Son yıllarda, televizyonlardaki haber ve tartışma programlarından gazete manşetlerine, sokak röportajlarından internet ve sosyal medya mecralarındaki paylaşımlara kadar, son derece sevgisiz bir dilin ve çok sert, tartışmacı bir üslubun hakim olması, sağduyu sahibi ve ülkemizin geleceğini düşünen herkesi haklı olarak kaygılandırıyor.
Birçok vatandaşımız kendi fikir ve görüşlerini anlatıp savunmak yerine başkalarının fikirlerini, inançlarını ya da yaşam tarzlarını sert ve acımasız bir üslupla eleştirirken karşıt fikir veya görüşlere saygı göstermiyor. Hatta bunun da ötesinde kendisi gibi düşünmeyen ya da yaşamayanlara karşı kötü söz ve hakaretlerde bulunmayı son derece normal ve olağan karşılıyor.
Toplumun bu aşamaya gelmesinin sebepleri arasında çok çeşitli toplumsal ve sosyolojik etkenler sayabiliriz. Ancak, bu etkenler arasında en dikkat çekici olanın, uzunca bir süredir siyasete hakim olan sert, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı üslup olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğundan kuşkumuz yok.
25-30 sene öncesinde de ülke çapında çok çeşitli sorunlar yaşanıyor olmasın rağmen, parti liderlerinin aynı masada oturup konuşabildiği, tartışmaların dahi şakacı ve hoş sohbet bir üslupla yapılabildiği, o dönemleri yaşayanların bizzat şahit oldukları bir gerçektir. En tezat ideolojileri savunan siyasetçilerin dahi, kürsülerde en sert konuşmaları yaptıktan sonra devletin ve milletin ortak menfaatleri söz konusu olduğunda birbirlerine destek oldukları, doğru olanı savunmaktan çekinmedikleri bir ortamın toplum geneline de pozitif yansımaları olduğu açıktır.
En ufak bir konuda dahi kavgaya tutuşan, milli meselelerde bile çoğu zaman ortak bir tavır koyamayan bir toplum ve siyaset modelinin giderek yerleşik hale gelmesi, kuşkusuz bir ülke için olabilecek en önemli tehlikelerden biridir. Zira, vatanın, milletin ve devletin savunulması ve korunması ancak milli birlik, beraberlik, dayanışma ve kardeşlik ruhuyla mümkündür.
Bu gerçekler ışığında bakıldığında rahmetli Erbakan Hocamız ve merhum Süleyman Demirel’in demokrat, sevecen, ılımlı, esprili, herkesle iletişim kurabilen tarzlarının kıymeti de daha iyi anlaşılacaktır.
Aynı şekilde, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinden itibaren, Beyoğlu’nun arka sokaklarını teker teker dolaşan, meyhanelerdeki insanlarla sohbet eden, toplumun belki de en dışlanmış kesimleriyle iletişim kurmaya çalışan anlayışı çok değerlidir.
Günümüzde, herkesin herkesten korkup çekindiği, ana muhalefet partisi liderine dahi saldırılıp linç edilmeye çalışıldığı, hiçbir siyasetçinin neredeyse doğrudan halkla bir araya gelerek konuşup tartışamayacak duruma geldiği düşünüldüğünde bahsini ettiğimiz sevgi, insaniyet ve yüksek vicdana dayalı modelin gerekliliği ve önemi daha iyi görülmektedir.
Sayın Adnan Oktar ve camiamızdan örnek vermek gerekirse;
➤ Merhum Süleyman Demirel'in Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı olduğu dönemlerde her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen “Yıla Bakış Toplantıları"ndan 1991 tarihli toplantıya Sayın Adnan Oktar'ın konuşmacı olarak davet edilişi,
➤ DYP İstanbul İl Başkanı Sayın Orhan Keçeli'nin toplantıda Adnan Bey'i takdim edişini ve Genel Başkan Sayın Süleyman Demirel ile birlikte dönemin DYP yöneticileri Tansu Çiller, Hüsamettin Cindoruk, Orhan Keçeli ve toplantıya katılan diğer partililerin Adnan Bey'in konuşmalarını can kulağıyla dinlemeleri,
➤ Merhum Erbakan Hocamızın, Sayın Adnan Oktar'ın fikir ve görüşlerine verdiği değeri, kendisiyle birlikte birçok partili yöneticinin de katıldığı Sayın Adnan Oktar ile karşılıklı fikir alışverişlerinde bulundukları saatler süren istişare toplantılarını,
➤ Erbakan Hocamız’ın Uğur Dündar’ın programı da dahil olmak üzere birçok programa Sayın Adnan Oktar’ın kitaplarıyla çıkışı,
➤ Sayın Erdoğan’ın 1994 seçimlerinde kendisine basın tarafından yöneltilen bir soru üzerine, eğer arzu ederse Sayın Adnan Oktar’ın da partilerinde görev yapmasından mutlu olacağını ifade etmesi,
➤ Sayın Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı seçildiği gün iki yanına arkadaş camiamızdan isimleri alıp kameralar karşısına geçmesi,
➤ Gülay Pınarbaşı arkadaşımızın Refah Partisi camiası tarafından sevgiyle kucaklanması, Erbakan Hocamız’ın talebiyle Milli Gazete yazarı olarak görev yapmaya başlayıp halkla iletişiminin sıcak tutulması
gibi güzel örnekler bugün, “ne derler” korkusuyla vicdanına kulağını tıkayanlara birer ibret vesikasıdır.
İdeolojik takıntı, kişisel öfke ve husumet, siyasi rekabet, gelecek korkusu gibi faktörler, insanlara anlayışla yaklaşma, onları kazanmaya çalışma, onlarla güzel ilişkiler kurma, onlara şefkat ve merhamet duyma gibi erdemlerin önüne geçtiğinde, vatanın, milletin ve devletin yüksek menfaatleri için ortak hareket edilmediğinde en basit fitne kıvılcımları bile, Allah korusun, beklenmedik vahim sonuçlara yol açabilir.
Bu nedenle her koşulda, ciddi sosyal tehlikelerin boy göstermesine mahal vermemek için tartışılmaz gerçekler ve doğruları savunmak adına, mevkisi, sosyal konumu, siyasi ve ideolojik görüşü, vs. ne olursa olsun her bir bireyin kişisel duygularından, bencil çıkar, endişe ve korkularından sıyrılıp ortak bir vicdanla hareket etmesi elzemdir. Zayıf bir kişilik ve ahlak yapısı içinde, "aman başıma bir şey gelmesin", "ne olur ne olmaz", "olay sonra bana dönmesin", "her koyun kendi bacağından asılır" gibi kuruntulara kapılmaması, utanç verici çirkin hesaplar içine girmemesi hayatidir.
Bu konuda tüm topulma öncü ve örnek olma görevi ise en başta siyasilerimize, medya mensuplarımıza ve aydınlarımıza düşmektedir. Onların sevgide, insaniyette, cesarette, dürüstlükte, objektiflikte ve adalette atacağı örnek ve kararlı adımlar güçlü ve sağlıklı bir toplumun, dolayısıyla güçlü ve sarsılmaz bir devletin teminatı olacaktır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.