GİRİŞ: İNFAZIN ERTELENMESİ VE İLGİLİ TEMYİZ HÜKMÜNÜN İPTALİ GEREKMEKTEDİR BİRİNCİ BÖLÜM: CMK M.306 UYARINCA LEHE BOZMA KARARINDAN ARKADAŞLARIMIZ YARARLANACAĞINDAN İNFAZIN ERTELENMESİNE KARARI VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR 1.1. İNFAZIN DURDURULMASINA YÖNELİK HUKUKÇULARIN GÖRÜŞLERİ 1.1.1. PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ 1.1.2. PROF. DR. ADEM SÖZÜER 1.1.3. PROF. DR. ERSAN ŞEN 1.1.4. PROF. DR. ADEM SÖZÜER, PROF. DR. MUSTAFA RUHAN ERDEM, DOÇ. DR. FAHRİ GÖKÇEN TANER VE DR. ÖĞR. ÜYESİ SERDAR TALAS 1.2. İNFAZIN DURDURULMASINA YÖNELİK YEREL MAHKEMENİN EMSAL KARARI İKİNCİ BÖLÜM: MAHKEME HEYETİ CEZA MİKTARLARINI KASITLI VE HATALI OLARAK EN ÜST SINIRDAN BELİRLEMİŞTİR ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: CMK M. 286/2-A,B HÜKÜMLERİ ANAYASAYA AYKIRI OLUP İPTALİ İÇİN ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURU YAPILMASI GEREKMEKTEDİR 3. 1. ANAYASA MAHKEMESİNE DAHA ÖNCE YAPILAN BAŞVURU ÖRNEĞİ 3. 2. ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURUYU ZORUNLU KILAN HAK İHLALLERİ 3. 3. ANAYASA MAHKEMESİNE DAHA ÖNCE BAŞVURU YAPAN YEREL MAHKEME ÖRNEĞİ SONUÇ |
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız 11 Temmuz 2018 tarihinde hiçbir somut suç delili olmamasına rağmen polis operasyonu ile göz altına alındı. Yine operasyonda elde edilen hiçbir somut suç delili yokken Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yerel mahkeme de hiçbir somut suç delili olmadan hukuksuzca, TCK m.220/2,7-3 kapsamında yargılanan arkadaşlarımız hakkında 4 yıl 6 ay, TCK m.220/1-3 kapsamında yargılanan diğer arkadaşlarımız hakkında ise 9 yıl hapis cezasına hükmetti.
Kanunlara göre yerel mahkemenin bu hükmü temyiz edilebilmektedir. Temyiz; mahkemelerce verilen kararın kanun ve usul yönünden Yargıtay, Askeri Yargıtay veya Danıştay’da incelenmesinin istenmesidir. Temyiz yasağını düzenleyen CMK m.286/2-a ise şöyledir: “İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları”nın temyiz edilemeyeceği belirtilmektedir. Bu durumda kanunlara göre TCK m.220/2,7-3 kapsamında kalan arkadaşlarımız, CMK m.286/2-a uyarınca temyiz yasağı sınırının altında kaldıkları için yerel mahkemenin kararlarının incelenmesi hakkından mahrum edilmektedir. Ancak TCK m.220/1-3 uyarınca yargılanan diğer arkadaşlarımız istinaf talepleri reddedilirse bile bu kararı temyiz edebilecektir.
Öncelikle, şunu belirtmeliyiz ki ortada bir suç örgütü olmadığından hukuken haklı olarak istinaf başvurumuzun kabulü ile yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün bozulması bir zorunluluktur. Ancak aksi olursa istinaf başvurumuzun esastan reddine karar verilirse TCK m.220/1-3 ile yargılanan arkadaşlarımızın temyizi üzerine mahkumiyet hükmünün bozulması halinde, bu arkadaşlarımız CMK m.306 uyarınca lehe bozma kararından yararlanacaktır. Bu süre zarfında gereksiz mağduriyetler yaşanmaması bakımından 5275 sayılı İnfaz Kanunu m.98 ve 5252 sayılı TCK Yürürlük Kanunu m.10 hükümlerinin kıyasen uygulanarak İNFAZIN ERTELENMESİ YÖNÜNDE KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR. Ayrıca CMK m.286/2-a, b’de 5 yıl ve altı suçlar bakımından düzenlenen temyiz yasağı, Anayasamızın 10. maddesinde tanımlı eşitlik ilkesine ve 36. maddesinde tanımlı hak arama hürriyetine aykırılık teşkil ettiğinden İLGİLİ MADDE HÜKMÜNÜN İPTALİ İÇİN ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASINI EN DOĞRU ADIM OLACAKTIR.
Yargıtay tarafından mahkumiyet hükmünün bozularak “örgüt kurma, yönetme, üye olma, yardım etme” suçlarının unsurlarının oluşmadığına karar verilmesi durumunda arkadaşlarımız üzerindeki suçlama da doğal olarak düşecektir. Ancak bu süre zarfında, TCK m.220/2-3 kapsamındaki ceza temyiz edilemediğinden verilecek karar sonrası 4 yıl 6 ay hapis cezası alan arkadaşımız aleyhindeki mahkumiyet hükmü kesinleşecektir. Bu hukuksuz hükmün bozulma imkanı ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumda ise; arkadaşlarımız VAR OLMAYAN BİR ÖRGÜTE (GÜYA) ÜYE OLDUĞU İÇİN CEZA ALMIŞ VE BU CEZASI DA İNFAZ EDİLMİŞ OLACAKTIR. Arkadaşlarımız masum oldukları kanıtlanmış bir davanın hukuksuz cezasını haksız yere hapiste çürüyerek çekecektir.
Bu korkunç tablo hem Anayasa’ya hem kanunlara hem de vicdanlara aykırı bir durum oluşturacak ve telafisi mümkün olmayan mağduriyetler yaşatacaktır. Üstelik bu mağduriyet sadece birkaç arkadaşımız ile sınırlı kalmayıp TCK m.220/2,7-3 kapsamında yargılanan 100’den fazla arkadaşımız için geçerli olacaktır. 100 KİŞİ BOŞU BOŞUNA HAPİS YATACAKTIR.
TCK m.220 Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandığı davanın çatı suçlamasıdır. Bu suçlama hakkında verilecek kesin kararın tüm sanıkları etkileyeceği izahtan varestedir. Bu konuda birbirinden farklı yüksek yargı kararlarının doğması hukuki bir açmaza neden olacaktır. Bir kısım arkadaşlarımız, haklarındaki kararı Yargıtay’a taşıyabilirken bir kısım arkadaşlarımız temyiz yasağına takılmaları hukuken izahı mümkün olmayan bir durumdur. İddialar ve arkadaşlarımız arasında hukuki ve fiili bağlantı bulunduğundan arkadaşlarımız arasındaki ayırımcılık, verilecek nihai hükümde de ister istemez ayrımcılığa ve hatalara neden olacaktır.
Tüm bu nedenlerden ötürü, arkadaşlarımız CMK m.306 uyarınca lehe bozma kararından yararlanacağından, bu süre zarfında haksız mağduriyetlerin yaşanmaması bakımından; 5275 sayılı İnfaz Kanunu m. 98 ve 5252 sayılı TCK Yürürlük Kanunu m. 10 hükümlerinin kıyasen uygulanarak İNFAZIN ERTELENMESİ YÖNÜNDE KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR.
Nitekim, emsal Yargıtay içtihatları da bizim talebimiz doğrultusundadır. Örneğin kamuoyunda Cumhuriyet Gazetesi davası olarak bilinen davada; yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararlarına karşı yapılan istinaf başvuruları İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından esastan reddedildi. Böylelikle örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılanan kişiler bakımından mahkumiyet hükmü kesinleşti. Örgüt yöneticiliği suçlamasıyla yargılanan sanıklar ise haklarındaki kararı temyiz edebildi. Temyiz istemini inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi 12.09.2019 tarih 2019/7004E., 2019/5220K. sayılı kararıyla mahkumiyet hükmünü kaldırdı. Bozma kararının CMK m.306 uyarınca diğer sanıklara da sirayet ettirilmesine karar verdi. Ayrıca cezası kesinleşmiş sanıklar hakkındaki infazın derhal durdurulmasına ve tahliye edilmelerine karar verdi.
“...Bozma kararının aynı suçtan yargılanıp, haklarındaki mahkumiyet hükmü İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesince esastan reddedilerek kesinleşen sanıklar, Önder Çelik, Bülent Utku, Güray Tekinöz, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör ve Ahmet Kadri Gürsel’e CMK 306 maddesi gereğince SİRAYET ETTİRİLMESİNE,Mahkumiyet hükmünün kesinleşip infaza başlanmış olması nedeniyle ileride bir hak kaybına sebebiyet vermemek açısından 5275 sayılı CGTİH Kanunun 98/3 maddesi gereğince cezalarının İNFAZININ DURDURULMASINA, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına müzekkere yazılarak, başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse derhal salıverilmelerinin istenmesine, hakkında infaz için yakalama kararı bulunan hükümlü Bülent Utku’nun yakalama müzekkeresinin kaldırılmasına...”
İlgili Yargıtay kararı, bizim davamız bakımından da önemli bir emsal niteliğindedir. Söz konusu karar yerinde olmakla birlikte aynı zamanda “geç gelen adalet, adalet midir?” sorularını da akıllara getirmektedir. Bu yüzden benzer mağduriyetlerin tekraren yaşanmaması bakımından Yargıtay 16. C.D. tarafından verilen infazın durdurulması kararının şu aşamada süratle verilmesi, hukukun ve hakkaniyetin gereğidir. Nitekim doktrinde yer alan görüşler de istisnasız olarak bu yöndedir.
1.1 İNFAZIN DURDURULMASINA YÖNELİK HUKUKÇULARIN GÖRÜŞLERİ
1.1.1. PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ
Sayın Profesör Dr. İzzet Gönenç’in yayınladığı, istinaf ve temyiz kanun yollarına başvuru bağlamında infazın ertelenmesi sorunu ile ilgili hukuki değerlendirmesi şöyledir:
"Temyiz edilen mahkumiyet hükmünün, Yargıtay tarafından bozulması mümkündür. CMK m. 306 hükmü karşısında, bu bozma kararının, diğer suç ortağı ile ilgili olarak verilen ve temyiz yolu kapalı olduğu için kesinleşen mahkumiyet hükmü bakımından da bozma etkisi doğuracağını evleviyetle kabul etmek gerekir. Suç ortaklarından biriyle ilgili olarak verilen mahkumiyet hükmünün bozulmasına yönelik karardan, temyiz kanun yoluna başvuramayan ve bu nedenle mahkumiyet hükmü kesinleşen diğer suç ortağı yararlanabilecektir.
