Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, A9 TV'de katıldıkları canlı yayın programlarının bazı bölümlerinde müzik dinlemeleri, dans etmeleri, şarkı söylemeleri ve eğlenmeleri adeta çok sıra dışı ve yadırganacak olaylarmış gibi çeşitli TV kanallarında ve sohbet programlarında sık sık gündeme getirilmektedir.
Hatta söz konusu programlarda kimi zaman, saygı ve terbiye sınırlarını aşan, kişilik haklarını ihlal eden, ölçüsüz hatta hakaretamiz bazı ifadelerin kullanıldığına da ne yazık ki şahit olmaktayız.
Bu tür programlardan bir tanesi, geçtiğimiz 16 Şubat Pazar günü, CNN Türk televizyonunda, Enver Kaptanoğlu'nun hazırladığı "Nasıl?" isimli bir programdı.
Programa katılan konuşmacılardan Sayın Ramazan Kurtoğlu'nun, Sayın Adnan Oktar'ın ve A9 TV'deki bazı canlı yayın programlarına katılan hanımların, program konsepti dahilinde dans etmelerini kınayan ifadeleri oldukça düşündürücüdür.
Sayın Kurtoğlu'nun bu ifadelerini anlamak mümkün değildir. Zira, ülkemizde yüzlerce televizyon, binlerce radyo kanalı olup bunların yalnızca ekonomi, spor, vb. spesifik konularda yayın yapan bazıları hariç neredeyse tamamına yakınında eğlence ve müzik programları, şarkı ya da dans yarışmaları, gösterileri, oyun havaları... her gün, gece gündüz yayınlanmaktadır. Halkımızın çok büyük kısmı da bu programları büyük bir zevkle ve beğeniyle izlemektedir.
Yine, halkımızın çok büyük bölümü düğünlere, eğlencelere, müzik çalınan mekanlara, davetlere, diskolara, kulüplere gitmekte, buralarda ister müzik dinlemekte, ister şarkı söylemekte, ister dans etmekte, ister oyun oynamakta veya halay çekmektedir. Kısaca herkes her yerde dans etmekte, oynamakta ama Sayın Kurtoğlu'nun tabiriyle kimse "cakkudu cukkudu" etmemektedir.
Aynı şekilde, Sayın Kurtoğlu da arkadaşları da ailesi, yakınları ve akrabaları da düğünlere giderek yine kendi tabiriyle "cakkudu cukkudu göbek atmaktadır". Eğer bunda yanlış, adaba, edebe, ahlaka, toplum kurallarına aykırı bir şey varsa, dans etmeyi, göbek atmayı kınayan, eleştiren bir kişi olarak en başta kendisinin yapmaması gerekmez mi?
İŞİN DOĞRUSU, DANS ETMEKTE, MÜZİK DİNLEMEKTE, EĞLENMEKTE, BAŞKALARINI RAHATSIZ EDİP ZARAR VERMEDİKTEN SONRA NE İSLAM'IN NE DE TOPLUMUN KURALLARINA AYKIRI OLAN, ELEŞTİRİLECEK, KINANACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR. YÜZDE 90'INDAN FAZLASI MÜSLÜMAN OLAN ÜLKEMİZ İNSANLARINDAN HİÇBİRİ DANS ETTİĞİ, OYNADIĞI, HALAY ÇEKTİĞİ, HORON TEPTİĞİ İÇİN HAŞA DİNDEN, İMANDAN, İSLAM'DAN ÇIKMAMAKTADIR. BUNLARI YAPANLAR, İSLAM'I DA YANLIŞ TEMSİL ETMEMEKTE, SAPKINLIĞA VEYA DELALETE DÜŞMEMEKTE, YİNE NUR GİBİ TERTEMİZ MÜSLÜMANLAR OLARAK HAYATLARINA DEVAM ETMEKTEDİRLER.
Üstelik, kimsenin bu insanlara "bu yaptığınızın neresi İslam, siz İslam'ı nasıl temsil ediyorsunuz, insanların inançlarının içini mi boşaltıyorsunuz" gibi sorular sormak aklına bile gelmemektedir, ayrıca haddi de değildir. Çünkü yaptıkları İslam'a ve Kur'an'a aykırı değildir ve bu meşru fiilleri yaparken İslam'ı temsil etme gibi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar da her zaman İSLAM'A UYULMASINI, KUR'AN'IN ESAS ALINMASINI söylemiş, hiçbir zaman "bana uyun" dememiştir. Hayatı boyunca ne hocalık ne mürşitlik ne de İslam'ı temsil etme iddiasında olmamıştır. Kendi deyimiyle "sıradan, mütevazi, Allah'ı çok seven herhangi bir Müslüman"dır. Yukarıda sözünü ettiğimiz dans eden, müzik dinleyen, eğlenen tüm diğer Türk ve Müslüman vatandaşlarımızdan, kardeşlerimizden farkı yoktur.
Ayrıca, Sayın Kurtoğlu'nun, programda Sayın Adnan Oktar'ı kastederek "O da SÜREKLİ İSLAM İSLAM diyordu... çıkıyor televizyon ekranına, kameranın karşısında. Sevgili peygamberimizden, Allah'tan, Lillah'tan BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR..." şeklinde ifadeler kullanarak böyle güzel bir tavrı, hem de Allah'tan, İslam'dan çok bahsetmesine vurgu yaparak güya hatalı, eleştirilecek bir konu olarak göstermeye çalışmasını anlamak mümkün değildir. Bir insanın her gün televizyonda saatlerce ve her vesileyle sürekli Allah'ı ve peygamberimiz (sav)'i anmasından, hatırlatmasından daha güzel ne olabilir. Bu haşa, ayıplanacak, eleştirilecek değil, aksine iftihar edilecek, teşvik edilecek bir davranıştır.
Bugün televizyon ekranlarında sık sık halkın karşısına çıkan akademisyelerimizin, bilim adamlarımızın, medya mensuplarımızın, siyasetçilerimizin de sık sık Allah'tan, İslam'dan, Peygamberimiz (sav)'den bahsettiklerini, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği dile getirdiklerini görmek, gerek bizleri gerekse tüm vatandaşlarımızı çok fazla sevindirecek, mutlu edecek son derece güzel ve hayırlı bir davranış olacaktır. Ne mutlu ki Sayın Adnan Oktar, tüm hayatında olduğu gibi, televizyon ekranlarına çıktığında da, yerli-yabancı TV kanallarına röportajlar verdiğinde de, konu ya da ortam ne olursa olsun her fırsatta Allah'ı anan, her konuyu Allah'a bağlayan en güzel modelin de öncülüğünü yapmış, örnek olmuş bir Müslümandır.
Diğer yandan Sayın Kurtoğlu, "İslam'dan bahsediyorsanız bunun bir adabı ve edebi vardır" derken adab ve edeb ölçüsü olarak neyi kastettiğini belirtmelidir. İslam'da adabın, edebin, ahlakın ölçüsü Kur'an'dır. Nitekim, Resullulah (sav)'in ahlakından sorulduğunda, Hz. Aişe (r.anha) validemizin "Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı" (Müslim 1/514 Hadis no: 746) cevabı çok ünlüdür.
Bir ortamda, bir mekanda, bir etkinlikte hanımların bulunmasının, dans, müzik ya da eğlence olmasının Allah'ı anmayı, Allah'ı hatırlatmayı yasakladığına, engellediğine dair bir Kur'an ayeti olsa Sayın Kurtoğlu'nun onu delil göstermesi gerekmez miydi? Ya da Peygamber Efendimiz (sav)'in şu durumlarda Allah'ı anmayın gibi haşa bir sözü olsa onu söylemeli değil miydi? Kaldı ki söylemesi de mümkün değildir, çünkü ne böyle bir ayet ne de hadis vardır.
Dahası, söz konusu adap, edep, Allah'a ve mukaddesata saygı göstermek olunca bu konuda dünya üzerinde Sayın Adnan Oktar'dan daha hassas ve daha titiz bir insan göstermek çok zordur. O yüzden, bu konuda endişe etmek, ortada çok büyük bir tehlike varmış gibi tavırlar göstermek yersizdir.
Bugün onlarca televizyon kanalında, birçok eğlence programının formatında din adamlarının, alimlerin, hocaların konuk edildiğini, dans, müzik, eğlence gibi etkinliklerin arasında onlara da zaman ayrılıp dini konular hakkında bilgi alındığını tüm Türkiye her gün izlemektedir. Bunda da hiçbir anormal, adaba, edebe, İslam'a aykırı bir durum olmadığı gibi her televizyon programında Allah'tan, Peygamber Efendimiz (sav)'den, dinden, imandan, Kur'an'dan bahsedilen bölümler olması insanların içini açan, imanına, maneviyatına, ruhuna son derece fayda veren çok güzel faaliyetlerdir.
Hepsinden ötesi, bu tür neşeli ve eğlenceli programlarda, ortamlarda, mekanlarda Müslümanların Allah'ı unutmaması, sürekli Allah'tan ve İslam'dan bahsetmesinin özellikle çok daha büyük bir değeri ve hikmeti vardır. Nitekim Sayın Adnan Oktar, belli bir dönem tv programlarında, dans, müzik, dekolte, eğlence, neşeli ve ileri derecede modern görünüm gibi uygulamaların özel ve kasıtlı olarak gündemde tutulmasının, günümüzde her yönden ezilmeye, zulmedilmeye, haşa küçük düşürülmeye çalışılan Müslümanların fayda ve menfaatlerine yönelik hikmetlerini defalarca dile getirmiş, detaylarıyla izah etmiştir. Bu uygulamalarla amaçlanan önemli gördüğümüz hususları kısa başlıklarla özetleyecek olursak:
Sonuç olarak da Müslümanlara karşı yürütülen alay, istihza, küçük görme gibi çirkin tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak için uygulanan bu yöntem etkisini göstermiş, başarılı olmuş, gereken mesajlar verilmiş ve sonucu da alınmıştır. Bundan böyle, daha fazla sürdürülmesine de gerek kalmamıştır.
Görüldüğü gibi, sığ ve yüzeysel bakışla kavranamayan bazı olayların derin düşünüldüğünde çok sayıda anlam ve hikmetleri vardır.
Detaylı bilgi için bkz:
Yine, çeşitli haber ve sohbet programlarına konuşmacı olarak katılan bazı kişilerin hiçbir somut bilgi, belge ve kanıta dayanmayan, tümüyle desteksiz anlatımlarla, sevgisiz ve kavgacı bir üslupla insanlar hakkında uydurma ithamlarda bulunmalarına bir örnek de, 13 Şubat 2020 tarihli CNN Türk televizyonunda yayınlanan "GECE GÖRÜŞÜ" programında yaşanmıştır.
Programda konuşan gazeteci Necdet Pekmezci, Sayın Adnan Oktar hakkında güya "hayatı boyunca çalışmayıp lüks bir hayat sürdüğü" şeklinde anlamsız ve asılsız bir iddia öne sürmüştür. Hiçbir delil ya da bilgiye dayanmadan, "nasılsa ünlü bir tv kanalına çıkmışım, artık buradan ne anlatsam halk inanır" mantığıyla ortaya atılan bu iddiada en küçük bir gerçek payı olmadığının en önemli delili, Sayın Adnan Oktar'ın 350'ye yakın kitabın yazarı olmasıdır.
Sayın Adnan Oktar dünya tarihinde gelmiş geçmiş en önemli yazarlardan biridir. Eserleri, Türkiye'de olduğu kadar, Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna'ya, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde yoğun ilgi ve beğeniyle okunmaktadır.
İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Çince, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Azerice, Bengolice, Bulgarca, Danimarkaca, Lehçe, Malezyaca, Portekizce, Sırpça, Hollandaca, İbranice, Macarca, Fince, Farsça, Hausa, Dhivehi dili, Hindice, İsveççe, Japonca, Kırgızca, Kishwahili, Malayalam, Norveççe, Romence, Tamil, Telagu, Thai dili gibi 73'ten fazla dile çevrilen, hatta bazı ülkelerin OKUL MÜFREDATLARINDA yer alan bu eserler ülkemizde ve yurt dışında milyonlarca kişilik bir okuyucu kitlesiyle buluşmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında çok büyük takdir toplayan bu eserler pek çok insanın İslam'ı, Kur'an'ı tanımasına, Allah'a iman etmesine, pek çoğunun da imanının derinleşmesine vesile olmuştur. Kitapları okuyan, inceleyen herkes, bu derin etki ve faydanın, samimi, hikmetli, akılcı ve kolay anlaşılır üslubun farkına varmaktadır.
Tüm bu faaliyetlerin yanı sıra, Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak Türkçe ve onlarca yabancı dilde binlerce belgesel ve internet sitesi hazırlanmıştır. Yine, onun eserlerinden yola çıkılarak Türkiye ve dünya çapında düzenlenen ilmi ve kültürel konulu 5000'den fazla konferans organizasyonu Sayın Adnan Oktar'ın çalışmalarının ışığında gerçekleştirilmiştir.
Bunlara ek olarak Sayın Adnan Oktar'ın 10 yıla yakın bir süredir, her gün A9 TV'deki canlı yayın programlarında devletimize, hükümetimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza verdiği güçlü ve etkili fikri destek ve katkıya tüm vatandaşlarımız şahittir. Bu süreçte Sayın Adnan Oktar'ın çok hayati konularda sunduğu son derece akılcı ilmi ve fikri öneriler kimi zaman ertesi gün hayata geçirilen hükümet politikalarında ve icraatlarında son derece etkili olmuştur.
Görüldüğü gibi, tüm bunlar ve burada sayma imkanımız olmayan diğer sayısız fayda ve katkı, son derece yoğun ve kesintisiz çalışma temposu gerektiren çalışma ve faaliyetlerdir. Hal böyleyken, hayatının her anı bu şekilde vatana, millete, Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı faaliyetlerle dolu bir insanın "hayatı boyunca çalışmadığını" öne sürmek asılsız olduğu kadar oldukça da ön yargılı ve sevgisiz bir iddia olacaktır.
Diğer bir vahim konu da, cevap haklarını kullanma imkanı olmayan insanlara karşı TV ekranlarından, fütursuzca hakaretamiz ve çirkin bir üslup kullanılmasında sakınca görülmemesi ve bu tür ölçüsüz konuşmalara, sanki çok normal ve meşru davranışlarmış gibi göz yumulmasıdır.
13 Şubat 2020'de Haber Global kanalında yayınlanan bir programda bu endişe verici durumun örneklerinden biri yaşanmıştır. Programa katılanlardan Optima Araştırma A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Daşdemir ve Ömer Lütfi Avşar isimli bir avukat, Sayın Adnan Oktar hakkında kendilerince bir takım saygıya ve terbiyeye uygun olmayan ifadeler sarfetmişlerdir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Sayın Adnan Oktar, hakkında hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hayatında hiçbir suça karışmamış, tek bir sabıka kaydı bulunmayan, hakkında hiçbir somut suç delili, hatta emaresi bile bulunmaksızın 19 aydır hukuksuz bir biçimde cezaevinde tutulan, masumiyet karinesine sahip bir insandır. Hayatı İslam'a, vatana, millete, devlete hizmetle geçmiş tertemiz bir vatan evladıdır.
Bu nedenle, hiçbir geçerli bilgi, belge ya da kanıt sunmadan bir insan hakkında gelişigüzel, "sapkın", "soytarı" gibi hakaret içeren ifadeleri sarf etmenin hiçbir bilgilendirme, aydınlatma veya analiz değeri taşımadığı gibi yalnızca kişilerin bastırılmış bilinçaltını gözler önüne seren karalama maksatlı tavırlar olduğunu belirtmek gerekir.
Ayrıca, bu ve benzeri programlarda dikkat çeken bir başka ilginç husus, konu her ne olursa olsun SÖZÜ BİR ŞEKİLDE SAYIN ADNAN OKTAR'A GETİRME çabasıdır. Bugün basında sırf birkaç cümleyle bile olsa kendisinin adından söz etmek için yazılan upuzun makaleler, TV kanallarında Sayın Adnan Oktar'dan kısaca bahsedebilmek için hazırlanan saatlerce süren programlar yayınlanmaktadır. Her vesileyle Sayın Adnan Oktar'ın gündeme getirilmeye çalışılması da insanların kendisini ne derece önemsediğinin, unutamadığının, bilinçaltlarına kazındığının bir göstergesidir. Bu durum da kendisinin müstesna kişiliğini ve çalışmalarının etki gücünü göstermesi bakımından oldukça manidardır.
Çok sayıda insanın istifade etmeyi umarak izlediği bu tür programlarda kimseye ne bilgi ne ahlak ne adap ne edep bakımından bir katkısı olmayan üslup ve konuşmaların insanlara kötü örnek olmak dışında hiçbir fayda sağlamayacağı açıktır. Bugün bu tür ifadeleri engel tanımadan kullanabilen kimselerin yarın başkalarının da bu yanlış tavrı kendilerine karşı sergileyebileceğini iyi düşünmeleri gerekir.
Bu tür bir sınır tanımazlığın önü açılırsa bir zaman sonra aynı ölçüsüz üslubu kullanmaktan kimse çekinmeyecek, aynı rahatlık ve vurdum duymazlıkla yarın da bu insanlar için "TV'ye çıkıyor soytarılık yapıyor", "sapkın hareketler yapıyor" denilebilecektir. Hatta, "dilin kemiği yok" düsturuyla, çok daha uç ifadeler sarfetmekten geri durulmayacaktır.
Dolayısıyla, hiçbir ölçü ve sınır gözetmeksizin, insanların kişilik haklarını çiğnemekte hiçbir beis görmeksizin mevcut konjonktürü fırsat bilerek, "ben yaptım oldu" şeklinde bir mantığın yarın da başkalarının aynı şeyi kendisine yapmasının kapısını açabileceğini unutmamak gerekir.
Bu tür olumsuz konuşma ve tavırlar, günden güne TV ekranlarından bu şekilde yaygınlaştığı takdirde milyonlara çok olumsuz bir örnek teşkil edecektir. Bu yoğun telkinin altında kalarak aynı yakışıksız üslubu ve tarzı benimseyen, normal ve meşru kabul eden, her fırsatta birbirine öfke duymayı, hakaret etmeyi, saldırmayı günlük yaşamın bir parçası olarak gören bireylerden oluşan bir toplum da dejenerasyonun ve çözülmenin eşiğine gelecektir. Bu ise ülkemiz açısından çok büyük bir tehlikedir.
Ülkemizin, huzur, güven, istikrar sevgi ve kardeşlik ortamına en çok ihtiyacı olan böyle bir dönemde insanları gerilime, öfkeye, sevgisizliğe, çatışma ve kavga ruhuna sürükleyen bu tür üslupların yaygın hal alması çok sakıncalı ve tehlikeli bir durumdur.
Bu itibarla, en basit, en meşru, dahası çok sayıda fayda ve hikmetleri olan güzel faaliyetleri sürekli garip komplo teorileri eşliğinde, sinirli bir yüz ifadesi ve abartılı anlatımlarla güya büyük tehlike arz eden çok vahim olaylarmış gibi kamuoyuna çok farklı ve yanlış biçimde yansıtmanın kimseye bir katkısı yoktur. Aksine, günümüzde git gide yaygınlaşan, tv programlarında reyting aldığı düşüncesiyle desteklenen ve sürekli yer verilen bu olumsuz, sevgi ve şefkat ruhundan uzak, kavgacı üslubu teşvik eden toplum mühendisliği modeli, insan fıtratına tamamen aykırıdır. Bu nedenle de toplumu günden güne gergin, mutsuz, moralsiz, karamsar bir psikolojiye sürüklemektedir.
Her gün onlarca tv programında yayınlanan bu olumsuz telkin fırtınası, insanlara sürekli korkunç, karmaşık ve karanlık bir gelecek sunmaktadır. İnsanlar da korkup tedirgin oldukları için bu programları izleyerek çare bulacaklarını ümit edip daha da fazla gerilime girmektedir. Bu durum insanlarda sevinçten, neşeden eser bırakmamış, hem halkı hem siyaseti hem ekonomiyi ciddi şekilde kötü etkilemiş, küskün ve içe kapalı, üreticilikten, girişimcilikten kaçan, her şeyden tedirgin, güvensiz, yarın başına nasıl kötü bir şey geleceğinin endişesini taşıyan mutsuz ve karamsar bir toplum ortaya çıkarmıştır. Ülke olarak giderek dünya üzerinde yalnızlaşan bir sürece girilmiştir.
Oysa milyonlarca insana ulaşma imkanı olan bu programlarda, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten, muhabbetten bahsedilse, hep olumlu üslup hep olumlu ifadeler, sevgi ve muhabbet sözcükleri kullanılsa durum bugünkünden çok farklı olacaktır. Herkesin içi açılacak, psikolojisi düzelecek, şevk ve heyecanı, morali ve enerjisi yeniden tırmanışa geçecektir. Elbette ki insanlardaki bu iyileşmenin bereket ve güzelliği tüm topluma, ülkemize, devletimize ve hükümetimize de yansıyacaktır.
Burada tek kilit kelime sevgidir; insanlara, olaylara, toplum kesimlerine sevgiyle bakıldığı, insanlar birbirlerini sevgi ve sevgiyle andıklarında bunun geri dönüşü de mutlaka sevgiyle olacaktır.
Topluma sevgi ve huzurun yayılmasında medya kuruluşlarımıza, bu tür programların yapımcılarına, programlara konuk olarak katılan bilim ve düşünce insanlarına çok önemli sorumluluklar düşmektedir.
Bu sevgisizliğin, ön yargılı ve yıpratıcı tutumların önü alınmaz ise, bundan bir gün herkes zarar görecektir; bu durum da toplumumuzda onarılmaz yaralar ve derin manevi çöküntüler meydana getirecektir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.