyan bir yönetim gibi göstermeye çalışmışlardır.
Barış Terkoğlu’nun program boyunca dile getirdiği ve birçoğu Şirin Payzın tarafından da desteklenen bazı asılsız iddialara ve suçlamalarla ilgili gerçekler şöyledir:
Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın program sırasındaki konuşmalarında, yakın zaman önce TCDD Genel Müdürlüğü görevine atanan Abdülkerim Murat Atik isimli şahıstan halen camiamızın mensubuymuş gibi bahsetmişlerdir. Oysa ki Abdülkerim Murat Atik bir dönem camiamızda yer almış, ancak bundan yaklaşık 10 sene önce camiamızla ilişkisini kesmiş bir kişidir. Zamanında ilmi ve kültürel faaliyetlerimize destek olmuş, sonradan camiamızdan ayrılarak kendilerine farklı bir yol çizmiş yüzlerce kişiden biridir.
Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın ya bu konuda gerekli araştırmaları yapmadıklarından ya da husumetli bazı kişilerden edindikleri asılsız bilgileri kullanmak işlerine geldiğinden, Abdülkerim Murat Atik’i kullanarak camiamızı ve hükümetimizi hedef alma stratejisi izlemişlerdir. Özetle, söz konusu kişinin TCDD Genel Müdürlüğü’ne atanması olayı ile camiamızın ilişkilendirilmesi tümüyle asılsız ve yanıltıcı bir iddiadır.
Barış Terkoğlu konuşmaları sırasında Abdülkerim Murat Atik’in, camiamız hakkında 1999 ve 2007 yıllarında –aynı günümüzde olduğu gibi– çeşitli kumpaslar sonucunda açılmış olan suç örgütü dosyalarında yer aldığını belirtmiştir. Ancak, söz konusu dosyaların hepsinin beraat ve takipsizliklerle sonuçlanan akıbetlerinden hiç bahsetmeyerek Abdülkerim Murat Atik’i kamuoyu karşısında güya suçlu bir kişi gibi tanıtmak istemiştir. Halbuki geçmiş dönemde camiamız hakkında yürütülen her 2 yargı sürecinde de camiamız aklanmış, tek bir mensubumuz bile herhangi bir ceza almamıştır.
12.11.1999 tarihli Bilim Araştırma Vakfı Operasyonu’na zemin hazırlayan soruşturma dosyası davaya dönüşmüş, ancak yıllarca süren büyük bir hukuki mücadele neticesinde bu kumpas davası beraatle sonuçlanmıştır. 2007 yılında başlatılan örgüt soruşturması ise dosyada verilen takipsizlik kararının 2015 yılında kesinleşmesiyle birlikte lehimizde sonuçlanmıştır. Hukuken aklandığımız, dolayısıyla Abdülkerim Murat Atik’in de suçsuz olduğunu ortaya koyan bu kararlara rağmen, Barış Terkoğlu’nun, Abdülkerim Murat Atik’in TCDD Genel Müdürlüğü’ne atanmasını hukuka ve devletin güvenliğine aykırı bir olaymış gibi göstermek istemesi, buradan hareketle camiamızı ve hükümetimizi karalamaya çalışması son derece maksatlı ve art niyetli bir girişimdir.
Abdülkerim Murat Atik’in veya camiamız mensuplarının devletimizin kurumlarında görev yapmalarına mani teşkil edecek hiçbir hukuki ve kanuni engelleri bulunmamaktadır. Devletimizin ilgili yetkilileri de işte bu yüzden geçmişte camiamızla ilişkisi olmuş Abdülkerim Murat Atik’in TCDD Genel Müdürlüğü’ne atanmasında hiçbir sakınca görmemiştir.
Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın’ın ne Abdülkerim Murat Atik’i ne camiamızı ne de hükümetimizi, günümüzde Sayın Adnan Oktar ve birçok arkadaşımız hakkında halen devam eden kesin hükme bağlanmamış bir davayı dayanak alarak suçlu gösterme hakkı da yoktur. Nitekim, soruşturma süreci İngiliz derin devletinin ve uzantılarının büyük bir kumpası nedeniyle başlayan ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen söz konusu örgüt davasında verilen mahkumiyet kararı henüz kesinleşmemiştir.