Bu nedenle, bir suç ortağı ile ilgili olarak verilen mahkumiyet hükmünün temyiz incelemesi sonucunda bozulması halinde, diğer bir suç ortağı ile ilgili olarak verilen ve temyiz kanun yolu kapalı olduğu için temyiz kanun yoluna başvurmadığı için kesinleşen mahkumiyet hükmü kaldırılarak, bu suç ortağının da yeniden yargılanması ve hakkında yeni bir hüküm tesis edilmesi gerekir. Bu ihtimalin söz konusu olduğu durumlarda, İSTİNAF İNCELEMESİNİ YAPAN MAHKEMENİN, temyiz kanun yolu kapalı olduğu için kesinleşen mahkumiyet hükmüyle ilgili olarak, infazın ertelenmesine karar vermesi, adaletin bir gereğidir. Mevzuatımızda doğrudan doğruya bu duruma özgü bir kanun hükmü bulunmamakla birlikte, 5275 s. İnfaz Kanunu m. 98 ve 5252 s. TCK Yürürlük Kanunu m. 10 hükümleri kıyasen uygulanarak, bu yönde karar verilmesi gerekmektedir."
1.1.2. PROF. DR. ADEM SÖZÜER
Profesör Dr. Sayın Adem Sözüer’in "Yargıtay infazı durdurabilir" başlıklı değerlendirmesi şöyledir:
"Yargıtay, aynı olay kapsamında yargılanan kişilerden 5 yıl altında ceza alanların da temyiz talebini kabul etmeli ve bu durumda infazın durdurulmasına karar verilmelidir.
Temyiz kanun yolunu düzenleyen CMK'nın 286. maddesi 5 yılın altında ilk derece mahkemesi kararlarını artırmayan istinaf mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve bu kararlara karşı Yargıtay’a başvuru imkanını kapatmaktadır. Değerlendirmeye konu birden fazla sanığın bir arada ve benzer fiillerden yargılandığı olaylarda bu düzenlemenin bir sorun olduğu kabul edilmelidir. Ancak CMK'nın 306. maddesi temyiz kanun yolundan sanık lehine sonuç alınması durumunda, temyiz isteminde bulunmamış sanıkların da bu hükümden yararlanmalarına imkan vermektedir. Esasen CMK 306. maddesindeki bu hüküm, cezanın beş yıl altında olması nedeniyle temyize başvuramayan sanıklar bakımından uygulanabilir gözükmemektedir. Ancak temyiz mahkemesi ile istinaf mahkemesi kararlarında olası çelişkilerin giderilmesi amacıyla, kıyasen temyize başvuramayan sanıklara uygulanmasının önünde bir engel bulunmamaktadır.”
1.1.3. PROF. DR. ERSAN ŞEN
Profesör Dr. Sayın Ersan Şen, “Hükmün Bozulmasının Diğer Sanıklara Etkisi ve Temyizin Sirayeti” başlıklı makalelerinde şöyle görüş bildirmektedir:
"Hakim veya mahkeme tarafından verilip de temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen ve sonra kanun yararına bozma yoluyla Yargıtay incelemesinden geçen bir kararın, sanık (esasında hükümlü) lehine bozulması durumunda, bu lehe bozmanın tüm sanıklara sirayet edeceğini ifade etmeliyiz. Çünkü adı kanun yararına bozma da olsa bu noktada Yargıtay’ın yaptığı ve amaçlanan, temyiz incelemesinden geçemeyen veya geçmeyen kararların hukukilik denetiminin yaptırılmasının sağlanması, maddi hakikate ve adalete ulaşmada bir hata varsa bunun düzeltilmesidir...
“Temyiz etmeyen” veya “temyiz talebinde bulunmayan” deyiminden; dar yorum yapılarak, yalnızca temyiz hakkı olup da temyiz kanun yoluna başvurmayan anlaşılamaz, bu ibareler geniş düşünülmeli, sanık ve hükümlü hakları ceza adaleti ve eşitlik ilkeleri adına gözetilmeli, kanun yollarının kapalı olduğu hükümler yönünden “temyiz etmeyen” veya “temyiz talebinde bulunmayan” ibareleri amaca uygun yorumlanıp, kapalı olması sebebiyle KANUN YOLUNA BAŞVURULMAYAN KARARLARI DA KAPSAMALIDIR.
Aynı şekilde CMK m.306’nın gerekçesinde yer alan; “temyiz istemi reddedilen” ibaresi de yalnızca temyiz hakkı olmadığı halde temyiz eden ve reddedilenleri kapsamamalı, temyiz hakkı olmadığından bahisle veya temyiz hakkı olduğu halde bu hakkı kullanmayanı veya temyiz süresini kaçıran kişiyi de içine almalıdır. Nitekim CMK m. 306’nın lafzı, ruhu ve gerekçesi, temyiz kanun yolu kapalı olan istinaf kanun yolu kararlarının, bu kararlardan temyiz kanun yolu hakkı olan sanıkların yaptığı başvuru ile lehe verilen bozma kararlarından, temyiz kanun yolu hakkı bulunmayan sanıkların etkilenmeyeceğine, yani bozma kararının bu kişilere ve hukuki durumlarına sirayet etmeyeceğine dair herhangi bir hüküm içermemektedir.
Belirtmeliyiz ki; CMK m. 306’da bu yönde bir olumsuzluk olmadığı gibi, Ceza Yargılaması Hukukunun amacı gereği, lehe bozma kararının aynı davada yargılanan, fakat mahkumiyet kararını temyiz etmeyen veya edemeyen hükümlüyü etkilemeyeceği yönünde bir hükme de yer verilemez. Aksi halde; eşitsizlik, adaletsizlik, hakkaniyete ve maddi hakikate aykırılık gündeme gelir ki, maddi hakikate ve adalete ulaşmaya çalışan Ceza Yargılaması Hukuku buna izin veremez."
