Kur’an’da, “Andolsun Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155) ayetiyle haber verildiği üzere, insanlar bu dünya hayatında çeşitli zorluklarla imtihan edilirler. Bu imtihanı tanımlamak için Kur’an’ın bazı ayetlerinde “bela”, bazı ayetlerde ise “musibet” kavramları kullanılır.
– "Musibet" kelimesi, arapçadaki “sa-ve-be; صوب” kökünden gelen "esabe" fiilinden türemiştir. "İsabet eden şey, bela, afet, felaket" anlamlarını ifade etmek için kullanılır.
– “Bela” kelimesi ise “b-l-y (be-le-ye ve b-l-v >> be-le-ve)” fiilinin mastarı olup “sınamak, denemek, imtihan etmek” ve “gam, keder, dert, felaket, afet, zorlu imtihan, sınanma" anlamlarına gelir. Kişinin ağır, kötü, zor bir durumla sınanmasını ifade eder.
Musibet veya bela olarak tabir edilen imtihanlar karşısında gösterilmesi gereken en güzel tavır, Allah’ı ve ahireti hatırdan çıkramayarak başa gelen zorluklara sabretmektir:
Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz". (Bakara Suresi, 156)
"Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir." (Lokman Suresi, 17)
Her kim olursa olsun, insanların denenmeden bırakılmayacakları, zorluklarla, sıkıntılarla imtihan edilecekleri Kur’an’da şöyle bildirilmiştir:
İnsanlar, yalnızca 'inandık' demekle, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Andolsun, Biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” (Ankebut Suresi, 2-3)
İmtihanlar karşısındaki tutum ve davranışlarına göre samimi müminler ile münafıklar, doğrular ile yalancılar ayırt edilecek, ahirette görülecek hesap ve alınacak karşılık için gerekçeler oluşacaktır. Dolayısıyla istisnasız herkes bu dünya hayatında imtihana tabi tutulur. Elbette peygamberler ve onların izinden giden müminler de bu imtihandan muaf değildir… Öyle ki, tarih boyunca en ağır imtihanlar başta peygamberlere, ardından imanlarının derecelerine göre salih müminlere isabet etmiştir.
Yüce Rabbimiz’in biz kullarından istediği O’nu çok sevmemiz, O'nu en yakın dost edinmemiz, O'nun gücünü ve üstünlüğünü anlamamız, O'nu yüceltmemiz, O'na şükrederek verdiği nimetlerin değerini bilmemiz, O'nun beğendiği ahlak ve davranışlar üzere olmamız, Allah sevgisiyle dolu bir yaşam sürmemizdir. Allah’ı sevmek, Allah’ın yarattıklarını, tecellilerini sevmek müminlerin en önemli vasfıdır. Öyle ki insanın ve evrenin yaratılışının temelinde sevgi vardır. Evrendeki her şey Allah'ın "sevgi sanatı"nı ifade eder. Allah’ın sunduğu bu derin sevgiyi görebilmek de yaratılışın sırrına vakıf olmak demektir.
Allah sevdiği kullarının sevgiyi tam yaşamalarını ister. Allah sevgisini tam yaşamak için ise şirkin tüm çeşitlerinden arınmak, yalnızca Allah’ı dost edinmek, her şeyden çekilerek yalnızca Allah’a yönelip dönmek şarttır. Allah bu iman derecesine ulaşmaları için sevdiği kullarını Katından özel bir eğitime tabi tutar.
İşte, bu özel eğitimin en önemli kısmı zorlu imtihanlar, bela ve musibetlerdir!
Allah belalarla, musibetlerle mümini Kendisine yaklaştırır, onu 'aşık' mertebesine yükseltir. Allah aşığı kulların Kendisine olan yakınlıkları, Allah’ın en beğendiği yakınlık derecesidir. Dolayısıyla Allah kime zorlu imtihanları, bela ve musibetleri veriyorsa, o kişi Allah’ın çok sevdiği bir kuludur.
Zorlu imtihanlar, samimi müminlerin en saf, en içten, en katıksız şekilde doğrudan Rablerine yönelmelerine vesile olur. Böyle özel imtihanlara tabi olan müminin duası, tefekkürü, teslimiyeti, Allah’a olan sevgi ve bağlılığı muazzam bir artış gösterir. Başına gelen musibeti Allah’tan başka kimsenin gideremeyeceğini iliklerine kadar hisseder. Yaşadığı manevi hareketlilik onu Yaratıcısına olağanüstü derecede yakınlaştırır. En önemlisi de, Allah’ın o derdi, o sıkıntıyı onu Kendisine yakınlaştırmak için verdiğini hisseder, Allah’ın onu Kendisine aşık olmaya davet ettiğini anlar ve bu durum onda tarifsiz bir şevk ve heyecan meydana getirir. Her baktığı yerde Allah’ın kendisine sunduğu sevgi, ilgi ve şefkatin sayısız işaretiyle karşılaşır, Allah'ın kendisine olan sonsuz sevgi ikramlarını görür.
Allah’ın en yüksek iman derecelerine ulaştırmak istediği ve bu sebeple zorlu imtihanlara tabi tutarak onları “aşık” mertebesine yükselttiği müminler, eriştikleri iman ve maneviyat seviyesiyle Allah'a bir an önce kavuşmaya ve cennete girmeye büyük özlem duyarlar. Görünüşteki ağır imtihanlar, dertler, zorluklar, gerçekte İlahi aşkı arayan Allah dostlarını, O'ndan başka şeylere meyletmekten ve başkalarına düşkünlük göstermekten alıkoyan muazzam nimetlerdir. Bu zorluklar, müminleri en mükemmel imani derinliğe sevk eder, onları varmak istedikleri 'Allah aşığı' mertebesine ulaştırırlar. Diğer bir deyişle zorluk ve musibetler, hayattaki en ulvi amaca ulaşmaya hizmet eden çok önemli vesilelerdir.
Görüldüğü gibi, zorlu imtihanlar, belalar ve musibetler Allah’tan müminlere asla ceza olarak değil, aksine onların ahiretteki makamlarını yükseltmek için gelmektedir. Müminlerin bu vesileyle edindikleri imani derinlik, maneviyat ve Allah’a yakınlık dereceleri, bu zorlu dönemlerin onlara ceza değil, rahmet olarak yaratıldığının açık delilidir. Allah’ın, bela ve musibetleri vesile ederek sevdiği kullarının ahiretteki derecelerini yükseltmek istediğine Peygamber Efendimiz (sav) şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
“Allah, sevdiği kavme bela gönderir.” (Sünen-i Tirmizi)
“Nimete kavuşması için insana musibet gelir.” (Sahih-i Buhari)
“Allah bir kimseye hayır dilerse, o kimsenin günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için onu bela ve musibete uğratır.” (Sahih-i Buhari)
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar." (Sahih-i Buhari, Merda, 1)
“Küçük büyük her musibet, affedilecek bir günah veya kavuşulacak bir derece içindir.” (Ebu Nuaym)
Müminlere musibetlerin isabet etmesinin gerçek sebebi, Geylani Hazretleri tarafından şöyle bildirilmektedir:
“Sen de eğer sabreder Hakka uyarsan, mükafatını görürsün. Belanın sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin. Çünkü bela seni öldürmek için gelmez. Seni tecrübe etmek için gelir, imanın sıhhatini ölçmek için gelir. Hakka olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister. Senden memnun olur. Seni Hakka müjdeler…" (Abdülkadir Geylani, Fütuhu’l Gayb, 13. bölüm)
Geylani Hazretleri, Mektubat adlı eserinde de müminlerin en ağır imtihanlara uğrayacaklarını, bunun onlar için Allah’tan bir ihsan olduğunu, Allah aşkıyla bu imtihanların üstesinden geldikleri takdirde cennete kavuşacaklarını anlatmıştır:
"'Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır...' (Yunus Suresi, 26) ayetinin nimetler sofrası açılmış, o sofralardan onlar rızıklanmışlardır. Çünkü onlar lika-i İlahi (Maşuk’un aşığa zahir olması) ile hemhal olmuşlardır. Hakka vasıl olmak isteyen bilsin ki, dalgaları çok çetin olan engin deryadan geçmek zorundadır. Ancak ümitsizliğe kapılmak yoktur. O dalgaları, engelleri rahatça aşabilmek için tek şey lazımdır: Aşk-ı İlahi. Sende de bu olduktan sonra hiç korkma! Her engeli aşarsın. Ummanlar senin önünde bir hendek kadar küçülür. Dağlar, ovalar sana bir adımlık yol kadar kısalır. Bu yolun yolcusunu Aşk-ı İlahi rahatça bu yolda yürütür… Artık Hakk aşıkları ereceklerine ermiştir. Bulacaklarını bulmuştur. Daha ne isteyebilirler ki? Yolculuğun son durağı orasıdır. Onlar oraya visal olduktan (kavuştuktan) sonra sonsuz olan ebedi mülk ve devleti onlar, o makamda bulurlar ve böylece onlar, 'Oraya baktığında her nereye baksan büyük bir nimet ve pek büyük bir saltanat görürsün.' (Mülk Suresi, 20) ayetinin geniş mülk ve muhteşem saltanatıyla şerefyab olacaklar, şerefleneceklerdir." (Abdülkadir Geylani, Mektubat)
Fütuhu’l Gayb adlı eserinde de Geylani Hazretleri, belalara sabrettiği takdirde mümini çok güzel bir karşılık beklediğini şöyle dile getirmiştir:
"Kim ki belaya sabreder, onun nimetleriyle tatlanır. Ücretle çalışana, alnı terlemeden, cesedi yorulmadan, ruhu gam yükü çekmeden, göğsü daralmadan, kuvveti gitmeden, nefsi aşağılanmadan… ücreti verilmez. Bütün bu acılıkları yutarsa, güzel ve daimi yiyecekler, meyveler ve giyecekler, rahat ve mutluluk, mükafaatı olur… Dünyanın başlangıcı kaptaki balın üst tarafı gibi acıdır, acılıkla karışmıştır. Yiyici bu üst yüzeyini yemeden, halis olana, kabın asıl bölgesine ulaşamaz. Kul, Rab Azze ve Celle’nin emirlerini eda ve nehiylerini terk etmede sabreder, kaderinde cereyan eden şeye teslim olup O’na havale eder, bütün bu acıları yutar, yükleri taşır, hevasına muhalefet edip muradını terk ederse, Allah Azze ve Celle ömrünün sonlarında onu tatlı bir hayat, naz, rahat ve izzet ile ödüllendirir." (Abdülkadir Geylani, Fütuhu’l Gayb)
Yine, Fütuhu’l Gayb isimli eserinde Geylani Hazretleri şöyle buyurmaktadır: "Seni o beladan dolayı halka rüsvay etmez. Hatta, o belanın, gelip gidişinden senin haberin bile olmaz. Bir karanlığın gelişi gibi, akşam gelir; gün doğunca gider. Gidince de her taraf ışıkla dolar. Ve o bela, senin için sıcak karşısında yok olan soğuk gibi olur. (Abdülkadir Geylani, Fütuhu’l Gayb, 18. bölüm)
Allah, Kendisini dost edinen ve Kendisinin de dost edindiği kullarını dünyada ve ahirette seçkin kılmıştır. Ancak bu, onların imtihanlara, zorluklara, dert ve belalara uğratılmayacakları anlamına gelmez. Aksine, tarih boyunca en ağır imtihanlar Allah dostlarına isabet etmiştir. Bu, onların ahiretteki makamlarını yükseltmek içindir.
Bu konuda Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen bir hadis şöyledir:
Sahabelerden Sa’d’ın rivayet ettiğine göre: Dedim ki: "Ya Rasulullah, insanların belası, imtihanı en çetin olanı kimdir?" Buyurdu ki: "Peygamberler ve sonra da derece derece müminlerdir. Kişi, dini oranında bela görür, imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise, belası ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar bela görür, imtihana tabi tutulur. Bela, insanın yakasına öylesine yapışır ki günahsız gezene kadar peşini bırakmaz." (Tirmizi, c. 7, s. 78-79; Süyuti, Camiu’s-Sağir, c. 1, s. 136)
Geylani Hazretleri ise Fütuhu’l Gayb adlı eserinde bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:
"Bazen günahlarına bir kefaret olmak, onları izale etmek için müptela kılınırlar. Bazen de derecelerinin yükseltilmesi, ali menzilelere ulaştırılarak, ehl-i hal ve’l makamın yüce ilmine tabi olmalarını temin için veya mahlukatın ve insanların Rabbi’nden bir koruma ile ehl-i hal ve’l makamı da geçen kimseye tabi kılınmaları için belalarla imtihan edilirler. Ki onları Mevla’sı, onları yumuşaklık ve nezaket binekleri üzerinde bela meydanlarında gezdirir ve harekat ve sekenatlarında onların üzerlerinde bakış rüzgarları estirir. Onların belayla imtihan olunmaları onları telef etmek ve derekelere düşürmek için değildir. SEÇİLMİŞ VE TERCİH EDİLMİŞ OLMALARI SEBEBİYLE onları belalarla sınamış ve bu belalarla onları iman hakikatine çıkarmıştır. Belalarla saflaştırmış ve onları şirkten ve nifaktan ayırmıştır. Ve onlara türlü ilim, sır ve nurlardan bağışlamıştır. Onları seçkinlerin halislerinden kılmış, sırrıyla onları emin eyleyip meclisleriyle razı etmiştir." (Abdülkadir Geylani, Fütuhu’l Gayb)
Gerçek şu ki dünya tarihinde en ağır imtihanlarla karşılaşmış kişi Peygamber Efendimiz (sav)'dir. Peygamberimiz (sav) bu gerçeği, "Benim çektiğim eza ve cefayı, hiçbir peygamber çekmemiştir."sözüyle ifade etmiştir. Kendisine peygamberlik görevi verildikten sonra kavmi Peygamber Efendimiz (sav)'e karşı çok şiddetli bir şekilde cephe almıştır. Peygamberimiz (sav)'e karşı son derece incitici sözler yöneltmişler, -haşa- kendisine büyücülük ve delilik gibi çirkin ithamlarda bulunmuşlardır. Bunların dışında Efendi Hazretlerimiz (sav)'i -haşa- kendilerince alaya almışlardır. Saldırılarının dozajını giderek artırmışlar, sonunda fiili işkencelere başlamışlardır. Peygamberimiz (sav)'in geçeceği yollara dikenler serpmişler, Kabe'nin avlusunda namaz kılarken secdeye vardığında üzerine deve işkembesi dökmüşlerdir. Ayrıca -haşa- sihirbaz, kahin, şair, deli gibi olumsuz sözlerle Peygamberimiz (sav)'e saldırmışlar, iftiralarıyla onu toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışmışlardır.
Taifliler, Peygamber Efendimiz (sav)'i -haşa- taşlayarak Taif'ten kovmuşlardır. O esnada Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan Zeyd b. Harise kendi vücudunu siper ederek taşların Peygamber Efendimiz (sav)'e isabet etmesini engellemeye çalıştıysa da, Peygamberimiz (sav)'in mübarek vücuduna isabet eden taşlar her yanını kanlar içinde bırakmıştır. Bazıları ise Peygamberimiz (sav)'i doğrudan şehit etmek istemiş, hain cinayet planları kurmuşlar, suikastler düzenlemişlerdir.
Örneğin, müşriklerden biri şalını Hz. Peygamber (sav)'in boynuna dolayıp onu öldürmeye kalkışmıştır. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, Peygamberimiz (sav)'e hiçbir şekilde zarar verememişler, müminlerin ona olan sevgi ve bağlılığına engel olamamışlardır. Ne alaya alınmak, ne itibarsızlaştırmaya yönelik tavırlara maruz kalmak, ne fiili ve psikolojik saldırılara uğramak, Peygamber Efendimiz (sav)'e duyulan sevgi ve hayranlığı gidermemiş, aksine ona duyulan teveccühü kat kat arttırmış ve kendisine inananların sayısında olağanüstü bir artışa neden olmuştur.
Zaten, en başta asıl önemli olan Allah'ın Peygamberimiz (sav)'e duyduğu sevgidir. Allah Peygamberimiz (sav)'i son elçisi olarak seçmiş, ona iman etmeyi Kendisine imanın şartı saymış, onu inkar edeni Kendisini inkar olarak görmüş, Kendisine itaati Peygamber'e itaat ile bir tutmuş, Kendisini sevmenin ölçüsünü Peygamber (sav)'i sevmek olarak göstermiş, Peygamberimiz (sav)'i müminlere "en güzel örnek" kılmıştır.
Önemli olan, kişinin Allah Katındaki durumudur. Peygamberimiz (sav), Allah Katında böylesine yüksek bir makama sahip, Allah tarafından seçilmiş ve alemlere rahmet olarak gönderilmişken müşrikler tarafından üzerine -haşa- işkembe atılıyor olması, taşa tutulması ya da alaya alınması onun ahiretteki konumunu değiştirmez, aksine kat kat yükseltir. Aynı kanun, Allah'ı dost edinmiş tüm inananlar için geçerlidir.
Zorlu imtihanlarla karşılaşan müminler, Allah tarafından seçkin kılınan, Allah'ın ahirette cennete kavuşturmak istediği kullarıdır. Başlarına gelen zorluklar, inşaAllah cennete kabulleri için birer vesile olacaktır. Ayrıca, yaşanan zorluklar tüm müminlerin sevgisine de birer vesiledir. Kişi bu dünya hayatında ne kadar zorluk çektiyse, Allah için ne kadar sabrettiyse, diğer müminler tarafından da o kadar sevilir. Örneğin, 1400 yıldan bu yana gelmiş geçmiş tüm Müslümanlar, Sahabeler'in o güzel tevekküllerini, mertliklerini, yiğitliklerini hiç unutmamışlardır. Onların imanlarını kendilerine hep örnek almışlardır. Yüzyıllar boyunca tüm Müslümanlar tarafından sevgiyle, hayranlıkla, gıptayla hatırlanmışlardır.
Habbâb b. Eret, Bilal-i Habeşi, Bilal’in annesi Hamame, Ammar b. Yasir ve annesi Sümmeyye gibi Sahabeler şiddetli zulüm ve işkenceye maruz kalmış Müslümanlardan bazılarıdır. Sıcak kumlar üzerinde günlerce aç ve susuz bırakılmış, dövülüp kamçılanmışlardır. Ancak yaşadıkları bu olaylar onların aleyhine değil, lehine olmuş, Allah Katındaki ecirleri olağanüstü derecede artmıştır.
Allah dostlarının kafirler tarafından zorlu işkence ve saldırılara maruz kaldıklarına, Kur'an ayetlerinde sıklıkla işaret edilmiştir. Sırf iman ettikleri için Ashab-ı Uhdud tarafından ateşe atılan müminlerden, Buruc Suresi'nde Allah şöyle bahsetmektedir:
Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan güne, (o günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki, ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) öldürüldü. Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan, sırf, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür. Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır. İman edip salih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. (Büruc Suresi, 1-11)
Görüldüğü gibi müminlerin yaşadıkları zorluklar onlar için büyük bir hayırdır. Allah onlara cenneti vaad etmektedir. Zorluklarla imtihan olan kimi peygamberlerin de Allah tarafından seçkin kılındıkları ve hayırlı kullar oldukları Kur'an'da şöyle zikredilmektedir:
"… Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir". Gerçekten, Biz onu (Eyüp'ü) sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne güzel kuldu! Çünkü o daima Allah'a yönelirdi. Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u da hatırla. Biz onları ahiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar Bizim Katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de hatırla. Hepsi de hayırlı olanlardır. (Sad Suresi, 44-48)
Tarih boyunca tüm mümin toplulukları çeşitli imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Yoğun olarak karşılaştıkları imtihanlardan biri de, kendilerine maddi manevi zarar vermek isteyen art niyetli kişi ve çevrelerin husumet ve saldırılarıdır. Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim'de kalpleri kin, öfke ve nefret duygularıyla dolu olan bu kişi ve çevrelerin, müminlere karşı her zaman sözlü ve fiili eziyet, hakaret, iftira, alay ve karalama girişimlerinde bulunduklarına dikkat çekilmektedir. Müminlerin, hiç işlemedikleri suçlardan dolayı bu kişi ve çevrelerin eziyet verici sözlerine maruz kaldıklarına bir ayette şöyle değinilmektedir:
Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)
Ayetten anlaşıldığı gibi, bela ve musibetlere sabrettikleri takdirde, bu imtihanlar müminler için rahmete dönüşmektedir.
– Hz İsa (as)'ın yaşadığı zorluk ve eziyetler:
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'e olduğu gibi, diğer peygamberlere ve salih müminlere de pek çok musibet isabet etmiştir. Örneğin, Yahudilerin -haşa- sahte peygamber addettikleri Hz. İsa (as), özellikle de babasız olarak yaratılmış olması sebebiyle, her dönemde inkarcıların saldırılarına maruz kalmıştır. Öte yandan, kendisine çok az kişi iman etmiştir. Kavmi Hz. İsa (as)’nın peygamberliğini kabul etmediği gibi, baskı ve tehditlerini giderek arttırmışlardır.
Hz. İsa (as)'a inanan arkadaşlarını şehit etmeye kalkışmışlar, Hz. Musa (as)'ın şeriatını bırakıp Hz. İsa'nın getirdiği şeriata göre hareket eden Hz. Yahya (as)'ın başını keserek şehit etmişlerdir. Hz. İsa (as)'ın tüm bunlara rağmen yolundan vazgeçmediğini ve tebliğine devam ettiğini gören Yahudiler bu kez Hz. İsa (as)'ı şehit etmeye karar vermişlerdir. Ancak, Allah inkarcıların suikast planını Hz. İsa (as)'a haber vermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. O esnada Hz. İsa (as)'ın evine giden Yahudiler, Allah tarafından Hz. İsa (as)'a benzetilen ihbarcı münafık Yehuda'yı Hz. İsa (as) zannederek çarmıha germişlerdir. Yaşadığı hiçbir zorluk, inkarcılar tarafından uğradığı hiçbir fiili ve psikolojik saldırı Hz. İsa (as)'ı -haşa- itibarsızlaştırmamış, aksine onu daha da yüceltmiş, onu ulu'l azm peygamber kılmıştır.
Görülmektedir ki Allah dostları her dönemde, Allah'ın emirlerini tanımayan, batıla dalan, kötülük yapan, zalimliği alışkanlık haline getiren inkarcılar ve münafıklar tarafından hakarete uğramakta, işkence, sürgün, iftira, çirkin söz ve iftira ya da cinayet gibi zulümlerle tebliğ vazifelerinden alıkonulmaya çalışılmaktadırlar. Ancak bu imtihanların onlara bir ceza olmadığı, adetullahın bir tecellisi olduğu, diğer bir ifadeyle Allah’ın bir kanunu olduğu, bu sürecin devamında Allah dostlarının galip geldiği, hak ve adaletin yerini bulduğu bilinmektedir.
– Ashab-ı Kehf'in yaşadığı zorlu imtihan:
Tarihte yaşamış pek çok mümin topluluğu gibi, kavimleri tarafından zulüm ve baskılara maruz kalan bir mümin topluluğu da Ashab-ı Kehf'tir. İmanlı gençlerden oluşan bu arkadaş grubu hak dine inanmış ve kavimlerinin üzerinde bulunduğu şirk dinini terk etmişlerdir. Bunun akabinde kavimlerinin ve özellikle de başta bulunan hükümdarın baskı ve zulmüne uğramış, kurtulmak için de hicreti ve uzleti tercih etmişlerdir. Kral gençleri zindana attırmış, kendi dinine uymazlarsa onları öldüreceğini söylemiştir. Kralın şehirden ayrılmasını fırsat bilen gençler zindandan kaçarak kavimlerini terk etmişler ve bir mağaraya sığınmışlardır. Kral gençlerin kaldıkları mağarayı buldurmuş, dışarı çıkamamaları için mağaranın kapısını taşlarla kapattırmıştır. İşte, yaşadıkları tüm bu saldırı ve zorluklar ancak Ashab-ı Kehf'in Allah Katındaki değerini artırmıştır. Bu yaşanandıklarının hiçbiri onların aleyhine olmamıştır. Mağarada yüzyıllar boyunca kalmışlar, dışarı çıkamamışlardır belki, ama Allah onları dost edinmiş, onların hidayetlerini arttırmış, onları tevhid inancıyla şereflendirmiş ve onlara rahmetini yaymıştır. Kur'an'da kendilerinden övgüyle bahsedilmektedir, kendi adlarını taşıyan ve içinde ibret verici kıssalarının anlatıldığı Kehf Suresi indirilmiştir. Günümüze kadar da tüm inananlar tarafından saygıyla, sevgiyle, hayranlıkla yad edilmektedirler.
– Hz. Nuh'un (as) kavminden çektiği eziyetler:
Hz. Nuh (as) da benzer imtihanlar yaşamıştır. Rivayetlerde Hz. Nuh (as)'ın kavmi, putları ilah edinen ve tevhid inancını terk eden ilk topluluk olarak bilinmektedir. Hz. Nuh (as), şirke düşmüş kavmini uzun süre, gece gündüz, gizli açık uyarmış, onları yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet etmiştir. Ancak yaptığı çağrılar, kavminin ondan daha da uzaklaşmasına, hatta putlarına daha sıkı bağlanmalarına sebep olmuştur. Kavmin ileri gelenleri Hz. Nuh (as)'ın peygamberliğini reddetmiş, onu sapkınlıkla suçlayarak tehdit etmişlerdir. Haşa "mecnun" (cinlenmiş) gibi çirkin ithamlarla onu yalanlamış, tebliğ görevinden alıkoymaya çalışmışlardır. Kavminden sürekli olarak alaycı bir tavır görmüştür. Taşlanıp sürgün edilmekle tehdit edilmiştir. Tüm bunların yanı sıra eşi ve oğlu da inkarcılarla birlikte hareket etmiş, sonucunda da onlarla aynı akıbeti paylaşarak Allah tarafından helak edilmişlerdir. Her bir zorluk, her musibet, Hz. Nuh (as)'un Allah Katındaki değerini daha da artırmıştır. Bu nedenledir ki, karşılaştığı her zorluk, her musibet Allah'tan Nuh Peygamber'e ahiretteki ecir ve mertebesini artıran bir lütuf olmuştur.
– Firavun'un baskı ve zulmüne uğrayan Hz. Musa (as):
Hz. Musa (as) da kavminin başındaki zalim firavunun baskı politikalarına maruz kalan bir peygamberdir. Firavun, baskı ve zulümden kaçmak isteyen Hz. Musa (as) ve ona inanan müminlerin şehri terk etmelerine izin vermemiş, onların peşine düşmüş, Hz. Musa (as) ve kavmi Kızıldeniz'in önüne geldiklerinde onları yakalayıp öldürmek istemiştir. Fakat mucizevi bir şekilde deniz dağ gibi iki parçaya ayrılmış, Hz. Musa (as) ve yanındakiler açılan yoldan geçmiş, Firavun ve ordusu ise boğulup helak olmuştur. Hz. Musa (as)'ın yaşadığı hiçbir olay aleyhine değildir. Dahası her olay Allah'ın ona yazdığı mükemmel kaderin parçalarıdır ve her biri onu Allah'a daha da yaklaştırmıştır. İmtihanının büyüklüğü, ahiretteki ecrinin çok büyük olacağına işaret eder.
– Hayatının büyük bölümü esaret ve hapisle geçen Hz. Yusuf:
Hz. Yusuf (as)'ın önce çok küçük yaşta öz kardeşleri tarafından kuyuya atılması, sonra esir alınıp az bir değere satılması, ardından -haşa- zina iftirasına uğrayarak zindana atılması gibi başına gelen pek çok zorlu imtihan zahiren olumsuzluk gibi görünse de, sonuç onun için hem dünyada hem de ahirette büyük bir hayra dönüşmüştür. Allah, kaderde tayin ettiği vakit geldiğinde Hz. Yusuf (as)'a zindandan çıkmayı nasip etmiş, gösterdiği üstün ahlak, tevekkül ve teslimiyetin ardından ona Mısır'da güç ve iktidar vermiştir.
Bu dünyada kimi önemli sır ve hikmetler Allah tarafından herkesin bilgisine sunulmamış, özellikle de imanla bakmayan gözlerden uzak tutulmuştur. Derin iman sahipleri olaylara mana gözüyle baktıkları için, perdeler ardında saklı hikmetleri mana gözüyle fark edebilirler. Görünenin ardındaki görünmeyen sırları kavrayabilirler.
Olayları zahire göre değil, batında saklı hikmetlere göre değerlendirebilmek için kalp gözünün açık olması şarttır. Kalp gözünün açık olması için de, Allah'ı çok sevmek, Allah'ı gereği gibi takdir edebilmek, her zaman, her şartta ve her durumda Allah'ın tarafında olmak gerekmektedir. Allah, Kendisine böyle güçlü bir sevgi ve sadakatle bağlı olan kullarının basiretlerini, kalp gözlerini açar, onlara üstün bir ilim ve hikmet verir.
Her dönemde Allah dostları olduğu gibi, inkar eden, zulmedenler de çok olur. Zulmedenler zahire aldanırlar, olayların sadece dışta olanıyla muhataptırlar. Örneğin Uhud'da Müslümanları şehit ederek onların naaşlarına bakıp alay eden kafirler, olayın sadece dışta görünen kısmına aldanmışlardır. Oysa, böyle şuursuzca sevinirlerken aslında kendileri (sonradan tevbe edenler hariç) sonsuz cehennemi kazanmış, şehit ettikleri Müslümanlar da cennet bahçelerinde peygamberler ve salih müminlerle bir araya gelmişlerdir. Kainatın tek bir "an" içinde ve bir "bütün olarak" yaratılmış ve ezelde her şeyin olup bitmiş olduğu gerçeğine göre düşünüldüğünde, o müminlerin o esnada cennet bahçelerinde karşılıklı tahtlarda oturmuş sohbet ediyor oldukları daha iyi anlaşılacaktır.
İman ehli bilir ki, her olay göründüğü gibi olmayabilir. İman gözüyle bakmayanlar elbette bu gerçekleri kavramazlar. Müminler zahiren bela ve musibetlere uğramış bir durumda olsalar da, gerçekte Allah’ın rahmetiyle, sevgisiyle, inayetiyle kuşatılırlar. Dünya gözüyle bakanlar onları o sırada zorluk ve musibetlerle mücadele halinde görür, mana gözüyle bakanlar ise onların o sırada her şeyden kendilerini çekerek tüm benlikleriyle Rablerine yöneldiklerini, sabrederek, şirkten arınarak, yalnızca Allah’ı dost ve vekil edinerek cennette çok yüksek makamlara doğru ilerlediklerini bilirler.
İmtihanlara maruz kalmamak değil, maruz kalınan imtihanlardan başarıyla geçmek esastır. Gerçek mümin imtihandan asla kaçmaz, çekinmez, korkmaz. Rabbinden kendisine isabet eden her şeyi büyük bir sevinç ve tevekkülle karşılar. Çünkü çileler, musibetler, zorlu imtihanlar Allah Katında çok makbuldur. Peygamber Efendimiz (sav), "amellerin en efdali, zor olanıdır" buyurarak, bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Ağır imtihanlardan geçen müminlere büyük bir sevgi ve hayranlık duyulur. Örneğin, Müslümanların Peygamber Efendimiz (sav)'e duydukları tarifsiz sevgi ve hayranlığın sebeplerinden biri de çektiği çilelerdir. Aynı şekilde biz Müslümanlar, ateşe atılan Hz. İbrahim (as)'ı tevekkülüyle, teslimiyeti ile hatırlayıp severiz. Hz. İsa (as)'ın maruz kaldığı baskı ve zorluklar, onu ulu'l azim peygamber, yani çileler, zorluklar karşısında yüksek sabır ve sebat gösteren başlıca peygamberlerden kılmıştır. Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as), Hz. Eyüp (as), Hz. Yunus (as) ve daha birçok peygamber; her biri dünya hayatında en büyük zorluklarla imtihan olmuş peygamberlerdir. Bu yüzden de yüzyıllardır sevgiyle, takdirle, övgüyle, hayranlıkla hatırlanmaktadırlar. Zira çekilen çileler asla unutulmaz. Kişi, çileler karşısında gösterdiği sabrı, şeref madalyası gibi sonsuza kadar iftiharla üzerinde taşır.
Bela ve musibetlerin mümini daha da olgunlaştırdığı gibi, kendilerine duyulan sevgiyi arttırdığı gerçeğine Geylani Hazretleri şöyle dikkat çekmiştir:
"Zahirde bela gibi görünen haller, seni daha da olgunlaştırır; bulunduğun hali muhafaza hakkı sana tanınır. İlahi sırları saklamaya emin görünürsün. Kalbin nurlanır, gönlün açılır. Lisanında bir fesahet olur. Bu fesahetin sebebiyle hikmetli konuşmalar yaparsın. Sana muhabbet, sevgi yolları açılır, hep bunları anlatırsın… Sendeki bu üstünlük sebebi ile herkesin sevdiği bir varlık olursun. İnsanlar da seni sever, başka yaratılmışlar da… Dünya da sana koşar, ahiret de…" (Abdülkadir Geylani, Futuhu’l Gayb, 18. bölüm)
Gerçek şu ki başına zorluk gelmeyen, sıkıntılara maruz kalmayan kişinin cennetten nasibi az olur. Dünyadaki musibetlerin ahiretteki karşılığı büyüktür. İbrahim Bin Ethem şöyle buyurmuştur: "Öbür dünyada terazide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”
Peygamber Efendimiz (sav) ise bir hadisinde şöyle demektedir:
"Sevabın çokluğu, belanın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şüphesiz onları (sıkıntı, musibet ve belalarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği bela ve musibetlere) rıza gösterirse, Allah’ın rızası (ve sevabı) o kimseyedir. Kim de (imtihan edildiği bela ve musibetlere) öfkelenir, (İlahi hükme rıza göstermez) ise, Allah’ın gazabı (ve azabı) o kimseyedir." (İbn Mace, Fiten 23, hadis no: 4034)
Hz. Ömer ise şöyle demiştir:
"Allah bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim."
Bir sözünde ise Hz. Ömer şöyle buyurmuştur:
"Belayı Allah-u Teala göndermiştir. Sevgili gönderdiği için de tatlı olur."
Gerçekten de mümine bela ve musibet hoş ve güzel gelir. Çünkü, en başta, Dostu olan Allah'tan gelmektedir.Madem ki Dostu ve Rabbi olan Allah onun için o belayı, o musibeti beğenip yaratmıştır, o halde o da o musibeti, o belayı beğenir, onları kendisi için güzel ve hayırlı addeder. Dahası, uğradığı bela ve musibetten dolayı büyük bir neşe ve sevince kapılır. Zira bilir ki, bela ve musibetler, kendisinden önceki müminlere olduğu gibi, ona da Allah'ın rahmetini, rızasını ve cennetini getirecektir. Bunun ümidi ve heyecanı ile içi içine sığmaz. İmam Rabbani Hazretleri bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Başa gelen belalar, sıkıntılar, her ne kadar acı ve üzücü görünür ise de, batına yani kalbe, ruha tatlı gelmektedir. Çünkü beden ile ruh birbirinin zıddı, tersi gibidir. Birine acı gelen, ötekine tatlı olmaktadır." (İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani 1. cilt s. 159)
Öte yandan çok makbul bir ibadet olan sabır ibadeti en güzel, bela ve musibet esnasında uygulanabilir. İnsanın başına gelen bela ve musibetlere güzel bir sabırla sabretmesi, uğradığı dert ve belalardan dolayı Allah'a yönelip çareyi yalnızca O'ndan dilemesi, kişiyi değerli hale getirir. Nitekim insanın kıymeti, başına gelen bela ve musibetler karşısında gösterdiği sabır ve tevekkül nisbetindedir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Müminin durumu ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hal geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu da onun için hayır olur." (Müslim, Zühd, 64)
Hz. Aişe'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resulullah'a veba hastalığını sormuş, Allah Resulü de ona şöyle cevap vermiştir:
"Veba, Allah Teala'nın dilediği topluluğa gönderdiği bir çeşit azaptı. Allah, onu müminler için rahmet kıldı. Veba hastalığına yakalanan, sabredip ecrini umarak ve başına Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey gelmeyeceğini bilerek memleketinde kalan kimse, şehit sevabına nail olur." (Buhari, Tıb, 31)
Bu konuyla ilgili başka hadislerde de Peygamber Efendimiz (sav)'in şöyle buyurduğu bildirilir:
"Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına kefaret kılar." (Buhari, Merda, 1; Müslim, Birr, 50)
"Musibetler, yüzlerin karardığı günde, sahibinin yüzünü ağartır." (Taberani)
"Allah yolundaki mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder, hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur." (Buhari)
"Belayı nimet, bolluk ve rahatlığı musibet saymayan kamil mümin değildir. Çünkü beladan sonra bolluk, bolluktan sonra bela gelir." (Taberani)
Sonuç olarak, bela ve musibetler karşısında sabır gösterenler, imtihanlardan başarıyla geçenlere ne mutlu. Onlar, ahiretteki kurtuluş ile müjdelenen salihlerdir.