SN. ADNAN OKTAR: "ALLAH'IN VERECEĞİ KARARI TALEP EDİYORUM"

Kamuoyuna Önemli Duyuru !

4-5 Mayıs 2020 tarihlerinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik dava kapsamında, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmalı olarak tutukluluk değerlendirmesi yapılmıştır. İki gün süren duruşma sırasında tutuklu sanıklar SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) ile mahkemeye bağlanmışlar ve tahliye taleplerini iletmişlerdir. Sanık avukatları da gerçekleşen hukuksuzlukları ve sanıkların tutukluluk hatta infaz sürelerinin dolduğunu gerekçe göstererek tahliye taleplerini müvekkilleri adına dile getirmişlerdir. Söz konusu talepler dahilinde tahliye gerekçeleri olarak:

  • Pek çok sanığın üst sınırdan ceza verilecek olsa bile infaz sürelerinin tamamlandığı, adeta HÜKÜM VERİLMİŞ GİBİ HAPİS YATTIKLARI, hatta FAZLASINI YATMAKTA OLDUKLARI,
  • Suç isnatlarının sadece soyut beyanlara dayalı olması, TEK BİR SOMUT DELİL GETİRİLEMEMİŞ olması,
  • Tutukluluğun devamı için gerekçe olmaması, tüm delillerin toplanmış olması, delil saklama gibi bir ihtimalin mevzu bahis olmaması, 2 yıllık teknik takip ardından 2 yıllık tutukluluk süresi boyunca tüm araştırmaların yapıldığı ve tüm araştırmalara rağmen aleyhte bir delil bulunamamış olması, 
  • Şikayetçiler aynı olmasına rağmen, cinsel suçlarda etkin pişmanların serbest olması, 
  • Korona virüs salgını nedeniyle cezaevlerinin büyük tehlike arz ettiği, Silivri 7 no.lu cezaevinde korona virüs vakalarının ortaya çıktığı, cezaevinde sosyal mesafenin korunmasının mümkün olmaması ve beslenmenin son derece yetersiz olması,
  • Yeni ceza infaz düzenlemesi sonucunda hüküm alan kişilerin tahliye edilmesine rağmen, hüküm giymemiş tutukluların cezaevinde halen tutulmasının hukuka aykırı olması

hem sanıklar hem de avukatlar tarafından kapsamlı deliller ve açıklamalarla dile getirilmiştir.


Sn. Adnan Oktar'ın Duruşmadaki Açık Sözlerini Bir Kısım Basının Esrarengiz Bir Biçimde Çarpıtma Girişimi

Tüm tutuklu arkadaşlarımızın tahliye taleplerini ayrı ayrı dile getirdikleri iki günlük duruşmanın ilk gününde SEGBİS ile mahkemeye bağlanan Sn. Adnan Oktar, şu konuşmayı yapmıştır:

– "Adnan Oktar: Efendim beni ve bizleri Allah görüyor ve Allah'ın gördüğü ve duyduğu yerde emindeyiz demektir. Dolayısıyla, Allah'ın verdiği karar benim için en temel karardır.

– Mahkeme Başkanı: Tahliyenizi mi talep ediyorsunuz?

– Adnan Oktar: ALLAH'IN VERECEĞİ KARARI…"

Sn. Adnan Oktar'ın SEGBİS yoluyla mahkemeye ilettiği bu oldukça açık, net, son derece anlamlı ve etkili sözler, duruşmanın hemen sonrasında bu konuyu haber yapan bir kısım basında, "Adnan Oktar 'Allah'tan bir talebim yok' dedi" şeklinde verilmiştir. Tek bir kaynaktan çıktığı belli olan haber, pek çok haber sitesine iletilmiş ve bu sitelerden bazıları haber kaynağını DHA olarak belirtmişlerdir. Haber, mahkemenin tamamlanmasından sadece birkaç dakika sonra ilk olarak SABAH gazetesinde yayınlanmıştır. Bu hız, nezdimizde HABERİN ADETA ÖNCEDEN HAZIR EDİLMİŞ OLDUĞU izlenimini uyandırmaktadır.

Mahkemede Sn. Adnan Oktar'ın "ALLAH'IN VERECEĞİ KARARI TALEP EDİYORUM" şeklindeki tarihe geçecek sözlerinin, NASIL VE HANGİ AMAