Oda TV yazarlarından gazeteci Hakan Erol geçtiğimiz günlerde paylaştığı Tweetinde, yazmış olduğu bir kitap sebebiyle TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızdan Halil Hilmi Müftüoğlu tarafından kendisine bir tazminat davası açıldığından bahsetmiştir. Bu dava ile sözüm ona kendisinin susturulmaya çalışıldığından ve güya gerçeklerin gün yüzüne çıkmasının engellenmek istendiğinden yakınmıştır!?
Gazeteci Hakan Erol'un Tweetinde geçen, “hakikatin peşinden gidilsin, gerçekler gün yüzüne çıkartılsın, karanlıklar aydınlatılsın” şeklindeki talep ve temennilerine bizler de canı gönülden katılıyoruz. Biz de aynı şekilde kendisinin, ideoloji gözlüğünü bir kenara bırakarak konulara ve kişilere tarafgir yaklaşmadan, anlattıklarımızı dürüst, samimi ve adil olarak değerlendirmesini talep etmekteyiz.
Eğer amaç gerçekten doğruları açığa çıkarmak ise bu durumda Erol’un bazı odaklar tarafından kendisine servis edilen iç boş iddiaların yanı sıra Mahkemeye sunduğumuz binlerce sayfa savunma delillerimizi, her birisi konusunda uzman bilirkişilerin mütalaalarını ve ülkenin en önde gelen hukukçuların dosya hakkındaki kanaatlerini de incelemesi gerekmektedir. Tüm bu belge ve bilgileri göz ardı edip tek yanlı kendine sunulanlara bağımlı kalması kendisinin araştırmacı demokrat gazeteci kimliği ile de uyuşmamaktadır.
Yani kendisinden, Sayın Prof. Dr. Ersan Şen'in tabiriyle, bugün ülkemizin adalet anlayışındaki en büyük problemlerden biri olan “benim istediğim olduğunda Adalet Var ama benim istediğim olmazsa Adalet Yok” şeklinde hareket etmemesini bekliyoruz.
Nitekim, dinimize uygun olan tutum ve davranış şeklinin de böyle olduğunu Yüce Allah, ADİL OLMANIN ve ADİL DAVRANMANIN ÖNEMİNİ tarif ettiği Kuran ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır.” (Maide Suresi, 8)
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse, adaletten dönüp hevanıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, 135)
Bizler de bu vesileyle, hem Hakan Erol'un kitabını kaleme alırken gözardı etmiş olduğu bazı gerçekleri kamuoyu ile paylaşmak, hem de kendisine dostane bazı hatırlatma ve tavsiyelerde bulunmak istemekteyiz.
Hakan Erol'un kitabında kaleme almış olduğu itham ve iddiaların tamamı, tek taraflı görüşler olup sadece;
➤ Arkadaş camiamız arasına zamanında büyük beklentiler ile katılmış, ancak yıllar içerisinde beklentilerinin karşılığını alamadığından dolayı bizlere husumet besleyenlerin ve
➤ Bu husumetli kişiler tarafından baskı ve tehditlere maruz kalarak tutuklanıp hapis yatmayı göze alamayan ya da bulundukları cezaevinin ağır şartlarına göğüs geremediğinden 40 yıllık arkadaşlarına iftira atarak cezaevinden kurtulma yolunu seçmek zorunda kalan kişilerin
uydurma senaryolarına ve hikayelerine dayandırılmış bulunmaktadır.
Bu sebeple de kitapta bizleri suçlayan tek bir somut bulgu, belge, resmi rapor ya da delile yer verilememiş; bunun yerine hakkımızda kaleme alınan gerçekdışı itham ve iftiralar, klasik bir dedikodu üslubu olan,
﹅ İddia ediliyor,
﹅ Zaten biliniyor,
﹅ Anlaşılıyor,
﹅ Tahmin ediliyor,
﹅ Bir şekilde,
﹅ Her nasılsa
vb. tarzındaki ifadelerle sanki gerçekmiş gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Buna karşın son derece detaylı ve kapsamlı olarak hazırlanan ve Sayın Adnan Oktar ile arkadaşlarımızın suçsuz olduklarını alenen ortaya koyan yüzlerce belge, rapor, bilimsel mütalaa ve Yargıtay içtihatlarından oluşan savunma delillerimiz, Hakan Erol'a incelemesi için sunulmuştur.
Ne var ki Erol, savunmaya ilişkin bu kapsamlı delilleri nedense görmezden gelmiş, ne kitabında, ne de yapmış olduğu basın açıklamaları ya da Twitter paylaşımlarında suçsuzluğumuzun aleni ispatı niteliğindeki bu belgelerden bahsetmemeyi tercih etmiştir.
Eğer Hakan Erol, sadece bir elin kendisine verdiklerini değil tüm dosyayı incelemiş olsaydı;
‼️ Hakkımızdaki iddiaların tamamının sadece sözlü beyanlardan ibaret olduğunu,
‼️ Camiamıza husumet besleyen şikayetçiler ya da avukatları tarafından dava dosyasına sunulmuş tek bir somut suç delilinin dahi bulunmadığını,
‼️ Dosyanın iddia makamı tarafından yargılananlar lehine deliller toplanmadan, sadece husumetli kişilerin yalan, iftira ve hayali senaryolarıyla dava haline getirildiğini,
‼️ Şikayetçilerin cinsel istismar iddialarını destekleyecek tek bir video, resim, belge ya da doktor raporu sunamadıklarını,
‼️ Adli Tıp raporlarının ortada herhangi bir cinsel saldırı olmadığını ispatladığını,
‼️ Dışişleri Bakanlığı ve MİT tarafından dosyaya sunulan raporların casusluk iddiasının geçersiz olduğunu ortaya koyduğunu,
‼️ Normalde yargılamaya konu iddialarla ilgili olarak mutlak surette davaya müdahil olması gereken İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ile Aile Bakanlıklarının ya da Kadın ve Çocuk hakları derneklerinin, mahkemenin davetine rağmen dosyaya müdahil olmamalarının, ortada herhangi bir suç unsuru olmadığının da bir diğer ispatı olduğunu,
‼️ Arkadaşlarımızın silahlarının tamamının devlet tarafından verilen resmi ruhsata haiz oldukları ve yapılan incelemeler neticesinde hiçbir suç veya sabıka kaydına rastlanmamış olmalarının da Silahlı Suç Örgütü iddialarını yalanlamakta olduğunu,
‼️ Dijital deliller adı altında ortaya konanların ise hiçbirisinin arkadaşlarımıza ait olmadıkları, bunların operasyon esnasında kanunlara aykırı şekilde imajları alınmadan, kopyaları savunma avukatlarına teslim edilmeden, çöp torbalarına doldurularak götürülen, arkadaşlarımızın akıllı telefon ve bilgisayarlarına sonradan eklenen sahte deliller olduklarının bilirkişi raporlarıyla ispatlanmış olduğunu,
‼️ Gerek soruşturma gerekse yargılama sürecinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik yüzlerce haksız ve hukuksuz uygulamaya imza atıldığını, kendilerini doğru dürüst savunmalarına müsaade edilmeden, savunma delilleri toplanmadan ve savunma tanıkları dinlenmeden yargılandıklarını
bizzat müşahade edebilecekti.
Açıktır ki Hakan Erol, kitabında geçen mesnetsiz itham ve iddialar dolayısıyla hem iftira suçuna ortak olmuş hem de Sayın Adnan Oktar ve kendisiyle birlikte yargılanmakta olan arkadaşlarımızın kişilik haklarını alenen ihlal etmiştir.
Yürürlükteki yasal mevzuatlara bakıldığında da; “Bir kişinin kendi kusuru ile bir zarara sebebiyet vermesi halinde, zarara o kişinin kendisinin katlanması gerektiği” genel hukuk ilkeleri arasında yer bulmaktadır.
Yani Borçlar Hukuku'nda tanımlanan “bir kimse kendi kusuruna dayanarak bundan bir hak iddia edemez” kuralı gereğince, Hakan Erol'un elinde somut herhangi bir bulgu, belge ya da delili olmaksızın kitabına doldurduğu gerçek dışı, hayali itham ve iftiralar sebebiyle kendisi hakkında tazminat davası açılmış olmasından şikayet ederek yakınma hakkı da aslen bulunmamaktadır.
Ayrıca tutuklu oldukları için eli kolu bağlı kendilerini doğru düzgün savunma ya da haklarındaki gerçek dışı itham ve iftiralara cevap verme imkanına sahip olmayan insanların bu durumlarını fırsat bilip hiçbir belge veya delile dayanmaksızın insanlara mesnetsiz iftiralar atarak suçlayıp karalamanın, adaletle ya da gazetecilikle bağdaşır bir yanının bulunmadığı da ortadadır.
Kaldı ki Erol'un her konuşmasında üzerine basa basa kitabından sanki bilimsel bir esermiş gibi bahsedip, insanları ikna yolu ile buna inandırmaya çalışmasının nedeni de, kitabında iddialarını destekler herhangi bir delile yer verememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu vesileyle, Hakan Erol'a buradan dostane bir tavsiye olarak adil ve hakkaniyetli olan tutumun, konulara ve kişilere ideoloji gözlüğü ile bakmadan, inceleme ve değerlendirmelerde tarafgirlikten uzak, samimi ve dürüst davranmaktan geçtiğini hatırlatmak isteriz.
Haksız itham ve iftiralar, delilsiz suçlamalar, yalan beyanlar, mesnetsiz dedikodular sonucunda masum, hayatında hiçbir suça karışmamış insanların haksız ve hukuksuz olarak yıllardır en kötü cezaevi koşullarında tutulmalarını desteklemenin, dürüst ve adaleti savunan bir kişinin gösterebileceği bir davranış olamayacağı ortadadır. Bu kişilerin anayasanın kendilerine tanımış olduğu hukuki hakları kullanarak kendilerine iftira atılmasını Devletin ilgili makamlarına şikayet etmelerinin ise en doğal hakları olduğu, bu doğal haklarını kullanmaları sebebiyle yadırganamayacakları da açıktır.
Özetle, Hakan Erol görünürde adaleti savunan ve haksızlıklarla mücadele eden bir tavır sergilerken, kitabında tek taraflı ve mesnetsiz hayali senaryolara yer veriyor olması, buraya kadar anlattıklarımızın yanında mesleğinin gerektirdiği gazetecilik etiği ile tarafsızlık ve dürüstlük ilkelerine de aykırı bir görünüm sergilemektedir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız...