Kuran'da müminlerden ayrılıp dinden uzaklaşanların en dikkat çekici özelliklerinden biri, kendilerini topluma gerçek dindarlar ve ıslah ediciler olarak tanıtmalarıdır. Oysa bu insanlar gerçekte Allah'tan ve Kuran'dan haşa, nefret eden; dini kökten reddeden kişilerdir. Zaten bu kişilerin, İslam dininden asla taviz vermeyen, malını ve canını Allah yolunda kullanmaktan büyük zevk alan samimi dindarlardan öldüresiye nefret etme nedenleri de budur.
Kuran'daki münafık ayetlerine baktığımızda münafıkların aslında Müslümanlarda eleştirdikleri ve yaşamayı asla kabul etmedikleri şeyin İslam dininin kendisi olduğu hemen görülecektir. Çünkü münafık aslında Kuran'ın yerleşik kıldığı hak düzeni ve Kuran ahlakını beğenmez. Yani bu insanların esas mücadele ettikleri bizzat Allah'ın hak dini ve bu dinin onlara yüklediği ahlaki sorumluluklardır. Ancak bu insanların kalplerindeki kibir hastalığı inkarlarını çevrelerine dürüstçe söylemelerine engel olur. Bu nedenle şeytani bir teknik kullanırlar. Örneğin peygamberlerin anlattığı hak dini, direkt Allah’ın varlığını inkar ederek reddetmezler. Aksine kendilerini dindar göstererek hak dini uygulayan ve savunan peygamberlere, onların izinden giden salih müminlere saldırırlar. Bu yolla, gerçekte hak dine olan inkar ve öfkelerini gizleyip müminlere yönelterek hınçlarını almaya çalışırlar. Bu tüm peygamberlere karşı uygulanan bir müşrik metotudur:
Dikkat edilirse Hz. Musa (as) kavme Allah’ın ayetleriyle geldiğinde inkar edenler direkt olarak Allah’ı inkar etmemişlerdir. Aksine yukarıda bahsettiğimiz ünlü münkir taktiğini kullanarak kendilerini dinlerine bağlı insanlar gibi göstermişler ve Hz. Musa (as)’a; “Biz atalarımızdan böyle bir din öğrenmedik, senin anlattıkların insanları büyülemek için anlattığın şeyler. Anlattıklarınla büyü yapıyorsun, insanları hipnoz ediyorsun, insanların iradesini fesada uğratıyorsun.” demişlerdir. Oysa aslında esas amaçları Hz. Musa (as)’ı yalanlayarak Allah'ın ayetlerini yani Allah'ı inkar etmekten başka bir şey değildir.
Kuran'a bakıldığında dünya tarihi boyunca elçilerin tebliğine engel olma gayreti içinde olanların, etraflarındaki mümin topluluğu dağıtmaya, zarar vermeye teşebbüs edenlerin, elçiyi öldürmek amacıyla suikast düzenleyenlerin her zaman; “biz iyilik istiyoruz bunu din için yapıyoruz çünkü biz ıslah edicileriz”iddiasında olduklarını görürüz. Elçilerin; güya dini dejenere ettiklerini, toplum ahlakını bozduklarını, yaşantılarının atalarından öğrendikleri din anlayışına uymadığını iddia edenler kendilerini topluma hep “ıslah edici; toplum terbiyesini ve ahlakını muhafaza gayreti içinde olan insanlarmış” gibi lanse ederler. Oysa bu insanların hayatlarının Kuran ahlakıyla, dinle imanla uzaktan yakından bir benzerliği bulunmaz. Hiçbir ibadeti yerine getirmez, Allah'ın sınırlarına; helallerine haramlarına asla hassasiyet göstermezler.
Konuyla ilgili Kuran'ı Kerim’deki ayetler incelendiğinde bu durum daha da net anlaşılmaktadır.
Müslümanlara karşı savaş açan bu kişilerin en önemli özellikleri Müslümanların içindeyken de kalplerinde derin imani hastalıklar olmasıdır. Müslümanların dinden taviz vermeden yaşamaları, sürekli vicdanlarıyla hareket etmeleri, Allah'ın hükümlerine karşı olan keskin hassasiyetleri, toplumun “hayatın gerçekleri” olarak önlerine sürdüğü gerekçelerden zerre etkilenmemeleri bu hasta insanları daha da çılgına çevirir. Aynı ortamda yaşadıkları Müslümanların samimi iman etmeleri, bu insanların sahtekarlıklarını zaman içinde aleni hale getirir. Üstüne temiz örtü atılmış bir pislik birikintisinin gün gün örtünün üstüne kirini, kokusunu sızdırması, içindeki mikrobunu üretmesi gibi bu insanların hastalığı da zaman içinde şiddetini artırır. Su yüzüne çıkar ve kendini belli eder. Bu kopma-ayrılma noktasıdır. Ancak Allah'a, Kuran'a, peygamberlere inanmadıklarını açık açık ifade etmek ağırlarına gittiğinden bir araya gelerek tertemiz Müslümanlara zarar verme çabasına girerler. Onların güya yanlış yolda olduklarını, dinden saptıklarını, dini dejenere ettiklerini, kendilerinin ise çok iyi niyetli ve ıslah etme gayreti içinde olan samimi dindar insanlar olduklarını söyleyerek, organize bir yapılanma oluştururlar.
MÜSLÜMANLAR TARİH BOYUNCA, “GÜYA AMACI ISLAH ETMEK OLAN” OYSA ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTÜ OLARAK ÇALIŞAN VE İSLAM’A NEFRET BESLEYENLERCE YOK EDİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIRKuran ayetlerini incelediğimizde organize bir yapılanmanın din tarihi boyunca tüm elçilere karşı karalama kampanyaları düzenleyerek, gözden düşürmek için toplumun sinir uçlarına dokunan iftiralar atarak, sürgün ederek, hapsederek hatta suikastler düzenleyerek sindirmeye çalıştıkları görülmektedir. Ancak burada esas noktayı hiç gözden kaçırmamak gerekir. Bu organize yapıların esas nefretleri tarih boyunca hep Allah'a ve O’nun emirlerini tebliğ eden elçilerine yönelik olmuştur. Dolayısıyla da bu yapılar her zaman hak dinin yayılmasında en etkili tebliği yapan kişi ve kişileri ortadan kaldırmaya odaklanmışlardır. Çünkü iradeli ve kararlı Müslümanlar onların önündeki en büyük ve en yok edilmesi şart engel durumunda olmuşlardır. Allah ayetinde onların gözlerini kan bürümüş bu nefretlerini tarif eder. Allah'tan ve İslam’dan delice nefret içinde olduklarını ve bu şeytani amaç için tüm servetlerini harcayacak kadar gözleri dönmüş olduklarını bildirir: Gerçek şu ki, MÜNKİRLER (VE MÜNAFIK KESİMLER, İNSANLARI) ALLAH'IN YOLUNDAN ENGELLEMEK İÇİN MALLARINI HARCARLAR; BUNDAN BÖYLE DE HARCAYACAKLAR. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır.(Enfal Suresi, 36) |
Ancak trajikomiktir ki Allah'tan hak dinden ve samimi dindarlardan ölesiye nefret eden, hayatını Müslümanları yok etmeye adamış ve kendilerine “biz ıslah edicileriz” diyen bu insanların yaşamlarına bakıldığında dinle imanla, Kuran’la uzaktan yakından hiçbir alakaları olmadığı görülecektir. Hiçbir ibadeti yerine getirmedikleri, Kuran ahlakından tamamen uzak bir hayat yaşadıkları; hatta büyük bir ahlaki çöküntü içinde oldukları, sevgisiz, gaddar, dindarlardan nefret eden en önemlisi de Allah’a ve İslam’a kin besleyen, insanlar oldukları görülecektir. Allah; “Biz ıslah edicileriz” diye ortaya çıkan bu kişilerin bu durumlarının dışarıdan açıkça görüldüğünü dahi fark edemeyecek kadar şuurlarının kapalı olduğunu ve asıl yalancı, fitneci ve fesatçıların, dini dejenere edenlerin, din için tehlike arz edenlerin bu güruh olduğunu söylemektedir.
Allah ayetinde Müslümanların arasından çıkıp dinden kopanların, bir araya gelip gruplaşarak gözünü kan bürümüş çok tehlikeli bir oluşum halini aldıklarını bildirmektedir:
Müminlerin arasından ayrılıp dinden uzaklaşanlar başta da söylediğimiz gibi gerçek durumlarını kamufle etmek için kendilerini topluma; “Biz ıslah edicileriz; yani bozulanı düzelticiyiz, dinin koruyucusu, savunucusu, tebliğcisiyiz” diye tanıtırlar. Oysa amaçları bunun tam aksidir. Peygamberimize karşı Dırar mescidini kuranlar da; amaçları Peygamberimiz (sav)’i bu mescit içinde şehit etmek olmasına rağmen soranlara; “biz iyilikten başka bir şey istemedik. Amacımız yolda kalmışlar, acizler, fakir fukara için soğukta ibadet edecekleri bir mescit kurmaktı” diye yemin etmişlerdir. Ama bu yeminleri onların gerçek niyetlerini hiçbir zaman gizleyememiştir. El Habir (her şeyi bilen, her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdâr) olan Rabbimiz onların gerçek niyetlerinin fitne fesat çıkarmak, İslam dinini içerden tahrip etmek, Peygamberi ve Müslümanları birbirinden ayırmak ve hatta cinayete varacak kadar psikopat eylemler olduğunu deşifre etmiş, Müslümanları bu zihniyetteki kişilere karşı bilinçli hale getirmiştir.
Allah Müslümanlara karşı içten eylem planı içinde olanların gerçek niyetlerini Tevbe Suresi, 107. ayetinde tüm insanlığa şöyle bildirmektedir:
Görüldüğü gibi söz konusu kişiler, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek, İslam’ın yayılması ve Müslümanların sayısının artmasını engellemek hatta Müslümanları yok etmek kadar ileri amaçları olmasına rağmen yalan söyleyerek “biz; toplumun, ailelerin, gençliğin, dinin, ülkenin, devletin, milletin, bayrağın iyiliği için bunları yapıyoruz. İyilikten başka bir şey istemiyoruz” masallarıyla insanları kendilerine taraf yapmaya çalışırlar. Oysa söylediklerinin tamamı yalandır. Bu kişilerin ne insanlara ne kutsallara ne de aile, toplum, devlet bayrak gibi yüksek kavramlara karşı sevgi yada sadakatleri asla yoktur. Söyledikleri hamasi nutuklardan öteye gitmeyen, binlerce yıllık basit münkir taktiklerinden başka bir şey değildir.
Hatta inananlara olan kin ve nefretleri daha doğrusu Allah'a ve İslam’a olan nefretleri onları rahatlıkla masum Müslümanları öldürme, katletme, şehit etme noktasına getirebilecek bir seviyededir. Firavun gibi azılı bir dinsiz Hz. Musa (as)’ı şehit etmeye yeltendiğinde halka bunu sözde dini korumak, dinin dejenerasyonunu engellemek dünyada Hak dinin fesattan fitneden kurtulmasını sağlamak için yapmak istediğini söyleyerek cinayet niyetini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ayette bu olay şöyle anlatılmaktadır:
Görüldüğü gibi müşriklerin ve münafıkların Müslümanların hak dini anlatmasını, Kuran ahlakını öğretmelerini engellemek için yapmayacakları hiçbir illegal girişim ya da işlemeyecekleri hiçbir suç yoktur. Bunları yapma planları içindeyken de halkı alttan sürekli “Biz ıslah ediciyiz, bunu sizin ahlakınızı, dininizi, evinizi, yuvanızı, devletinizi, bayrağınızı korumak için yapmak zorundayız” gibi yalan nutuklarla besleyerek sessizleştirip pasifize ederler.
