Söz konusu yazıda, henüz mahkemesi süren bir davanın dosyasındaki, husumetli bir grubun gerçek dışı, asılsız iddialarına, yalan beyanlarına ve çirkin iftiralarına adeta ispatlanmış gerçeklermiş gibi yer verilmiştir. Şaşırtıcı olan, iddianameye dahi konulmayan bir kısım garip hatta uçuk tabir edilebilecek türden iddiaların bile YAZININ MAGAZİN ETKİSİNİ ARTIRMAK AMACIYLA eklenmiş olmasıdır.
Nitekim, dava dosyasında Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız aleyhinde tek bir somut suç delilinin dahi bulunmadığının ortaya çıkması bir kısım basını, sözünü etiğimiz yalan beyan ve gerçek dışı iddialardan UYDURMA MAGAZİN HİKAYELERİ üretmeye itmiştir.
Yazının genelinden, Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik yaklaşık 2 senedir bir kısım medya üzerinden sürdürülen karalama ve linç operasyonu kapsamında Kemal Özer'in de kendine verilen görevi büyük bir sadakat ve iştiyakla yerine getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.
İlgi alanı genelde uyduruk komplo teorileri olan Kemal Özer'den adeta, "cümle içinde Masonlar, FETÖ, Mossad, CIA kelimelerini bol bol kullanıp kalanına da istediği hikayeyi uydurması" istenmiş gibi görünmektedir.
Basında, camiamız hakkında uzun zamandır ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan bu tür uydurma masabaşı hikayeleri, DAVA DOSYASININ NE DERECE BOŞ OLDUĞUNUN, ORTADA HİÇBİR SUÇ UNSURU, SOMUT SUÇ DELİLİ OLMADIĞININ da en önemli göstergelerindendir.
Kemal Özer ve Yeni Şafak grubunun kullanmış olduğu bu sevgisiz ve son derece öfkeli üslup, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan bir basın grubuna ve onun temsilcilerine yakışmamaktadır. Müslüman vasfı, sevgiyi ve şefkati ön plana alan üstün bir vasıftır. Her insana bakış açısında hüsn-ü zan ve şefkatli bir sevgiyi esas alan dinimiz, böylesine öfke dolu, sevgisiz bir Müslüman imajını asla kabul etmemektedir. Özellikle Müslümanlara yönelik olarak başkalarından duyulmuş iftira niteliğindeki bilgilerin araştırılıp delillendirilmeksizin kabul edilmesi ve bunun Müslümanlara yönelik bir öfke sebebi haline getirilmesi Kur’an'da tam anlamıyla yasaklanmış bir durumdur. Allah ayetinde şu şekilde buyurur:
Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)
Bizler de, Müslüman kardeşleri olarak, dinimize aykırı bu hatalı tutum ve davranışlarını, Kur’an ve sünneti rehber edinerek düzeltmeleri konusunda Yeni Şafak ve Güneş camiasını uyarmayı bir vazife addediyoruz.
Söz konusu haber, "Temmuz işgal girişiminden bir süre öncesine kadar masonik terör örgütü FETÖ’yü destekleyen" gibi tümüyle gerçek dışı, hayali ithamlarla başlamaktadır. Nitekim, yazının ciddiyet ve gerçeklik düzeyi de buradan anlaşılmaktadır.
Türkiye'de siyasilerden sanatçılara neredeyse herkesin destek verdiği dönemde dahi FETÖ'ye hiçbir destekte, övgüde bulunmamış iş birliği içine girmemiş olan camiamızın, Yeni Şafak tarafından neye dayanarak sözde "destekçi" ilan edildiği izaha muhtaç bir durumdur. Öncelikle çok iyi bilinmesi gerekir ki FETÖ, HER ZAMAN SAYIN ADNAN OKTAR VE CAMİAMIZA KARŞI DAİMA NEFRET DOLU OLMUŞ, 17-25 Aralık öncesinde de sonrasında sayısız kumpas ile BİZLERE TUZAK KURMAYA ÇALIŞMIŞ bir terör örgütüdür. Şu anda karşı karşıya kaldığımız kumpas davası da aynı şekilde, İngiliz derin devletinin, nihai hedefi devleti ele geçirmek olan FETÖ kalıntılarını ve bazı resmi kurumlara sızmış kriptolarını kullanarak düzenlediği bir kumpastır. Dolayısıyla, FETÖ gibi hain bir yapılanmayı Sn. Adnan Oktar'la ve camiamızla, zorlama ve art niyetli izahlar, gerçek dışı yorumlar üzerinden ilişkilendirmeye çalışmak, ancak zavallı ve beyhude bir çaba olarak kalmaya mahkumdur.
Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri için 17-25 Aralık olayından önce olumlu birkaç sözü sarfettiği dönem, Cumhurbaşkanımızın ve neredeyse tüm siyasilerin FETÖ lideri hakkında olumlu konuştuğu bir dönemdir. Kaldı ki o zaman daha FETÖ diye bir kavram dahi ortada yoktur. Devlet büyüklerimizin, MİT’in bilmediği bir gerçeği bizden bilmemiz beklenemez. Sayın Adnan Oktar da, Cumhurbaşkanımıza uyarak, o dönem FETÖ olarak bile tanımlanmayan oluşum hakkında olumlu birkaç söz sarfetmiş olabilir. Ancak bu durum, FETÖ örgütün gerçek yüzü bilinmeden ve ortaya çıkmadan önceki bir döneme aittir.
Ayrıca, yine o dönemde Sayın Adnan Oktar, hiç kimsenin yapmadığı kadar FETÖ liderini ve çevresindekileri, çok sert şekillerde, defalarca eleştirmiştir. Bir kişi hakkında 10 olumlu şey söylense, bir kez olumsuz söylense, artık olumsuz olan söz geçerlidir. Yine vurgulamak gerekir ki, bu eleştiriler, herkesin FETÖ liderini övdüğü dönemde yapılmıştır.
15 Temmuz hain darbe girişiminin olduğu gece de, darbenin geçersiz olduğunu, meşru hükümete destek verilmesi gerektiğini ilk söyleyen, gece 23.00’ten itibaren ertesi güne kadar kesintisiz canlı yayın yapan kişi yine Sayın Adnan Oktar’dır.
Adalet herkese lazımdır. Hiçbir delili olmaksızın bir mazlum Müslüman'a iftira yöneltmek, "çamur at izi kalsın" mantığıyla hoş olmayan bir üslup denemesi yapmak belki kolaydır. Ama o zaman herkesin herkese bunu yapma hakkı vardır. Örneğin, henüz daha geçtiğimiz hafta, Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok, YENİ ŞAFAK GAZETESİNE VE GAZETENİN GENEL YAYIN YÖNETMENİNE FETÖCÜ SUÇLAMASI yöneltmiştir.
Görüldüğü gibi, bir kişi veya kurum için ortaya bir suçlama atmak en kolayıdır. Şu anda da Yeni Şafak gazetesi, bu suçlamayı temizlemekle uğraşmak zorundadır. Çünkü sadece söylenen bir söz üzerine bir şaibe doğmuştur. Bunu aklamak zordur ama söz, şüphe oluşturduğu için gereklidir. Oysa, böyle bir suçlamayı dillendirirken, bunun doğruluğunu kesin olarak bilmek şarttır. İftira, daima herkesin her zaman canını yakar. Mümin, muttaki kişilerin, iftiradan sakınmaları gerekir.
Bir yayın kurumunun bir şahıs hakkında, "kendisini Mehdi ilan ediyor" diyebilmesi için buna dair bir kanıtının olması şarttır. Sn. Adnan Oktar, hayatının hiçbir aşamasında, bir kere bile MEHDİ OLDUĞUNU İDDİA ETMEMİŞTİR. Daha da ötesi, defalarca asla Mehdilik iddia etmeyeceğine dair "yemin etmiştir". Sn. Adnan Oktar'ın çevresindeki kişilerden, yakın arkadaşlarından da böyle bir iddia hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Dolayısıyla şu sorunun sorulması gerekir: Yeni Şafak gazetesi, Sn. Adnan Oktar'ın kendisini Mehdi ilan ettiğini nerede görmüş, nerede duymuş, nereden çıkarmıştır? Böyle bir kaynak olmadığına göre bu izahın tamamen ÖNYARGIYLA konulmuş olduğu ortadadır.
Bir kişinin Mehdi olduğunu ima etmesi en başta İslam'a aykırı bir durum teşkil eder. Bir insan, kendisinin Mehdi olduğuna inanıyor, çevresindeki insanlar da onun Mehdi olduğundan emin oluyorlarsa, bu hem gaybı bildiğini hem de o kişinin mutlak cennetlik olduğu iddia etmek anlamına gelir. Bunun da açık bir küfür olacağı kuşkusuzdur. Bir insanın dünyada imtihanı devam ederken mutlak cennetlik olduğunu kendisi dahil kimse iddia edemeyeceğine, bunu yaparsa dinden çıkacağına göre, Sn. Adnan Oktar gibi Kuran'ın ve İslam'ın hükümlerine son derece hassas bir insanın da böyle bir imada bulunmayacağı açıktır.
"Masonik suç örgütü" ithamı aslında iki açıdan kamuoyu algısı oluşturmak amacıyla yapılmıştır. En bilinen psikolojik harp yöntemi, insanları irrite edecek kelimeleri, tabir ve tanımlamaları sıkça cümle içlerine yerleştirerek toplumda bir öfke ve nefret algısı meydana getirmektir. Burada da toplumda genelde alerji oluşturan "mason" kelimesi ile "suç örgütü" tabiri bir arada kullanılarak bu amaçlanmıştır. Yeni Şafak gazetesi, kendisini tamamen yargının yerine koymuş, davayı sonlandırmış ve mazluma suç atma günahının vebalini üstlenmekten çekinmeksizin bu suçlamayı yöneltebilmiştir.
Davanın görüldüğü Mahkemenin Sayın Hakimi dahi, kanun ve hukukun gereğini yerine getirerek "İDDİA EDİLEN suç örgütü" ifadesini kullanırken Yeni Şafak ve Kemal Özer'in kanun ve hukuku gözardı ederek hakimlerin ve yargının üzerinde oldukları görünümünü veren ifadelerini anlamak mümkün değildir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Yeni Şafak gazetesi ve Kemal Özer de dahil olmak üzere tüm Türk toplumu, Masonluğun ne demek olduğunu, hedeflerini, amaçlarını, yapısını, faaliyetlerini Sn. Adnan Oktar vesilesiyle öğrenmiştir. Sn. Adnan Oktar olmasa Masonluğun gizli yapısı asla deşifre olamaz, Türkiye’nin böyle bir yapının varlığından kimsenin haberi dahi olmazdı.
Sn. Adnan Oktar'ın Masonlar ve Tapınak Şövalyeleri gibi gizli yapılarla görüşmesi, Kuran-ı Kerim’in “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar.” (Taha Suresi, 44) ve “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (Nahl Suresi, 125) ayetleri gereği, farklı dinlerden kişileri ve söz konusu grupları, hatta ateistleri dahi İslam’a, Kur’an’a, kardeşliğe ve barışa davet etme amaçlıdır. Müslüman'dan başkasıyla görüşüp konuşma demek, tebliğ ibadetinin nasıl yapılacağı sorusunu da beraberinde getirecektir. İslam'ı tebliğ demek, insanlara İslam'ı tanıtma, anlatma, sevdirme ve insanları İslam'a ısındırma anlamına geldiğine göre, burada kastedilen hedef kitlenin Müslümanlar olmadığı açıktır. "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır" ayeti gereği de tebliğin güzel sözle, dostlukla, sevgiyle olması şarttır. Zaten aksi takdirde bir insanı İslam ile gönül bağı kurulacak hale getirmek mümkün olmayacaktır.
Sn. Adnan Oktar, bu amaçla dünya çapında etki ve nüfuz sahibi pek çok mason locası, bu localara mensup üstat masonlar ve tapınak şövalyeleri ile irtibata geçmiş, onlara eserlerini göndermiş, bazılarını misafir edip ağırlamış ve canlı yayın programlarına onlarla birlikte katılmıştır. Bu yayınlarda Kur’an’dan ayetler, barış, kardeşlik, sevgi, şefkat, dünyada var olan savaşların ancak ve ancak birlik ve beraberlikle son bulacağı gibi hayati konular konuşulmuştur. Davet edilen tüm Masonlara ve Tapınak Şövalyelerine Kuran-ı Kerim ve Sn. Adnan Oktar’ın yabancı dillerdeki Kuran'ı öven eserleri hediye edilmiştir. Böylesine sevgi ve saygı ortamı gören misafir Masonlar ve Tapınak Şövalyeleri ise yaşadıklarından çok etkilenmişler ve İslam’a karşı kalben yakınlık duymuşlardır. Ülkelerine döndüklerinde ise tüm bu güzel ve olumlu izlenimlerini dostlarıyla, çevreleriyle ve diğer mason arkadaşlarıyla paylaşmışlar, hatta kendilerine verilen KURAN-I KERİM’İ, LOCALARINA DİĞER KUTSAL KİTAPLARIN YAYINA KOYMUŞLARDIR. Böylelikle, Sn. Adnan Oktar’ın girişimleriyle Mason localarına Kuran-ı Kerim’in alınması DÜNYADA BİR İLKTİR.
Yeni Şafak gazetesi, dünyada kimsenin başaramadığı, İslam ve Müslümanlar adına bir zafer niteliğinde olan ve her Müslümanın sevinçle, övgüyle karşılaması gereken bu olayı şu akıl almaz açıklamayla yayınlamıştır: "Herkesle alay eden sanık Sucu şu komik ifadeleri kullandı: 'Masonlarla görüştüğümüz doğrudur. Mason localarına Kur’an-ı Kerim koyulmasına vesile olan kişi Adnan Oktar’dır.'"
İSLAM ADINA GERÇEKLEŞEN BİR ZAFER "komik" bir olay DEĞİLDİR. İSLAM ADINA GERÇEKLEŞEN BİR ZAFER "alay edilecek bir konu" da DEĞİLDİR. (İslam'ı tenzih ederiz)
Daha önce tüm dinlerden uzak bir imaj çizmekte olan bir takım Masonlar ve Tapınak Şövalyeleri, Sn. Adnan Oktar'ın çalışmaları sonucunda, Kur’an'ı ve İslam'ı kabul eder bir hale gelmiş ve localarında diğer Kutsal Kitaplar ile birlikte Kur’an-ı Kerim de, Sn. Adnan Oktar'ın vesilesi ile yer bulmuştur. Ayrıca, İstanbul’da Sn. Adnan Oktar’ı ziyaret eden 33. DERECE MASONLAR VE TAPINAK ŞÖVALYELERİ, İslam ahlakı gereğince karşılaştıkları güzel ahlakın, anlayışın, sevgi ve saygı dolu yaklaşımın neticesinde çok etkilenmişler ve NAMAZ KILMIŞLARDIR. Farklı ülkelerden gelen, camide namaz kılan ve dua eden 33. Derece mason üstatlar ve Tapınak Şövalyelerinin görüntüleri de A9 TV’de canlı yayın programlarında yayınlanmıştır.
Sn. Adnan Oktar'ın Mason oluşu da, yine bir programa katılan İtalyan mason locası üstatlarının talebi ile canlı yayında gerçekleşmiştir. Bu, Yeni Şafak gazetesinin bir suçmuş gibi lanse etmeye çalıştığı gibi herkesten gizli bir ortamda OLMAMIŞTIR. Sn. Adnan Oktar bunu İSTEYEREK VE BİLEREK TÜM TÜRKİYE'NİN GÖZÜ ÖNÜNDE, CANLI YAYINDA gerçekleşmiştir.
Sn. Adnan Oktar, nasıl ve niye Mason olduğuna dair bir canlı yayında şu şekilde açıklama yapmıştır:
“Diyorlar Kardeşim, Sen nasıl mason olursun? Hem de üstat mason, meşriki azam? BEN TALEP ETMEDİM. MASONLAR KENDİLERİ BENİ MEŞRİKİ AZAM İLAN ETTİLER. Yani, ben YEMİN TÖRENİNE FİLAN KATILMADIM. Ama onlar, biz senin bilgini, derinliğini değerlendirdik, seni üstad mason, meşriki azam ilan ediyoruz dediler. Ben de teşekkür ettim. İltifat kabul ediyorum, inşaAllah… Bazı kardeşlerim dar düşünüyor, çok dar düşünüyorlar. O zaman diyorlar, kiliseye girmek için Hıristiyan mı olmak lazım? Kardeşim, kilise açık. Herkes istediği gibi girer, ama… bir kulüp var İstanbul’da. Herkes giremez, üye olmak lazım. ŞAYET SEN TEBLİĞ YAPMAK İSTİYORSAN, ÜYE OLURSUN. Ondan sonra girersin. Masonluk içerisinde de, eğer tebliğ yapmak istiyorsan, İslam’ı anlatmak istiyorsan, üye olman lazım. Üye olmayan, giremez. Ayrıca üye olsan da, konferans verme, orada irşat faaliyetlerinde bulunma imkanın olmaz. Üstad mason olman lazım. 33 dereceli olman lazım. Meşriki azam olman lazım. Ben meşriki azam, üstad mason olduğuma göre, İSTEDİĞİM GİBİ ORADA TEBLİĞ YAPABİLECEK KONUMA GELDİM. Şu an Amerika’da olsun, Rusya’da olsun, Çin’de, Hindistan’da, İngiltere’de, bütün mason localarında, sohbet etmek, ders vermek iznine sahibim. Hatta burada İtalyan mason locası, siz dediler, eğer isterseniz, burada localar tesis edecek şekilde de size izin verebiliriz dediler. Benim öyle bir talebim olmadığı için, teşekkür edip reddettim. Ama üstad masonluk tebliğ için yeterli. Her yerde. İran’daki mason localarında da, Afganistan’daki localarda, Irak’taki localarda, Suriye’deki localarda, her yerde, özgürce, rahatça, özellikle Fas, Tunus, Cezayir’deki büyük localarda, istediğimiz gibi, tebliğ yapma imkanına sahibiz şu an. Amerikan Ordusu’nda da, en stratejik yerlerinde TEBLİĞ YAPABİLİYORUZ, İSLAM’I ANLATABİLİYORUZ, KURAN’I ANLATABİLİYORUZ. Darwinizmin materyalizmin geçersizliğini anlatabiliyoruz. O yönden önemli. Yani, o mantık yanlış. Arkadaşların söylediği mantık yanlış. Yani, kiliseye girmek için Hıristiyan olmak lazım, çok mantıksız. Çünkü MASON OLUNCA, SEN İNANCINI DEĞİŞTİRMİYORSUN Kİ. Ama Hıristiyan olunca, inancını değiştirmiş oluyorsun. Orada o kulübe üye olmuş oluyorsun. Üstad mason olduğunda da, tebliğ yapma, konferans verme, orada her türlü ilmi çalışmada, önder olma yetkisine sahip oluyorsun. Bu önemli bir imkan. Bunu anlamazlıktan gelmenin bir alemi yok. Onunla onun arasında çok büyük bir fark var. Mesela sinagogda. Sinagoga girmek için, Musevi mi olmak gerekir mantığıyla yaklaşamayız. Sinagoga girebilirsin istediğin gibi. Ama masonluk dünyayı yöneten dev bir kurum. Bütün dünyaya hakim. İran masonluğu mesela, çok güçlü. Hindistan masonluğu çok güçlü. Suriye masonluğu çok güçlü. Türkiye’de de çok güçlüdür masonluk. Dolayısıyla, dünyayı yöneten büyük bir yapılanmanın içinde tebliğ yapabilmek, İslam’ı yayabilmek hayati bir konudur. ATEİZMİN YAYILMASINI BEKLEYECEK BİR HALİMİZ YOK. Tabi ki orada İslam’ın yayılmasını istiyoruz. Kuran’ın anlaşılmasını istiyoruz. Gerçek İslam’ın anlaşılmasını istiyoruz ve başarılı oluyor. Çok etkili oluyor. Hakikaten birçok mason kulübünde, birçok mason derneğinde pek çok faaliyetlerimiz oldu, imanı, Kuran’ı anlatan. Allah’a hamdolsun, elhamdülillah.”
Ne Sayın Adnan Oktar ne de arkadaşları, şu anda görülmekte olan DAVA DOSYASININ HİÇBİR YERİNDE İsrail istihbarat örgütü MOSSAD'a bilgi sızdırmak gibi bir suçlamayla SUÇLANMAMIŞTIR. Yeni Şafak'ın böyle bir iddiayı nereden çıkardığı ve bunu adeta kesin bir bilgiymiş gibi böylesine keskin ifadelerle nasıl yazabildiği anlaşılamamaktadır. Yeni Şafak gazetesi bir yargılama mercii olmamakla birlikte, görülen o ki dava dosyamıza dahi hakim değildir. Mevcut suçlamaları gerçekleşmiş gibi anlatma, olmayan suçlamaları da ekleme yoluyla bu basın organının neyi amaçladığı açıklama beklemektedir. Amaç, husumet duyulan Müslümanlara yönelik olarak yargıyı etkilemek ise Türk yargısının bu tür safsatalardan etkilenmesini beklemek, Türk yargısına büyük bir hakaret olacaktır.
Masonlukla ilgili verilen bilgileri, adeta dahiyane bir buluş yapılmış gibi, Demirel'in "dul kadının çocuğuna yardım" gibi garip bir yöntemle ilişkilendirmeye çalışmak ise çok zavallıca bir çaba olarak göze çarpmaktadır. Böyle bir çaresiz bağlantının nasıl kurgulandığı ve nasıl ortaya atıldığı akıl alır gibi değildir. Sayın Demirel'in hangi konuda, nasıl bir yöntem belirlediği burada konumuz değildir. Fakat Yeni Şafak gazetesinin tam olarak algılayamadığı şu bilgiyi vermemiz şarttır: Sn. Adnan Oktar hayatında hiçbir zaman Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locasının üyesi olmamıştır. Dolayısıyla Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locasının Büyük Üstadı Bülent Akkan tarafından Adnan Oktar'ın derneğe üye olmadığına dair söyledikleri doğrudur. Sn. Adnan Oktar'ın aldığı masonluk belgesi, İtalyan mason locasına aittir. Hangi mantıkla Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locasından bir teyid alınmaya ihtiyaç duyulduğu ciddi merak konusudur. Bunun olağanüstü önemli bir delilmiş gibi Demirel ile ilişkilendirilerek Yeni Şafak tarafından haber yapılması ise daha da şaşkınlık vericidir.
Bu akıl almaz iddiayı, tıpkı diğerleri gibi bu kadar rahat sarf edebilen Yeni Şafak gazetesini ve söz konusu haberin yazarı Kemal Özer'i, vicdani bir muhasebe yapmaya davet ediyoruz. Ellerinde hiçbir delil bulunmaksızın, dava dosyamızda da tek bir delil olmaksızın "dolandırdığı biliniyor" gibi farazi, akıl almaz derecede boş ve öfke kokan ifadelerle böylesine kolay bir suçun Müslümanlara atılmasının, Allah'ın Katında vebali büyük olabilir. İnsan fanidir, unutkandır; ama ALLAH UNUTMAZ. Böylesine mesnetsiz, delilsiz, kaynaksız suçlamaları, sırf toplum içinde bir algı yaratabilmek için böylesine keyfiyetle yöneltebilen Yeni Şafak yönetimine bu hatırlatmayı yapmak, bir Müslüman olarak görevimizdir.
Öncelikle buradaki açıklamalarda kullanılan "Adnan Oktar çetesi" yakıştırmasının son derece suçlayıcı, sevgisiz, hakaretamiz olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce yargılanma süreci devam etmektedir. Henüz hüküm verilmemişken, Yeni Şafak gazetesi adeta mahkeme gibi davranıp, kararı vermiş görünmektedir. Bu cümleler, basın ilkelerini ve etiğini ayaklar altına almaktadır, Sayın Adnan Oktar’ın ve camiamızdaki arkadaşlarımızın masumiyet karineleri hiçe sayılmaktadır.
Basın etiğinin çiğnenmesinden de öte, Müslümanca bir üslup değildir, yazı vicdana uygun olarak yazılmamış, ciddi bir husumet hissedilmektedir. Vatan, millet, devlet için bu kadar büyük hizmetlerde bulunmuş olan, vatan sevdalısı, Türk İslam Birliği gönüllüsü ve varlığı boyunca İslam'a ve devlete yönelik hayırlı işler yapmış böyle bir topluluğun bir "çete" olmadığını devletimiz başta olmak üzere herkes bilmektedir. Geçirdiğimiz bu yargı dönemi, bunun tam olarak ortaya çıkması ve bütün suçlamalardan aklanmamız için de oldukça hayırlı olmuştur.
Yargının silah gibi kullanılması iddiası ise Türk yargısına yönelik ciddi bir suçlamadır. Türk yargısı hangi şikayetler için soruşturma başlatılacağına en akılcı ve en adil şekilde karar verebilecek yetkinliktedir. Ayrıca bizlere yönelik hakarette bulunan kişilere karşı yargıya başvurulması zaten her Türk vatandaşının yapması gereken, OLMASI GEREKEN bir tutumdur. HAKKIMIZI YARGI DIŞINDA HANGİ YOLLA ARAMAMIZ BEKLENMEKTEDİR? Karşıdaki kişi, hakarette bulunacak kadar aşağılık bir tutum içine giriyorsa, buna cevap olarak aynı aşağılık yönteme başvurmayacağımız açıktır. Ülkede yargı sistemimiz dışında bunu nereye şikayet etmemiz istenmektedir? Yeni Şafak idaresi, kendisine veya kurumuna bir hakaret ve suçlamada bulunduğunda acaba hakkını nasıl aramaktadır? Bizim yargıya sığınmamız nasıl bu şekilde suça dönüştürülmeye çalışılmaktadır? Madem böyle mesnetsiz bir suçlama bizlere yöneltiliyor, o halde bu soruların cevaplarını beklemek de hakkımızdır.
BİZİM BAŞVURU MERCİİMİZ TÜRK YARGISIDIR. Hakaret eden ya insanlara zorbalıkla, hakaretle saldırmamayı öğrenecek ve bu güzel ülkede güzellikle yaşayacaktır ya da yargıda hesabını verecektir. Özellikle ALLAH'A, KURAN'A, İSLAM'A AHLAKSIZCA LAF SÖYLEMEYE KALKAN OLDUĞUNDA, tereddütsüz İLK BAŞVURUMUZ DAİMA YİNE YARGI OLACAKTIR. Pek çok Müslümanın sustuğu dönemde daima sesimizi çıkardığımız, İSLAM'IN İTİBARINI KORUDUĞUMUZ gibi, bundan sonra da AYNI ŞEYİ YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ.
"Hakaret eden tarafları büyük tazminatlara mahkûm ettirdi" sözüyle Yeni Şafak'ın önyargılı bakış açısı bir kez daha dikkat çekmiştir. Tazminatı yargı belirler. Ayrıca bizim genellikle taleplerimiz, alınan tazminatların Mehmetçik vakfına ve çeşitli hayır kurumlarına bağış yapılması şeklindedir. Eğer Yeni Şafak gazetesi bu konuyu biraz olsun önyargısız bir şekilde araştırmış olsaydı, durumun bu şekilde olduğunu hemen görebilirdi.
Nasıl bu kadar kolay sarf edildiği anlaşılamayan bu trajikomik ifade, zaten kendi içinde olağanüstü mantıksızlıklar barındırdığı için kendi kendini yalanlamaktadır. Trajikomiktir çünkü SN. ADNAN OKTAR HAYATINDA BİR KERE BİLE YURT DIŞINA ÇIKMAMIŞTIR. PASAPORTU DAHİ YOKTUR; hayatında hiç olmamıştır. Yeni Şafak gazetesinin böyle bir iddiayı nasıl bu kadar rahat sarf edebildiği, böylesine gerçek dışı bir bilgiyi nasıl bu kadar kolay yazabildiği izaha muhtaçtır. Sn. Adnan Oktar'ın ne yurt dışında ne de yurt içinde CIA ve MOSSAD bağlantısı hiçbir zaman olmamıştır. Kendisinin ve arkadaşlarının kayıtları 2016 yılından beri kesintisiz incelenmektedir, mahkemede bütün bunlar açıklanmıştır ve bu kayıtların hiçbirinde CIA ve MOSSAD bağlantısına dair bir şey yoktur. Yeni Şafak gazetesi nasıl oluyor da koskoca Türk polisinin, savcısının, mahkemenin bulamadığı bir bilgiyi böylesine ezbere bulabilmekte ve "kendi kayıtlarında görüldüğüne" dair gerçek dışı bir bilgiyi ortaya atabilmektedir? Buna benzer baştan sona gerçek dışı iddialarla dolu ve sadece öfkeyi dışavurum amacıyla yazılmış bu yazının bütününü sırf bu akıl almaz ifade bile tümden yalanlamaktadır.
Yeni Şafak gazetesi, Sn. Adnan Oktar’ın bir bayanla basıldığını iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Bu son derece çirkin, mesnetsiz bir iftira, toplumun algısını yönetmeye dayalı kurgu bir senaryodur.
Ne şu anki dava dosyasında ne de bugüne kadarki adli girişimlerde böyle bir durum asla olmamış, mesnetsiz bir iddia olarak bile karşımıza çıkmamıştır. Ne polis fezlekelerinde ne de soruşturma dosyalarında böyle bir olaydan bahsedilmemiştir. Hatta bizlere yönelik en yoğun iftiraların olduğu dönemlerde dahi böyle bir konu gündeme gelmemiştir. Yeni Şafak gazetesi yazarının adeta husumetli ve öfkeli bir yaklaşımla, aklına gelen her suçlamayı hemen her cümleye sığdırmaya çalıştığı bir kere daha anlaşılmaktadır.
Sn. Adnan Oktar'a yönelik olarak dosya kapsamında da gündeme getirilen cinsel içerikli iddialar, bir kısım sözde müşteki ve mağdurların yüzlerce yıl hapis yatmakla tehdit edilerek can havliyle verdikleri gerçek dışı beyanlarından ibarettir. Bu kişilerin tamamı özel bir operasyonla tek tek tespit edilip, hedef alınıp, önce sosyal medya yoluyla toplum nezdinde deşifre edilmiş sonra da bir kısım emniyet mensupları ve müştekiler de kullanılarak tutuklanma tehdidiyle korkutularak aleyhte ifade vermeye zorlanmışlardır. Bu ifadeler arka planda bu olayı kurgulayanlar tarafından camiamızı hukuken zor durumda bırakmak ve oluşacak kamuoyu infialinden yararlanmak için uydurulan hayali senaryolardır.
5 aydır devam eden mahkememize, bu iddialarla ilgili TEK BİR DELİL DAHİ GETİREMEMİŞLERDİR.Ama her nedense Yeni Şafak gazetesi bunu yakışıksız bir üslupla bir gerçekmiş gibi yazmaktan çekinmemektedir.
Oktar Babuna’nın kan dolandırıcısı olduğu iddiası ise, yine bu öfkeli yazıda her cümle arasına sıkıştırılan inanılması güç suçlamalardan biridir. Kartel medyasının tozlu sayfalarından çıkartılmış, 2-3 yılda bir sürekli bir şekilde gündeme getirilen söz konusu iftira, aksi onlarca yargı kararıyla ispatlanmış, aklanmış bir algı operasyonundan başka bir şey değildir. 1999'da gerçekleşen kan kampanyası doğrudan devletin eliyle gerçekleştirilmiştir. DÖNEMİN BAŞBAKAN'I MESUT YILMAZ VE EŞİ BERNA YILMAZ tarafından bizzat organize edilen, ÇAPA TIP FAKÜLTESİ tarafından bizzat koordine edilen bu kampanya ile ilgili tüm yargı kararları mevcutken, aradan geçen 21 seneye rağmen bunun Yeni Şafak gazetesi tarafından nasıl ve ne amaçla "dolandırıcılık" iftirasıyla bu satırlara konulduğu anlaşılamamaktadır.
Bu akıl almaz iddia, her iki gazetenin de saygınlığına tek başına ciddi leke sürmektedir. Sn. Adnan Oktar, tüm aile şeceresi detaylarıyla tespit edilmiş ve YAYINLANMIŞ olan nadir kişilerden biridir. Aslanoğulları soyundan gelmektedir, Yusuf Oktar'ın oğlu Adnan Oktar'dır. SEYYİDDİR. ŞECERESİ HZ. ALİ'YE, ORADAN DA SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ (SAV)'A UZANMAKTADIR. Söz konusu şecereye bu linktenulaşılabilir. Sn. Adnan Oktar'ın seyyid olduğu gerçeğini ortadan kaldırmak için kurgulanmış bu çaba, son derece ilkel ve zavallıca bir çabadır. Sn. Adnan Oktar'ın Sevgili Peygamberimiz (sav)'in torunu olduğu ve Adnani soyundan geldiği gerçeğini kabul etmek kimsenin ağırına gitmemelidir. Bu övünülecek bir güzelliktir.
Yeni Şafak ve onun haberini tekrarlayan Güneş gazetesi yazarları, hemen her cümleye sıkıştırdıkları ciddi ve mesnetsiz suçlamalar, hatta hakaretlerle, camiamıza yönelik böylesine güçlü bir öfkeyi ne amaçla tetiklemek istemektedirler? Söz konusu yazılar okunduğunda ve bu yazılardaki gerçek dışı izahlarla birlikte dikkat çeken öfke, nefret ve sevgisizlik dikkate alındığında, bu sorunun sorulması şart olmaktadır. Türkiye'mizin, sınırlarında konuşlanmış terör örgütlerine, ülkemizi içten ve dıştan yıkmak isteyen derin devletlere, ekonomik olarak bizi çökertmeye çalışan dev uluslararası finans kartellerine kadar uğraşması gereken pek çok sorunu vardır. Ortadoğu'nun kilit noktasında varlığımızı ve bekamızı korumak için vermemiz gereken mücadeleler dururken, bütün bunlara sahip çıkması gereken Yeni Şafak ve Güneş gazetelerinin, 40 yıldır SADECE İSLAM'A, VATANA, MİLLETE HİZMET EDEN MÜSLÜMANLARI HEDEF ALMASI vahim bir durumdur. Söz konusu gazetelerin, devam eden bir yargı süreci varken, adeta YARGININ YERİNE GEÇİP HÜKÜM KOYMASI ülkemiz için endişe kaynağıdır. Ayrıca bu yazılardan yayınlanan suçlamaların akıl almaz derecede GERÇEK DIŞI VE MANTIKSIZ olması, buradaki karalama politikasının bu kadar aleni şekilde yapılması hem Yeni Şafak hem de Güneş gazetelerinin SAYGINLIĞINI VE GÜVENİLİRLİĞİNİ CİDDİ ŞEKİLDE ZEDELEMEKTEDİR. Sevgiye hem ülkemizde hem de dünyada bu kadar ihtiyaç varken, böylesine sevgisiz bir üslupla çamur atmaya çalışmak sadece küçük düşürücü değil, aynı zamanda bu millete ve devlete de büyük bir zarardır. Müslümanlara böylesine bir nefret ve öfkeyle amaçlanan şey, YARIN BU NEFRETİ KÖRÜKLEYENLERE DÖNEBİLİR. Unutulmamalıdır ki, ALLAH'IN ASLA ŞAŞMAYAN VE DEĞİŞMEYEN BİR KANUNU VARDIR. O kanun dahilinde, BÜTÜN İFTİRALAR SAHİBİNE DÖNER, BÜTÜN TUZAKLAR BOZULUR, ÖFKE VE NEFRET SAHİBİNİ YAKAR. Bu nedenle Yeni Şafak ve Güneş gazetesi yazar ve editörlerine vicdanlı davranmalarını, güzel bir dünya istiyorlarsa bunu sevgiyi canlandırarak, daima sevgiden yana olarak yapabileceklerini hatırlatmak istiyoruz.