Profesör Dr. Ersan Şen’in “CMK m.286 Değişikliği Sonrasında Bağlantılı Suçun Kesinliği ve İnfazı” başlıklı bir başka makalesinde de konuya şöyle açıklık getirmektedir:
“Temyiz yasağı kaldırılan bir suçla birlikte aynı dava dosyasında görülen ve örgüt adına, yani örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği kabul edilip, Ceza Muhakemesi Kanunu m.286/3’de gösterilen temyiz yasağı kapsamında kalan suç; temyiz yasağı kaldırılan, bu nedenle temyiz incelemesine konu olan suçla birlikte, “bağlantılı suç” niteliğinden bahisle temyiz denetimine tabi tutulabilmelidir...
Somut olayın özelliklerine ve her dava dosyasının durumuna göre, davası birlikte görülen suçlar arasında bağlantıya bakılmalı, örneğin TCK m.314’de düzenlenen silahlı örgüt suçu kapsamında yer alan veya CMK m.286/3’de sayılıp da aynı dava dosyasında görülen diğer suçlar arasında sebep ve sonuç ilişkisinin kurulabildiği vaziyette, temyiz yasağı istisnasının sadece CMK m.286/3’de sayılan suçlarla ilgili değil, diğer suçlarla ilgili de kabulü isabetli olacaktır.
Örneğin; üyesi olmadığı örgüt adına suç işlediği gerekçesiyle verilen mahkumiyet kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulduğunda, mahkumiyet kararının kesinleşmesi ortadan kalkacaktır. Örgüt adına işlendiği iddia edilen suçlar yönünden verilen mahkumiyet kararının da doğal olarak temyize gittiği, Yargıtay’ın bağlantılı bu suç yönüyle de temyiz incelemesi yapacağı tartışmasızdır. Bu kabul, CMK m.286’da yapılan yasal değişikliğe uygundur. Çünkü sanık, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay’ın bir kül halinde incelediği mahkumiyet kararını bozması durumunda telafisi imkansız mağduriyete uğrayabilecektir.
İnfaz yönünden ise; Yargıtay’ın TCK m.220/6’dan verilen mahkumiyet kararını bozduğunda, kesinleştiği kabul edilen suçun infazının 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu m.107/4’e göre infaz edilmesi mümkün olmayacaktır. Örgüt yönünden yapılacak nitelikli infaz sanığı mağdur edecektir. BU NEDENLE, HER İKİ MAHKUMİYET KARARI YÖNÜYLE İNFAZ DURDURULMALI VE YARGITAY’IN VERECEĞİ KARARA GÖRE HAREKET EDİLMELİDİR.
Ek olarak; henüz kesinleşmemiş örgüt adına suç işlendiği iddiasıyla verilen mahkumiyet kararı esas alınarak, suçun bir örgütün faaliyeti kapsamında işlendiğinin kabulü, “suçsuzluk/masumiyet karinesi” ile “sadece kesinleşmiş hükümlerin infaz edilebileceği” ilkelerine aykırıdır. Çünkü ortada, Ceza İnfaz Kanunu m.107/4’ün tatbikine elverişli ve kesinleşmiş bir örgüt suçuna ilişkin mahkumiyet kararı yoktur. Bu durumda, Ceza İnfaz Kanunu m.107/4’e göre düzenlenecek bir müddetname açıkça hukuka aykırı olacaktır. Bir an için yapılacak temyiz incelemesinde örgüt adına suç işlemeye dair mahkumiyet kararı kesinleşirse, ancak o zaman varsa eksik infaz, tamamlanması için yeni müddetname düzenlenir. Örgüt suçlarından verilen cezaların infazına ilişkin kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olmadıkça, infazın örgüte yönelik nitelikli koşullu salıverilme oranından hesaplanması doğru değildir.
Temyiz etmeyenlerin, edenlerden daha ağır bir cezayla cezalandırılmaları adalete aykırı görülmüştür... Temyiz etmeyenlerin faydalanması adalet esasına dayandığından, maksatta esas mesele hakkındaki hukuki hatalar bakımından bozmalarıdır...”
1.1.4. PROF. DR. ADEM SÖZÜER, PROF. DR. MUSTAFA RUHAN ERDEM, DOÇ. DR. FAHRİ GÖKÇEN TANER VE DR. ÖĞR. ÜYESİ SERDAR TALAS
Prof. Dr. Adem Sözüer, Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, Doç. Dr. Fahri Gökçen Taner Ve Dr. Öğr. Üyesi Serdar Talas, internet üzerinden gerçekleştirdikleri “Ceza Hukuku Panelleri: İtiraz ve İstinaf” konulu bir programda temyiz düzenlemesindeki çelişkiyi eleştirmektedir. Sayın Adem Sözüer’in ifadeleri çok isabetlidir. “Aynı iddianame, aynı olay hakkında bir karar verilmişse bu olay bütüncül olarak hepsi aynı kanun yoluna tabi olur, temyize gider, bunları bölemezsiniz”.
Örneklerde görüldüğü üzere yaygın olarak kabul edilen ortak görüş; bağlantılı veya iştirak halinde işlendiği iddia olunan suçlarda temyiz hakkı bulunmayan sanıkların lehe bozma kararından faydalanmalarıdır. Hukukçuların ortak görüşü temyiz sürecinde de haksız mağduriyetler yaşanmasının önüne geçilmesi gerektiği yönündedir. Bu nedenle Prof. Dr. İzzet Özgenç, “İstinaf incelemesini yapan mahkemenin, temyiz kanun yolu kapalı olduğu için kesinleşen mahkumiyet hükmüyle ilgili olarak, infazın ertelenmesine karar verilmesi, adaletin bir gereğidir” diyerek Bölge Adliye Mahkemelerinin temyiz hakkı bulunmayan sanıklar bakımından infazın ertelenmesi kararı vermeleri gerektiğini önemle belirtmektedir.
Ayrıca, Prof. Dr. Sn. Ersan Şen de özellikle örgüt suçlarında Yargıtay’ın vereceği karara göre hareket edilerek bu süreçte infazın durdurulması gerektiğini belirtmektedir.
Aksi durumda, yani henüz kesinleşmemiş veya diğer bir deyişle “var olmayan bir örgüt” nedeniyle verilecek mahkumiyet kararının infazı halinde, hem sanıkların mağdur olacağını ve masumiyet karinelerinin ihlal edeceğini hem de İnfaz Kanunun tatbikinde hukuka aykırı sorunların ortaya çıkacağını açıklamaktadır.
1.2. İNFAZIN DURDURULMASINA YÖNELİK YEREL MAHKEMENİN EMSAL KARARI
Örnek verdiğimiz doktrinel hukukçu görüşleri uygulamada da geniş bir yer bulmaktadır. Daha önce aktardığımız Cumhuriyet Gazetesi davasında verilen Yargıtay kararı haricinde, yerel mahkemeler de benzer emsal uygulamalar yapmaktadır. Örneğin; yerel mahkeme iştirak halinde işlenmiş bir suçtan mahkum olan sanıklardan birinin tebliğe rağmen kararı temyiz etmemesi üzerine, Savcılığın talebi ile ek karar vererek, suçun iştirak halinde işlendiğinden bahisle CMK m.306’ın uygulanma ihtimaline binaen temyiz etmeyen sanık hakkındaki infazın durdurulmasına karar vermiştir:
“Sanıklar … ve … hakkında 18/09/2008 tarihinde verilen mahkumiyet kararının sanık … tarafından temyiz edildiği, diğer sanık …‘ın yokluğunda verilen karar tebliğ edildiği halde temyiz etmemesine karşın, Horasan Cumhuriyet Başsavcılığının 06/07/2009 tarihli talebine istinaden, mahkemece 08/07/2009 tarihli bir ek karar ile “hükümlülerin iştirak halinde işledikleri bir suçtan mahkum oldukları anlaşıldığından, CMK’nın 306. maddesi gereğince SANIKLAR … VE … HAKKINDA VERİLEN İNFAZLARIN 5275 SAYILI KANUN’UN 98/3. MADDESİ UYARINCA TEDBİREN DURDURULMASI ve her iki sanık için dosyanın temyiz incelemesi amacıyla Yargıtay’a gönderilmesine karar verildiği...”
Sonuç olarak emsal Yargıtay kararları, yerel mahkemenin emsal kararları ve doktrindeki görüşler ile birlikte en önemlisi adaletin, vicdanın bir gereği olarak ceza miktarı temyiz yasağı sınırında kalan arkadaşlarımız dahil diğer arkadaşlarımızın -kabul edilmemekle birlikte- istinaf taleplerinin esastan reddi halinde, 5275 sayılı İnfaz Kanunu m. 98 ve 5252 sayılı TCK Yürürlük Kanunu m.10 hükümlerinin kıyasen uygulanarak İNFAZIN ERTELENMESİ YÖNÜNDE KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızı yargılayan Mahkeme Heyeti, TCK m.61’de gösterilen “cezanın belirlenmesi” kurallarına aykırı davrandı. Her madde bakımından kanunda gösterilen en üst sınırdan cezayı belirledi. Cezada artırımları da yine azami oranlarda uyguladı. Oysaki üst sınırdan ceza ve azami oran uygulamak için çok özel şartların varlığı ve bunların somut delillerle gerekçelendirilmesi gerekmektedir.
Eğer Mahkeme Heyeti ceza tayinini belirlerken hukuka ve hakkaniyete uygun davransaydı, 5 yılın altında ceza alan arkadaşlarımızın hepsinin cezası 2 yılın altında kalacaktı. Yani “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)” kararı verilecekti. Ancak Mahkeme Heyeti tamamen keyfi ve kasti bir hukuksuzlukla ceza miktarlarını “HAGB” sınırlarından çıkartmıştır. Bu hukuksuzluğa dayanak yapılan ana mantık ise, arkadaşlarımızın güya örgütsel refleksle suçları inkar eden savunmalar yapmasıdır! Mahkeme Heyeti bu gibi haksız ve soyut gerekçelerin arkasına sığınarak TCK m. 62’yi uygulamadı.
Önemle belirtmek isteriz ki Mahkeme Heyeti'nin iddiasının aksine iddia edilen suçu inkar etmek örgütsel bir refleks değildir. Hakikati savunmaktır. Nitekim Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında geçmişte bu ret savunmasını doğrulayan 1 beraat, 10 takipsizlik, 2 düşme kararı mevcuttur. Arkadaşlarımız mahkemede değişen ifadeler verselerdi ya da diğer deyişle önce inkar ettikleri suçlamaları sonraki aşamada ikrar etselerdi veya tersi olsaydı, o zaman arkadaşlarımızın inkarları veya ikrarları şüpheli hale gelir ve tartışılabilirdi.
Ayrıca, Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatları uyarınca sanığın aleyhine suç işlediğine dair başkaca somut bir delil yoksa sanığın beraatına hükmedilmektedir. Kaldı ki sanığın susma hakkı vardır. Susma hakkı dahi olan sanığın hakkındaki iddiayı samimi olarak ve gerekçeleriyle birlikte inkar etmesinden doğal bir durum yoktur.
Mahkeme Heyeti tüm bu hukuki gerçeklere rağmen arkadaşlarımızın haklarındaki iddiaları kabul etmemelerini güya “örgütsel savunma stratejisi” olarak değerlendirdi ve ceza kararlarına hükmederken bu nedenle takdiri indirim seçeneklerine hükmetmedi. Halbuki Yargıtay’ın yerleşik içtihatları tam aksi yöndedir:
"Hukuka uygun olmayan nedenlerle cezada taktiri indirim uygulanmaması Yargıtay’ca bozma nedeni sayılmaktadır. Bu meyanda suçun inkarına yönelmek gibi bir gerekçe TCK’nın 62’nci maddenin uygulanmasına engel değildir." (YCGK 9.6.1998, 8-163/216; Yargıtay 4. CD 5.5.1999, 3904 E. / 4799 K.)
“… inkarın savunma yollarından biri olduğu gözetilmeden yasal olmayan gerekçelerle takdiri indirim uygulanmaması… " (Yargıtay 5.CD, 4.5.1993, 1541 E. / 1918 K.)
“...Ancak; CYY.nın 135.maddesi uyarınca susma hakkı bulunan Sanığın suçunu yadsıması (inkarı) gerekçe gösterilerek TCY.nın 59.maddenin uygulanmaması...” (Yargıtay 4.CD, 10.04.2002, 3896 E. / 6158 K.)
Tüm bu emsal kararların yanı sıra –yargılanan arkadaşlarımızın tutarlı savunmalarının aksine– müşteki ve etkin pişman sanıkların ifadeleri hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında çelişkilerle doludur. Dosyaya sunulan dilekçelerde müştekilerin emniyet ifadeleri, fotoğraf teşhis tutanakları, Adli Tıp Kurumundaki ifadeleri ve mahkeme ifadeleri arasındaki çelişkiler, tutarsızlıklar ve samimiyetten uzak beyanlar birçok kez kamuoyu ile paylaşıldı. Nitekim, Mahkeme Heyeti'nin bu değerlendirmesi, gerçeklikten uzak ve tamamen tarafgir bir bakışın tezahürü olup kendi hukuksuz ceza kararını haklı gösterme çabasından ibarettir.
Sonuç olarak TCK m.220/2-3’ün kanunda ön görülen ceza miktarı 1 yıl 3 aydır. Bu nedenle de “HAGB” kararını gerektirmektedir. Mahkeme heyeti eğer bu denli keyfi bir uygulamaya tevessül etmeseydi şu an arkadaşlarımızın istinaf incelemesine yönelik bir başvurusu olmayacaktı. Tüm bu nedenlerden dolayı haksız ve kasıtlı saikler ile verilen 4 yıl 6 aylık cezaya dair istinaf incelemesi yapılırken bu hususlarında göz önünde bulundurularak karar verilmesi çok büyük önem arz etmektedir.
3.1. ANAYASA MAHKEMESİNE DAHA ÖNCE YAPILAN BAŞVURU ÖRNEĞİ
Anayasa Mahkemesi 27.12.2018 tarih, 2018/71 E. ve 2018/118 sayılı kararı ile; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 286/2-d. maddesini Anayasa m.36’ya aykırı olduğundan bahisle kaldırmıştır. Buna göre CMK m.286/2-d; “İlk defa bölge adliye mahkemesince verilen ve 272. maddenin üçüncü fıkrası kapsamı dışında kalan mahkûmiyet kararları hariç olmak üzere, ilk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adlî para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,” temyiz edilemez şeklinde değiştirilmiştir.
Söz konusu somut olay kısaca şu şekilde olmuştur: Asliye Ceza Mahkemesince sanık hakkında verilen beraat kararına karşı Cumhuriyet Savcısı istinaf kanun yoluna başvurmuş ve Bölge Adliye Mahkemesi sanık hakkında verilen beraat kararını bozup, mahkumiyet kararı vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararının sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, mahkumiyet kararının temyiz edilmesini engelleyen CMK m.286/2-d hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi de bu başvuru üzerine yukarıda anılan kararı vermiştir.
Bu karara göre; ilk defa Bölge Adliye Mahkemesince verilen, kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adlî para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararlarına karşılık temyiz kanun yolu açılmıştır.
Ancak, bu durumda ortaya şöyle bir çelişki çıkmaktadır: Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ilk defa verilen iki yıl ve altına ilişkin kararlar CMK m.286/2-d uyarınca temyiz edilebilirken, 5 yıl ve altına ilişkin kararlar ve bunu arttırmayan kararlar CMK m.286/2-a,b uyarınca temyiz yasağı sınırında kalmaktadır.
3.2. ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURUYU ZORUNLU KILAN HAK İHLALLERİ
Diğer bölümlerde detaylıca yer verdiğimiz emsal kararlar ve doktrindeki görüşleri bu başlık altında da aynıyla tekrarladığımızı belirtmekle birlikte CMK m.286/2-a,b hükümleri Anayasamızın hukuk devleti ve insan haklarına bağlılık ilkesini ön gören 2. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını gerektiren 5. maddesi, hukuk önünde eşitliği ön geren 10. maddesi, adil yargılanma hakkını (hak arama hürriyetini) ön gören 36. maddesine aykırı olduğundan mutlaka anılan madde hükümlerinin iptali için Anayasa mahkemesine başvuru yapılması ve Anayasa m.152 uyarınca başvurunun sonucunun beklenmesi gerekmektedir.
Şöyle ki; aynı suç tipiyle ilgili hürriyeti bağlayıcı cezayı ön gören bazı mahkumiyet kararları bakımından temyiz yolunun açık, bazıları bakımından kapalı tutulması kişi güvenliğine zarar vermektedir. Oysaki evrensel hukuk karşısında mahkumiyet kararları bakımından sanık haklarının eş değerliliğinin sağlanması gerekmektedir. Mahkumiyet kararları bakımından sanık haklarının eş değerliliği ilkesi; savunmayı üst yargı yerlerine de götürebilmeyi, bu konuda suçlar arasında basamaklı bir savunma hakkı ayrımı yapılmamasını gerektirmektedir.
Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandığı davadan örnek verecek olursak; aynı (sözde) örgütün mensubu olduğu iddiasıyla beş yılın altında hapis cezası alan arkadaşlarımız ile beş yılın üzerinde hapis cezası alan arkadaşlarımızın yasal hakları farklı düzenlenmiştir. İptali istenen yasa hükümlerine göre arkadaşlarımızın bir kısmı temyize (Yargıtay'a) başvuru hakkına sahipken, diğerlerinin böyle bir hakkı bulunmamaktadır.
Yargıtay’a giden dosyamızda karar onanmadan hüküm kesinleşmeyeceğine göre, aynı suçu işlediği iddia olunan arkadaşlarımızın bir kısmına beş üyeli daha teminatlı Yargıtay Ceza Dairesinde yargılanma hakkı tanındığı halde diğer arkadaşlarımızın böyle bir hakkı bulunmamaktadır. Bu örnekleri bağlantılı, iştirak halinde, örgütlü vb. şekillerde işlenen başkaca suçlarla çoğaltabiliriz.
Aynı suçu işlediği iddia olunan sanıkların -aldığı cezanın beş yıldan az veya çok olmasına göre- temyiz yoluna başvuramaması, Anayasa 10. maddesinde düzenlenen eşitlik hakkının açık bir ihlalidir. Temyiz aşaması da yargılamanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kaldı ki Türk Ceza Yasasında düzenlenen çoğu suçların yasal hapis cezası da beş yılın altındadır. Bu nedenle iptali istenen yasal düzenlemeyle Anayasal hak arama özgürlüğü ve hukuk önünde eşitlik ilkeleri açıkça ihlal edilmektedir.
Ayrıca, bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ek 7 protokolünün cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı başlıklı ikinci maddesine göre üst dereceli mahkemede mahkumiyet kararını inceletme hakkını ortadan kaldırmaktadır.
İptali istenen madde hükümlerinin uygulamada yol açtığı sorunlar ve mağduriyetler Yargıtay Başkanı Sn. İsmail Rüştü Ciritli tarafından da bizzat dile getirilmektedir. Sayın Ciritli 2019 yılı adli yıl açılışında yaptığı konuşmada bu konuya şu şekilde dikkat çekmektedir:
“Kamuoyunda rahatsızlık duyulan bir diğer husus da aynı olayda aldıkları ceza bakımından bir kısım sanıkların istinafta itiraza, bir kısmının ise Yargıtay’da temyiz incelemesine tabi tutuluyor olması adil yargılanma hakkını zedeler niteliktedir. Bu halde suçlardan biri Yargıtay incelemesine tabi ise diğer suçların da bağlantılı olarak veya resen Yargıtay’a intikali adaletsizliğe engel olacaktır.”
3.3. ANAYASA MAHKEMESİNE DAHA ÖNCE BAŞVURU YAPAN YEREL MAHKEME ÖRNEĞİ
CMK m.286/2-a, b maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne daha önce başvuran yerel mahkemeler de olmuştur. Örneğin; İstanbul 37. Asliye Ceza Mahkemesi 2017/116E., İstanbul 7. Çocuk Mahkemesi 2017/48E., İskenderun 1. Ağır Ceza Mahkemesi 2017/112E., Denizli 6. Asliye Ceza Mahkemesi 2017/99E., Elmadağ Asliye Ceza Mahkemesi 2017/102E. sayılı dosyalarında anılan madde hükümlerinin Anayasaya aykırılığı öne sürülerek iptali istenmiştir.
Ancak, malum olduğu üzere; CMK m.286/2-a, b’nin uygulanabilmesi için öncelikle Bölge Adliye Mahkemesince verilmiş istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar veya ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan, Bölge Adliye Mahkemesince kurulmuş yeni bir hükmün varlığı gerekmektedir. Bahse konu davalarda ise Bölge Adliye Mahkemesince verilmiş bozma kararı olduğu için itiraz konusu kuralların somut uyuşmazlıkta uygulanma imkânı bulunmamış ve başvurular hakkında mahkemelerin yetkisizliği nedeniyle reddine karar verilmiştir. Hal böyle olunca yapılan iptal başvurularının esası Anayasa Mahkemesince incelenememiştir.