Suçsuzluğumuzu açıkça ortaya koyan birçok somut delile rağmen, yerel mahkeme üzerindeki medya baskısına veya olası bir talimata işaret eden haksız hapis cezalarıyla sonuçlanan dava dosyası karara yapılan itirazlar nedeniyle istinaf incelemesine alınmıştır.
Davada kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmadığından, tüm mensuplarımız masumiyet karinesi gereğince hukuki olarak halen suçsuz durumdadır. Suçlu olduğu ispatlanana kadar herkesin masum kabul edilmesi gerektiği anlayışına dayanan ve temel bir hukuk doktrini olan masumiyet karinesini çok iyi bilen Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın tüm tecrübelerini, meslek ilkelerini ve kanunları bir yana atarak camiamızı kamuoyu önünde haksız yere suçlamayı seçmişlerdir.
Barış Terkoğlu konuşmaları sırasından camiamızın mensuplarından Hasan Basri Güner’den de bahsetmiş, onun hakkında da suçlayıcı yönde değerlendirmelerde bulunmuştur. Şirin Payzın da bu değerlendirmeleri yaptığı bazı yorumlarla desteklemiştir. Barış Terkoğlu bu konudaki asılsız suçlamalarından birinde, Hasan Basri Güner’in 2004 yılında şirket kurmasından sadece birkaç gün sonra güya ihaleye bile girmeden TCDD’nin İzmir Limanı’ndaki hizmetlerini üstlendiği ileri sürmüştür. Buna ek olarak, kendince iddialarını daha da çarpıcı hale getirmek, kamuoyunda daha çok infial meydana getirebilmek amacıyla camiamız sanki İzmir Limanı’ndan illegal şekilde valizler dolusu para kazanmış gibi izlenim oluşturacak cümleler kurmuştur. Tam da bu konular konuşulurken, son aylarda İzmir Limanı’nın adının da karıştığı uluslararası uyuşturucu ticaret ağı iddiaları da Şirin Payzın tarafından ayrıca gündeme getirilerek kasıtlı ve art niyetli bir çabayla camiamız da güya bu yasa dışı olaylarla ilişkiliymiş gibi sahte bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Yani programda bir kişiyi veya grubu karalamak için genelde kullanılan her türlü klasik psikolojik algı operasyonuna başvurulmuştur.
Gerçekte ise, Hasan Basri Güner’in kurduğu şirket aracılığıyla ihaleye bile katılmadan İzmir Limanı’nda faaliyet göstermeye başladığı iddiası tamamıyla asılsızdır. Söz konusu dönemde resmi kayıtlarda da görüleceği üzere ihale yapılmış, ihaleyi tüm şartları yerine getirebileceği tespit edilen Hasan Basri Güner’e ait Reha Denizcilik Ltd. Şti. isimli firma kazanmıştır. O dönemde ihale yetkililerinin bu firmayı seçmesi son derece doğaldır, çünkü zaten Hasan Basri Güner ailesinden gelen denizcilik tecrübesi olan, bu alandaki yetkinliği ispatlı bir insandır. Zira Martı Denizcilik, Zihni Denizcilik gibi Türkiye’nin en köklü ve güçlü denizcilik firmaları Hasan Basri Güner’in ailesi tarafından kurulmuştur. Hasan Basri Güner de bu firmalarda yıllarca çalışarak denizcilik alanında tecrübe ve bilgi sahibi olmuştur. İzmir Limanı’nda faaliyette bulunduğu süre boyunca da kanunlara ve mevzuatlara uygun şekilde görevini başarıyla sürdürmüş ve tamamıyla helal şekilde kazanç elde etmiştir. Söz konusu hizmetlerden dolayı ne kadar gelir elde ettiği de Liman İşletmesi kayıtlarında mevcuttur.
Ortada Barış Terkoğlu’nun uydurma iddialarındaki gibi valizler dolusu paralar olmadığı gibi, söz konusu işten böyle büyük boyutlarda kazanç elde edilmiş olsaydı bile, bu gelir kanunlara uygun şekilde kazanılmış olacağından asla suç teşkil etmezdi.
Hasan Basri Güner’in kazandığı paraları Sayın Adnan Oktar’a verdiği iddiası da tümüyle hayal ürünü ve algı amaçlı asılsız bir iddiadır. Kaldı ki Hasan Basri Güner’in helal ve legal şekilde kazandığı paraları nereye harcadığı konusu ne Barış Terkoğlu’nu ne de başka bir kimseyi elbette ki ilgilendirmemektedir. Barış Terkoğlu mesleğinden kazandığı paraları nasıl dilediği şekilde harcayabiliyorsa Hasan Basri Güner de kazancını dilediği gibi kullanma hakkına sahiptir.
Konunun özü, TCDD Eski Genel Müdürü Sayın Süleyman Karaman’ın o dönemde İzmir Limanı'nda önceki yönetimlerden beri devam eden bir sorunu resmi bir ihale açarak sonlandırmasından ötürü o güne kadar bu limanda illegal yollardan gelir elde eden firmaların duyduğu rahatsızlıktır. Yani, liman işletmesine işi düşenlere teknik yetersizliklerden dolayı TCDD tarafından değil de illegal şekilde faaliyet gösteren bazı şirketler tarafından karaborsa fiyatlarla verilen hizmetlerin resmi olarak Reha Denizcilik’e devredilmesi, söz konusu şirketleri gelirlerinden mahrum bırakmıştır.
Bunun sonucunda da bu şirketler, Reha Denizcilik Ltd. Şti.’ye ve Ulaştırma Bakanlığı’na karşı hukuk dışı bir mücadeleye girmişlerdir. Yaşanan sürecin sonunda ise, Hasan Basri Güner 2010 yılında İzmir Limanı ile ilgili tüm faaliyetlerini sona erdirmiştir.
Halk Tv'deki programda, Hasan Basri Güner’le halen ortakmış gibi gösterilen Abdülkerim Murat Atik TCDD’de ilk kez, camiamızla ilişkisini kesmesinden 4 sene sonra görev almıştır. TCDD Genel Müdürlüğü'ne ise Hasan Basri Güner’in İzmir Limanı’ndaki faaliyetlerini sonlandırmasından tam 10 sene sonra atanmıştır. Yani, yaşanan olaylar arasında tarihsel bakımdan da hiçbir bağlantı yoktur.
Ancak, belli ki olaydaki önemli bu detaylar, Barış Terkoğlu’nu ve Şirin Payzın’ı hiç ilgilendirmemektedir. Her iki gazeteci de ortak bir ideolojik amaç uğruna biraraya geldiklerinden, yani asıl amaçları milli, yerli ve samimi dindar Müslümanlardan oluşan camiamızı karalamak olduğundan bu tür konuların doğrusunu araştırıp kamuoyunu bilgilendirmek yerine, yalanlara ve çarpıtmalara dayalı bir program yapmışlardır.
Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın program sırasında, camiamızı karalamak için yıllardır kullanılan asılsız, tek bir delili, belgesi bulunmayan şantaj ve tehdit iftiralarını bir kez daha gündeme getirmişler, Hasan Basri Güner’in sözde suç örgütündeki görevinin güya cinsel içerikli bazı şantaj görüntülerinin çekilmesi ve yine bu içerikte montajlanmış görüntüler hazırlanması olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Hasan Basri Güner’e ve bazı mensuplarımıza geçmişte atılan bu ve benzeri iftiralar dolayısıyla açılan soruşturma ve davaların tümü lehimize sonuçlanmıştır.
Programda bahsi geçen, geçmiş yıllarda Fatih Altaylı’ya ve Uğur Dündar’a yapılan saldırıların da camiamızla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu tür gerçeklere aykırı iftiraları ortaya atanlar bugüne kadar iddialarını destekleyecek hiçbir somut delil ortaya koyamadıklarından, bu çirkin suçlar mensuplarımızca hiçbir zaman işlenmediğinden savcı ve hakimlerimiz gerçekleri görmüş ve hukukun gereğini yerine getirerek masum olduğumuzu ilan etmişlerdir.
Tüm bunlara rağmen art niyetli odaklar aynı uydurma, hayali iddiaları yıllardır camiamıza karşı bir kara propaganda malzemesi olarak dönem dönem gündeme getirmekten geri durmamışlardır. Zira, komplocu çevrelerin en çok başvurduğu cinsel içerikli iftiralar, halkın hassas sinir uçlarına dokunduğundan en asılsız, mesnetsiz iftiralar bile kimi zaman hiç yoktan tepki ve infial oluşturmada etkili olabilmektedir.
Ne var ki Şirin Payzın ve Barış Terkoğlu, bugüne kadar camiamıza yapılan ani polis operasyonlarında bu sözde kasetlerin tek bir örneğine dahi rastlanmadığını, açılan soruşturma dosyalarında bunlarla ilgili tek bir delil ya da belgenin dahi yer almadığını gayet iyi bildikleri halde sözüm ona "cinsel içerikli hayali şantaj kasetleri" iftirasını programda sanki gerçekmiş gibi konu edinmişlerdir. Dürüstlük ve samimiyetten uzak bu tutumlarıyla da amaçlarının gazetecilik ya da habercilik değil ideolojik amaçlı kara propaganda olduğunu bir kez daha göstermişlerdir.
Bu noktada, Şirin Payzın’ın 11.07.2018 tarihli polis operasyonuyla ilgili olarak yaptığı bazı aleni ve kasıtlı çarpıtmalardan da bahsetmemiz söz konusu programın gerçek ve güvenilir habercilik anlayışından çok uzak olduğunu göstermek adına yerinde olacaktır. Çünkü, Şirin Payzın’ın iddialarının aksine, 11 Temmuz 2018 polis operasyonunda ani ve eş zamanlı baskınlarla girilen 120 mekanda ne zorla alıkonulan ne esir tutulan tek bir kadın ya da genç kıza dahi rastlanılmamıştır. Kaldı ki öyle bir durum olsa, güya operasyon anında kurtarılan sözde esir kadınların kurtarılma anlarının görüntülerinin aylarca hatta yıllarca medyada flaş bir haber olarak tekrar tekrar gösterilmesi kaçınılmazdır. Ancak bu hayali ithama dair operasyon sonrasında ne tek bir görüntü ne de bir haber yayınlanmamıştır.
Ayrıca ne iddianamede, ne soruşturma ne de dava süreçlerinde böyle bir sözde alıkonulma vakasına yapılan bir suçüstünden bahsedilmektedir. Çünkü böyle bir olay hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Hepsinden ötesi, İstanbul’un en seçkin semtlerindeki evlerde yaşayan, sahip oldukları cep telefonları ve bilgisayarları üzerinden her an dış dünyayla iletişim halinde olan, Cumhurbaşkanlığının çalışma ofisi olarak kullanılan ve sıkı şekilde korunan Vahdettin Köşkü’nün hemen yanındaki, her saat önünde Cumhurbaşkanlığı korumalarının devriye gezdiği A9 TV stüdyosunda canlı yayınlara katılan, alışverişe, kuaföre, kafelere, restoranlara, spora, gezmeye giden, buralardan her seferinde sosyal medya hesaplarında onlarca fotoğraf, selfi paylaşan iş güç sahibi, eğitimli insanların zorla alıkonulması gibi bir durum en başta akla, mantığa ve hayatın doğal akışına aykırıdır.
Sözüm ona alıkondukları iddia edilen insanların, İstanbul gibi bir metropolde polisten veya çevreden yardım isteyemeden hem her gün insanların gözleri önünde olup hem de yıllarca hapis hayatı yaşadıklarını iddia etmek insanların aklıyla alay etmekten başka bir şey değildir.
Barış Terkoğlu program sırasında, hakkındaki çok sayıda işkence suçlaması sebebiyle polislik mesleğinden ihraç edilmiş olan, 1999 yılındaki Bilim Araştırma Vakfı Operasyonu’nu yürüten İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi eski müdürü Adil Serdar Saçan'ın camiamıza yönelik uydurduğu bazı itham ve iftiralarını da kamuoyu gündemine taşımıştır.
Camiamıza husumetli Adil Serdar Saçan'ın geçmişte de birkaç kez dile getirdiği, sözüm ona “Sayın Süleyman Soylu'nun cep telefonunun 1999 senesinde güya camiamız tarafından dinlendiği” şeklindeki bu iddiası,
➤ Hem HİÇBİR GERÇEK VE SOMUT DELİLE DAYANMAMASI,
➤ Hem iddialarının kaynağı olarak gösterilen evrakın, bizzat Adil Serdar Saçan ve ekibi tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde SONRADAN HAZIRLANAN ve KAYIT ALTINA ALINAN SAHTE BİR EVRAK OLDUĞUNUN ANLAŞILMASI,
➤ Hem de bu iddia sebebiyle camiamıza yönelik açılan davanın BERAAT İLE SONUÇLANMASI
nedeniyle geçmişte de kamuoyu tarafından dikkate değer görülmemiştir.
Adil Serdar Saçan'ın bu iddiaları üzerine o dönemde açılan soruşturma ve yürütülen yargılama esnasında Barış Terkoğlu'nun yer verdiği iddiaların aksine;
➤ Sayın Süleyman Soylu'nun konuşmalarını içeren herhangi bir ses kaydı ya da konuşma dökümü veya dokümanın bulunmadığı,
➤ İddialarda güya ses kaydı olarak geçen 23 sayfa dokümanın ise, sadece Süleyman Soylu'nun arama-aranma dökümlerini gösteren HTS kayıtlarından ibaret olduğu ve bu dokümanda yer alan bilgilerin camiamızla hiçbir ilişkisinin bulunmadığı,
➤ 12 KASIM 1999 TARİHİNDE mensuplarımıza ait ev ve iş yerlerinde yapılan polis aramalarında NE BİR SES KAYDINA, NE BU HTS KAYITLARINA, NE DE BENZERİ HERHANGİ BİR DÖKÜMANA RASTLANMADIĞI,
➤ Bahsi geçen HTS kayıtlarının, polis operasyonundan 5-6 gün sonra, (yani Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hali hazırda İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında bulundukları esnada) 17 KASIM 1999 TARİHİNDE ÜZERİNDE ADİL SERDAR SAÇANIN İMZASI BULUNAN SAHTE BİR TUTANAKLA (SANKİ 12 KASIM TARİHLİ OPERASYONDA ELE GEÇİRİLMİŞ GİBİ YAPILARAK) DOSYAYA EKLENDİĞİ
İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/7 Sayılı Beraat Kararı ile İSPATLANMIŞ ve SN. ADNAN OKTAR İLE BİRLİKTE YARGILANAN TÜM ARKADAŞLARIMIZ DA BU İFTİRADAN AKLANMIŞLARDIR.
Tüm bu anlattıklarımızdan da anlaşıldığı gibi, Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın 20.09.2021 tarihli “Sözüm Var” isimli programda camiamızı, aksini ispatlayan tüm somut delillere rağmen suç örgütü gibi yansıtmak için ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.
Ancak, kanaatimizce söz konusu gazetecilerin tek amacı camiamızı suç örgütü gibi göstermek değildir. Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın’ın program boyunca sergiledikleri tavırlar ve öne sürdükleri mantıklar devletimizin kurumlarında muhafazakar ve dindar hiçbir bireyin kalmasını istemediklerine işaret etmektedir. Çünkü bu konulardan konuştuklarında sürekli olarak FETÖ’nün eylemlerini anlatıp İslami camiaların devlette görev almaya devam etmeleri halinde büyük bir tehlikenin ülkemizi beklediğini ileri sürmeleri, aslında devletin kurumlarında görev alan tüm dindarların tasfiyesini arzuladıklarını ortaya koymaktadır.
Oysa, her İslami cemaat veya topluluk FETÖ gibi hareket edecek diye bir kural yoktur. Hatta bugüne kadar, FETÖ örneğinde olduğu gibi milletimize ve devletimize kasteden bir yapı cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman karşımıza çıkmamıştır. Elbette ki her ideolojiden yanlış yapan insanlar olduğu gibi İslami cemaatlerde de yanlış tavırlar içinde olan, Kuran’a veya kanunlara aykırı fikirler savunanlar vardır. Ancak bunların sayısı, söz konusu cemaatlerin tehlikeli sayılmasını gerektirecek boyutta asla değildir. Ülkemizdeki İslami cemaat ve topluluklar ekseriyetle devletine, milletine ve vatanına sonuna kadar sadık, dindar, samimi, temiz kalpli insanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla herkese olduğu gibi, İslami yapılara bakıldığında da azınlıkta kalan yanlışlar yüzünden çoğunluğu oluşturan doğruların dışlanması vicdana ve mantığa uygun değildir.
Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın’ın eleştirilecek bir diğer tutumları ise, kendileri ve aynı dünya görüşünde oldukları insanlar için aradıkları adaleti, fikren karşı oldukları kişiler ve gruplar için asla aramamalıdır. Cumhur ittifakını, baskı altına almak istediği her yapıyı FETÖ’cü ilan ettiği veya FETÖ’ye benzer göstermeye çalıştığı gibi bir iddiayla eleştiren Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın, kendileri eleştirdikleri bu tavrı garip bir tutarsızlık ve samimiyetsizlik içinde camiamıza karşı göstermektedirler. Bu yolla, camiamızı FETÖ benzeri bir yapıymış gibi gösterecek açıklamalar yapmakta, bu şekilde kendilerince camiamıza karşı tedbir alınmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.
Yine aynı taraflı, samimiyetten uzak, çifte standart tutum içerisinde, her platformda Barış Terkoğlu gibi insanlara kumpaslar kurulmakta olduğunu, bu kumpaslar nedeniyle haksız tutuklulukların yaşandığını ileri sürerlerken, camiamıza karşı düzenlenen Cumhuriyet tarihinin en büyük kumpasını bir ihtimal olarak bile dile getirmemektedirler.
Örneğin Barış Terkoğlu, kendisi hakkındaki tutukluluk kararından hemen sonra, “Bugün bir çetenin bizi susturma kararı yüzümüze okundu, ama susmayacağız” demişken, mensuplarımızı iftiralarla haksız yere tutuklanmalarına zemin hazırlayan kumpasçı çetesinden hiçbir şekilde bahsetmemektedir. Özetle, Barış Terkoğlu ve Şirin Payzın, kendileriyle aynı görüşlerde olan insanlar mağdur olduklarında onları var güçleriyle savunurlarken, camiamızın mensupları mağdur edildiğinde haklarımızı savunmak bir yana, bu haksızlıkları desteklemekte, üzerine de yepyeni haksız ve hukuksuz ithamlar eklemekten çekinmemektedirler.
Bu şekildeki bir tarafgir anlayışın, Türkiye’de her geçen gün daha çok karşımıza çıkan haksız tutuklamalar, hukuka aykırı mahkumiyet veya beraat kararları için çözüm olamayacağı açıktır. Çünkü Barış Terkoğlu’nun da yaşadığı olaylardan sonra fark ettiği (İngiliz derin devletinin güdümündeki) çetenin yargı yolunu kullanarak masum insanları ezmeye çalışması sadece belli bir kesime karşı değil her kesime karşı bir tehdittir.
Bu kirli ve hukuksuz yöntemlerle amaçlanan Türkiye’yi, adaletin yok olduğu, toplumun tüm kesimlerinin birbirine düşman haline geldiği bir ülke haline getirmektir. Dolayısıyla yapılması gereken şey, her kesimden insanın zulme karşı bir araya gelmesi ve herkes için adalet aramasıdır. Aksi bir tutumun Türkiye’yi gün geçtikçe daha da karanlık bir atmosfere doğru sürükleyeceğinde hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.