Dinden uzaklaşarak Müslümanlara karşı mücadele eden bu insanların ıslah edici olma iddiaları kendisini çok yönlü olarak gösterir. Bunlardan biri de, Kuran'ın tertemiz ruhunu asla kavrayamamalarına rağmen benimsedikleri pis hatta iğrenç anlayışlarını Müslümanlara dayatmaya kalkmalarıdır. Bu batıl, son derece iğrenç inanç şekillerini sözde hak dinmiş gibi öne sürerler. “Bizim atalarımız böyle yapardı ve doğru olan, hak olan din de budur. Ama bunlar bu dini unuttular, yoldan saptılar, dini bozdular" iftirasıyla toplum üzerinde psikolojik bir baskı ve güçlü bir önyargı oluştururlar. Hz. Musa (as)’ın yokluğundan faydalanarak ona inananları sapkın ve batıl telkinleriyle korkuya ve vesveseye düşüren münkir aşağılık Samiri de aynı yöntemi kullanmıştır.
Allah ayetinde, Müslümanları ıslah etme iddiasıyla ortaya çıkan ve halka atalarının yaşadığı putperestliği sözde hak din olarak kabul ettirmeye çalışan Samiri’nin bu zihniyetini şöyle anlatır:
Samiri, Hz. Musa (as)’ın yokluğundan faydalanarak atalarının putperest iğrenç inancını insanlara hak dinmiş gibi göstermeye kalkmıştır. İsrailoğulları’na hak dini getiren Hz. Musa (as) gibi müthiş bir peygamberi topluma haşa “hasta, şuuru kapalı, meczup, bunamış, ne dediğini bilmeyen, unutkan biri gibi” göstererek insanları iğrenç bir sistemin içine çekmek istemiştir. Aslında Samiri’nin yaptığı dünya tarihi boyunca tüm inkar edenlerin samimi dindarlara karşı kullandıkları evrensel bir müşrik/münafık taktiğidir. Allah, Kuran’daki kıssalarla Müslümanlara hak bilgiler, öğütler ve hatırlatmalarda bulunduğunu ayetinde bildirmektedir:
Dolayısıyla kendini dindar gibi gösteren ama gerçekte açıkça Allah’ı inkar eden Samiri’nin Hz. Musa (as)’a karşı yürüttüğü bu organize harekette de günümüz müminleri için önemli ibretler ve bilgiler mevcuttur.
Şu unutulmamalıdır ki Müslümanlarla mücadele eden müşriklere ve münafıklara en ağır gelen şey Samiri örneğinde görüldüğü gibi Allah'a eş koşmadan yani şirksiz iman etmektir. Allah ayetinde Hz. Hud (as)’ın tebliği karşısında kavminin ona karşı en büyük tepkisinin Allah'a şirk koşmadan iman etmeyi kabul etmemek olduğuna dikkat çekmektedir.
Görüldüğü gibi her dönemde peygamberlerin mücadele ettiği kişiler Allah'ı ve dini açıkça inkar eden ateistler ya da deistler değil aksine toplumu ve dindarları din adına ıslah etme iddiasıyla ortaya çıkan müşrikler ve münafıklar olmuşlardır.
Allah ayetinde Hz. Musa ve Hz. Harun (as)’ların Firavun’un kavmine yaptıkları tebliğ sırasında karşılaştıkları ithamları şöyle bildirmektedir:
Kuran'da diğer elçilere yönelik yapılan ithamlara bakıldığında da münkirlerin elçilere karşı en sık attıkları iftiralardan birinin; “Siz bizi dinimizden çevirmek için geldiniz” iftirası olduğu görülmektedir. Din, namus, aile gibi kavramlar halkın en hassas noktaları olduğundan elçilere ve dindarlara karşı toplumu gardlı hale getirecekleri yegane konu olarak bunlar özellikle seçilmiştir.
Bir diğer iftira da elçilerin makam, mevki, şan, şöhret ve büyüklük peşinde oldukları yalanını ortaya atmaktır.
Kuran'da Hz. Nuh (as)’a karşı da aynı Hz. Musa (as)’a ve Hz. Harun (as)’a yapıldığı müşrikler tarafından böyle bir linç kampanyası oluşturulduğu, ona karşı halkın kışkırtıldığı, Hz. Nuh (as)’ın elçiliğinin özellikle bu kişiler tarafından inkar edilip topluma “o da sizin gibi sıradan bir insan, hiçbir gücü yok ama başa geçmek, devlet yönetimini ele geçirmek istiyor. Kendisine ait üstünlük iddiaları var, Allah'ın tek ilah olduğunu söylüyor, sadece O’nun emirlerine uymanın yeterli olduğunu söylüyor halbuki biz dedelerimizden, ninelerimizden, eskilerden böyle öğrenmedik. Bu anlattıkları doğru değil. Hz. Nuh dini ve toplumu dejenere etmek istiyor”diyerek ona ve yanındaki inananlara karşı toplum nezdinde aekin öfke ve korku oluşturulduğu görülmektedir:
Dolayısıyla tarih boyunca müşrikler ve münafıklar eliyle halka yönelik; “bu kişiler sizin hem inancınızı hem devletinizi, sisteminizi yıkacaklar, kurulu düzeninizi, ahlak anlayışınızı, aile yapınızı bozacaklar, üzerinizde tahakküm kuracaklar, dininizi değiştirecekler” iftiralarıyla karalama kampanyaları düzenlendiğinde halkın mecburen koruma refleksini devreye sokacağı çok açıktır. Bu şekilde Müslümanlara karşı toplumda hem dini hem de siyasi çarkları çalıştırarak yargısız bir infaz mekanizması oluştururlar. Toplum tek taraflı olarak basın yayın yoluyla, sosyal medya etkisiyle, çığırtkanlıkla galeyana gelir. Üzerlerinde müthiş bir önyargı ve tedirginlik oluşur. Dikkat edilirse kendileri bu oyunda her zaman uzaktan yakından alakaları olmamasına rağmen hep sözde dinin koruyucusu, ıslah ediciler, toplumun ahlaki ve dini değerlerini, aile yapısını, namusunu koruyan ahlak bekçileri, yüksek ahlak timsali dindar insanlar rolündedirler.
Müşrikler mal, güç, zenginlik, makam ve mevki hırsıyla yanıp tutuşan insanlardır. Dünyaya delice bağlı olduklarından onlar için para, iktidar ve sahip olunan güç çok önemlidir. Kullanmasa dahi o malın, paranın onun olduğunu bilmesi onun hasta ruhunu rahatlatır. Ayrıca müşrikler son derece bencil ve sevgisiz olduklarından onlar için kendisi tokken yanındakinin aç olması, ihtiyaç içinde olması, zorluk çekmesi bir anlam ifade etmez. Zaten hak dine karşı mücadele etmelerini temelinde de bu zihniyetleri yatmaktadır. Çalışıp kazançlarından fazlasını ihtiyacı olan insanlara vermek zorunda olmaları, paylaşmak, yardım etmek, gözetmek, korumak kollamak durumunda olmaları onlara müthiş ağır gelir. Kendilerini enayi gibi hissederler. Ahlaklarının temeli Allah’ı razı etmek üzerine kurulu olmadığından ve esas olarak da Allah'ın tüm kainatın yaratıcısı ve mülkün tek sahibi olduğunu beyinleri idrak edemediğinden sahip olduklarını verenin Allah olduğunu kavramazlar. Gaddarlıkları, sevgisiz ve bencil olmaları da üzerine eklenince hak dinin emirleri onların nefsine müthiş ağır gelir. Ancak başta da belirttiğimiz gibi dinden kopanların en önemli özellikleri bunu açıkça söylememeleridir. Yani aslında açıkça Allah'ı, dini inkar içinde olmalarına rağmen aksine kendilerini ıslah edici, dinin koruyucusu gibi göstererek hak dinlin yayılmasına karşı mücadele ederler. Elçiye ve onun yanındakilere karşı toplumu kışkırtır, onların dini tebliğini engellemeye çalışıp bu şekilde sinsi bir metotla dinsizliği yayarlar. Allah ayetinde Hz. Şuayb peygambere karşı gelen, toplumun ileri gelenlerinin ana konusunun velayet sistemine olan nefretleri olduğu açıkça görülmektedir.
Görüldüğü gibi hak dinin, namaz kılmanın, Allah'ın emirlerine uymanın mallarını, mülklerini zenginliklerini paylaşacakları anlamına geldiğini yani velayet sistemini devreye sokacağını görmeleri onları delirtir. Bu sefer kendi bencil zihniyetlerini kamufle etmek için hemen; “atalarımızdan böyle öğrenmedik, malları ortak kullanıyorsunuz, mallara el koyuyorsunuz, asıl din bu değil, siz dinimizi dejenere ediyorsunuz, sapkınsınız vs.” diyerek dinin adını kullanarak ve ıslah edici rolüyle toplumun sinir uçlarını uyarmaya başlarlar. Oysa ne atalarının diniyle ne hak dinle uzaktan yakından hiçbir alakaları yoktur. Bunu sadece kendi mallarını, zenginliklerini insanlarla paylaşmak ağırlarına gittiği için topluma karşı bir silah olarak kullanırlar.
Kalbini Allah'tan islam’ın tertemiz ruhundan uzaklaştıranlar ahlaki olarak müthiş bir çöküntü içine girerler. Allah'a ve dine karşı olan öfkeleri onları samimi dindarlara karşı da öldüresiyle bir kin içine sokar. Kuran'da Allah onların bu ahlaki çöküntülerine bir örnek olarak Hz. Musa (as)’ın hayatını kurtardığı adamın, Hz. Musa (as)’a haşa cinayet iftirası atması olayını verilmiştir:
Bu şahıs Hz. Musa (as)’ın masum olduğunu gayet iyi bilmesine rağmen hayatını kurtardığını, ona manen vefa borcu olduğunu bilmesine rağmen, kainata gelmiş en seçkin insanlardan biri olan bir peygambere karşı dünyevi çıkarları gerektirdiğinde adam öldürme iftirası dahi atabilmiştir. Hz. Musa (as) hayatı sürekli belanın pisliğin, zorbalığın, kavganın ve belanın içinde olan bu adamı pislikten çıkarmış, ona iman etmesi için imkan vermiş, güzel ahlakıyla örnek olmuştur. Ama bu adam cibilliyetsizliği nedeniyle çıkarlarıyla çatışan ilk anda, Allah'ın alemlere üstün kıldığı insanlardan birini zorbalıkla, cinayetle, dini dejenere etmekle, toplumun ahlakını bozmakla itham etmiştir.
Bu karakter tüm müşriklerde ve münafıklarda görülen ortak bir karakterdir. Kendilerine iyilik güzellik vermiş, sevgi sunmuş Müslümanlara karşı tutumları tarih boyunca hep böyle nankörce ve haince olmuştur. Ama yazı boyunca söylediğimiz gibi bunu hiçbir zaman düz ve aleni yöntemlerle yapmamışlar, halkın dini zaaflarını, kutsallarını, ailevi ve toplumsal hassasiyetlerini kullanarak Müslümanlara saldırmışlardır.
Sonuç olarak dinden uzaklaşan, inançlarını yitiren, Allah'a İslam’a karşı derin kin ve husumet duyan bu insanların esas amacı dinsiz bir toplum yaratmaktır. Hatta toplumdaki samimi dindarların varlığı, güzel ahlakı yaşama ve yaşatma hırsları onları müthiş rahatsız eder. Elçinin ve müminlerin varlığı onlara sürekli kendilerinin ne kadar aşağılık, cibilliyetsiz, hain ve sevgisiz olduklarını hatırlatır. Bu nedenle müslümanların da Allah'tan, dinden uzaklaşmalarını, hak dini tebliğ etmekten vaz geçmelerini, dünyaya bağlanıp ahireti unutmuş kendileri gibi bir hayat yaşamaları için var güçleriyle çaba gösterirler. Allah Nisa Suresi’nde bu niyetlerini şöyle bildirmektedir:
Hatta müşrikler dünya tarihi boyunca hem zamanlarını hem de ellerindeki tüm imkanları sırf bu aşağılık ideallerine ulaşmak için harcamaktan da hiç çekinmemişlerdir. Ancak şunu unutmaktadırlar. Allah dünyanın kaderinde inananları her zaman galip, inkar edenleri; Allah'ı, dini ve inananları sevmeyenleri, haset edip kin duyanları de hep mağlup yaratmıştır. Hiçbir zaman onlara galibiyet, zafer başarıyla biten bir son yazmamışsonlarını hep hüsranla bitirmiştir.
Aynı Firavun, aynı Samiri aynı Ebu Leheb ve diğerlerİ gibi….