Adnan Oktar ve arkadaşları davasında, 25 ve 26 Haziran 2020 tarihlerindeki duruşmalarda (sözde) etkin pişman sıfatıyla ifade veren arkadaşlarımızın baskıyla söylemek zorunda kaldıkları iftiralar başta Milliyet, Hürriyet, Sabah gibi gazeteler olmak üzere bir kısım medyada adeta somut ve kanıtlanmış gerçeklermiş gibi manşetlere taşındı. Öncelikle şunu vurgulamak isteriz ki bu arkadaşlarımıza verdikleri gerçek dışı beyanlar sebebiyle kendilerine hiçbir kırgınlığımız olmadığı gibi, maruz kaldıkları baskıyı, yaşadıkları zorlukları bizzat bizler de tecrübe ettiğimiz için kendilerine yalnızca şefkat ve merhamet duyuyoruz.
Bu mazlum arkadaşlarımızın bu iftiraları sarf etmeye mecbur bırakılmaları dahi tek başına bizim haklılığımızın ispatı konumundadır. Bu durum, bu kadar büyük bir operasyona, tarihte örneğine az rastlanır bir yaygaraya, neredeyse yedi düvelin aleyhimizde bir araya gelmiş olmasına rağmen tek bir tane bile somut suç bulgusu ve delili ortaya konulamadığının açık ve net göstergesidir.
İsnat ve ithamlarına hukuki hiçbir delil bulamayanlar, insanları “tutuklanmakla, bir daha gün yüzü görmemekle, cezaevinde çürümekle, mal ve mülklerinin tamamına el konulmasıyla, geleceklerinin yok edilmesiyle, itibarlarının ve onurlarının toplum nezdinde karalanmasıyla” tehdit edip iftiracı olmaya zorlamaktadır. Ortaya tek bir tane bile somut suç delili koyamayanlar, insanlara amansız bir baskı ve tehditle uzun uzun iftiralar anlattırmakta sonra da “bakın işte itiraf ettiler” diyerek ortalığı velveye vermektedirler.
İlkokul çağındaki bir çocuk bile, “madem böyle bir yapılanma vardı Devlet niye buna 40 yıldır seyirci kaldı?”, “bu insanlar birdenbire yer altından mı çıktılar ki bunlar görülmüyordu?”, “böyle bir ahlaksızlık varsa bunları anlatanlar neden 30 yıl boyunca bu camianın içinde kaldılar?” gibi haklı soruları sorup bu iftiralara itibar etmezken, koskoca insanların, kurumların akla ziyan bu hikayeleri büyük bir iştiyakla, anlamsız bir coşku ve heyecanla manşetlerine taşımaları da kendileri açısından ibretlik bir durumdur.
Bu manşetleri yapanların kendilerinin de inanmadığı ve aslında itibar etmediği bu iftiraları gündeme taşımalarının sebebi ise açıktır: KORKU. İngiliz derin devletinin güdümündeki derin devletin basın üzerinde kurduğu korku ve dehşet sisteminin farkındayız. Tıpkı gerçek dışı beyanlar vermek zorunda kalan arkadaşlarımıza olduğu gibi sizlere de şefkat duyuyoruz ve içinde bulunduğunuz durumu anlıyoruz. Maruz kaldığınız baskı sebebiyle “ne yapsak acaba” diye telaş içinde olduğunuzu, bir dehşet yaşadığınızı görüyoruz. Hürriyet ve Milliyet gibi iki büyük gazetenin sahibinin dahi bu dehşet ve korkudan gazetelerini bırakıp gittiğinin, İngiliz derin devletinin uşağı olmuş bir avuç derin devlet çakalının inanılmaz bir KORKU İMPARATORLUĞU kurduğunun farkındayız. Ama biz şunu biliyor ve inanıyoruz ki burada bir tane Devlet vardır, o da TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'dir.
Korku bulaşıcıdır. Korkuyu ve dehşeti körüklemek de kolaydır. Ama unutmayın biraz cesaret göstererek bu korku döngüsünü yıkmak da aslında sizin elinizde. Biraz cesur olduğunuzda, yalanlara, karalamalara, talimatla atılan manşetlere, insanları yargısız infaz etmeye, yaygara koparıp galeyan oluşturup insanları ezmeye dayalı sistemi yıkabilirsiniz. Eğer bu cesareti göstermezseniz bu dehşet ve korku mekanizması bir gün sizin için de işleyebilir. Nitekim işliyor da. Dün sizlerin diğer insanlar için teşvik edip desteklediği şeylerle ertesi gün gazeteci arkadaşlarınız muhatap oluyor, tutuklanıyor. Dün sizin, “evlerinden sabaha karşı toplandılar iyi oldu, tutuklansınlar, cezalarını çeksinler” şeklinde yaptığınız manşetler yarın öbür gün gazeteci arkadaşlarınız için atılıyor. Sonra hep birlikte haklı olarak “arkadaşımız hukuksuzca tutuklandı” diyerek üzüntü duyup veryansın ediyorsunuz, ama bu çözüm olmuyor. Daha da vahimi bunun bir gün bizzat sizler için yapılmayacağının da hiçbir garantisi yok.
Yapmanız gereken tek şey biraz cesur olmak. Bu korku sistemini teşvik etmekten, bu acımasız çarkın bir parçası olmaktan vazgeçmek. Korku içinde olduğunuzu biliyoruz, açık ve net gördüklerinizi ve samimi düşüncelerinizi yazamıyorsunuz, talimatla gelen manşetleri atmak zorundasınız bunu da anlıyoruz...
Ama çok değil biraz cesaret gösterip en azından durumun farkında olduğunuzu, tüm bu yalanlara inanmadığınızı, ama buna mecbur olduğunuzu, baskı altında olduğunuz için gündeme bu yalanları taşıdığınızı hiç olmazsa İMA edebilirsiniz. Madem bir talimat geldiğinde bunu savuşturamıyorsunuz, en azından ortalı bir üslup kullanabilir, bir şekilde bu yalanlara itibar etmediğinizi ve destekçi olmayacağınızı işaret edebilirsiniz. Haber üslubunuzu değiştirebilirsiniz. |
Bu sevgisiz, nefret ve kin odaklı, ezmeye ve yok etmeye kodlanmış derin devlet teröründen bu derece çekinmenize, diyelim ki çekindiniz yine de bunun bir parçası olmanıza gerek yok.
Her şeyden önce bu ülke için, bu millet için, kendi çocuklarınız ve geleceğiniz için İngiliz derin devletinin güdümündeki derin devletin oluşturduğu bu korku imparatorluğuna teslim olmaktan vazgeçmeniz gerekir.
Bizler sizlerin bu oyuna gelmekten kurtulacağınıza inanıyoruz. Bundan iki yıl önce adam öldürme, askeri ve siyasi casusluk, FETÖ bağlantısı, kara para aklama, şantaj, tehdit, hürriyetten alıkoyma gibi dehşet verici 33 ayrı suçlama saydınız; bugün ise hepsinden vazgeçtiniz bir tek akla ziyan “turnike iftirası”nı manşete taşıyorsunuz. Baskı altında, tehditle iftira atmak zorunda kalan insanların hayal ürünü hikayelerini çaresizlik içinde haber yapıyorsunuz. Onlar bu iftiraları atmak zorunda, yoksa tutuklanacaklar, 50-100 yıl ceza alacakları tehdidi altındalar, hayatları kararacak. Ama siz bu sistemi körüklemek zorunda değilsiniz.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, 2 yıldır tutuklu (bir kısmı da halen ev hapsinde) olmalarına rağmen doğruyu söylüyorlar. Korkmuyorlar, yılmıyorlar. Yalana boyun eğmiyorlar. Onların 2 yıldır muhatap oldukları baskı ve tehditlere, 2 yıldır cezaevinde yaşadıkları ortamın binde birine insanların bir çoğu dayanamaz, daha ilk 10 dakikada etkin pişman olur, kendisine dayatılan her türlü yalanın altına imza atardı. Ama onlar gerçek bir Müslüman ahlakıyla, tevekkül ve cesaretle, dava ruhuyla davranıyor, asaletlerinden taviz vermiyor, hakkı ve doğruyu söylemeye devam ediyorlar. Tüm dayatmalara rağmen yanlarındaki arkadaşlarına iftira atmıyorlar. İftira attıkları anda tüm kapıların kendilerine açılacağını biliyor, bu yöndeki somut örnekleri de görüyor, ama onursuzca ve zillet içinde dışarıda olmaktansa, onurlu ve dürüst olarak içeride yaşamayı tercih ediyorlar. Hayatları pahasına korku imparatorluğuna destek vermiyorlar. Cesaretleriyle, şerefleriyle, onurlarıyla tarihe geçiyorlar. Siz de bunu yapabilir, tarihe gösterdiğiniz cesaretle geçebilirsiniz.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.