Sonuç olarak, CMK m.286/2-a, b maddeleri Anayasamızın hukuk devleti ve insan haklarına bağlılık ilkesini ön gören 2. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını gerektiren 5. maddesi, hukuk önünde eşitliği ön geren 10. maddesi, adil yargılanma hakkını ön gören 36. maddelerinde düzenlenen ilkelerine aykırıdır. Ayrıca uygulamada da birçok mağduriyetlere yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerden ötürü Anayasamızın 2.,5.,10.,36. maddelerine aykırılık teşkil eden CMK m.286/2-a, b hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasının ve Anayasa m.152 uyarınca başvuru sonucunun beklenilmesinin çok ciddi bir gereklilik olduğunu belirtmekteyiz.
Haksız ve hukuksuzca örgüt suçlamasına maruz kalan Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, yerel mahkemenin aleyhte hüküm vermesinden sonra bu hukuksuz kararı kabul etmeyerek bir üst mahkemeye götürmüş bulunmaktadır. Görülen o ki tüm arkadaşlarımız kanunlar önünde aynı haktan yararlanamamakta, hukuken ayrımcılık yaşanmaktadır.
Sözde (!) örgütün yüksek cezalar almış yöneticileri olan arkadaşlarımızın dosyası Yargıtay’a gitti. Onlar için hukuk mücadelesi devam edebilecektir. Ancak 5 yılın altı ceza alan sözde örgütün üyeleri olan arkadaşlarımızın dosyası ise istinafa gönderildiğinde hukuk yolu bir anda kapanacaktır. Az ceza alan sözde örgüt üyesi arkadaşlarımızın hükümleri, istinaftaki çelişki sebebiyle onanırsa cezaları infaz edilecektir. Kanunlardaki bu çelişki sebebiyle haklarını aramak için giriştikleri hukuk mücadelesi başlamadan bitecektir.
Çünkü, istinafta üyeler bakımından onanan dosyalar, Yargıtay’da yöneticiler bakımından çoğunlukla bozulmaktadır. Özellikle de örgüt suçunun unsurlarının oluşmadığına dair karar verildiğinde oluşan hukuk garabeti, adaletsizlik ve mantık dışı durum kelimelerle tarif edilemeyecek vahamettedir. Zira, istinaf yasasındaki çelişki sebebiyle, –doğru ya da yanlış– aynı iddialar, aynı beyanlar, aynı delillerle aynı davada yargılanan insanlardan bir kısmı istinaf kararıyla cezası kesinleşip cezaevinde yatarken; bazıları hatta, daha da yüksek –yönetici, vs. gibi– ithamlarla yargılananlar Yargıtay kararıyla serbest kalabilmektedir.
Bu durumda, aynı dosyada yargılanan bazı kişileri cezaevine gönderen sürecin hiç de hukuki olmadığını gözler önüne serilmektedir. Hatta, ortada bir örgüt bile olmadığı Yargıtay tarafından teyit edilmiş olmasına rağmen! Maalesef örgüt üyesi olmakla suçlanan kişiler, Yargıtay tarafından “var olmadığı hükmüne varılan" hayali bir örgütün üyesi” olarak çoktan istinaf tarafından kesin hükümle cezaevine gönderilmiş ve artık telafisi mümkün olmayan hak kaybı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Böylece yargıda bir çifte standart oluşmakta ve sanıklar arasındaki eşitlik ilkesi ihlal etmektedir.
Şimdi bu hukuksuz gerçekler gözler önünde ayan beyan şekilde sergilenirken Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın da bu hukuksuzluklara maruz kalmasına seyirci kalmak vicdani, ahlaki ve hukuki bir tavır olmayacaktır. Hukuksuzlukları ortadan kaldırmak için yapılması gereken en acil iki çözüm şudur:
İnfazın ertelenmesi ve ilgili maddenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmak ve sonucu bekleme arkadaşlarımıza yapılacak haksız ve hukuksuz uygulamaları durdurmak için hayati öneme sahiptir. Zira arkadaşlarımız bir iftira sonucu tek bir delil olmadan 3 yıldır haksız ve hukuksuzca cezaevlerinde küflü koğuşlarda en zor şartlarda tutuklu bulunmaktadır. Masum oldukları hukuken kesinleşmiş olmasına rağmen ömürlerinden 3 yıl gibi uzun bir süre gasp edildi. Maddi manevi kayıplar yaşadılar. Ortada çok açık şekilde yargılandıkları davadan eninde sonunda beraat edecekleri gerçeği varken kin ve öfkeyle konuya yaklaşmak vicdani olmayacaktır. Sadece arkadaşlarımız için değil bu hukuksuzluğu yaşayan her masum insanın yargılandığı davadan beraat etmesi, ayrımcılığa uğramadan hakkındaki iftiralardan üst mahkeme yoluyla aklanması hukuki bir zorunluluktur.
Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik nefret söylemleri içinde olan çevrelerin bile bir gün başına aynı olay gelebilir. Bir iftira ile suç örgütü ilan edilip senelerce hapis yatabilir, hukuksuzca hüküm giyebilirler. Eğer bugün yaşanan bu hukuksuzlukları ve kanunlardaki çelişkiyi görmezden gelip ayrımcılığa göz yumulursa yarın aynı durum başlarına geldiğinde onların haklarını savunacak kimse olmayacak ve istinafta kesinleşen hukuksuz hükümleri infaz edilmiş olacaktır. Yani iş işten çoktan geçmiş, senelerce hapis yatmaya mahkum edilmiş olacaklardır. Eminiz ki kimse bizim davamızda yaşanan bu hukuksuzluğu yaşamak istemez. Suçsuz yere hapis yatmayı kabul etmez. Dolayısıyla sizlere bu makalede bahsetmiş olduğumuz hukuki gerçekler sadece bizim değil, ülkemizin bir sorunudur. Acilen çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
Adnan Oktar Davası Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin |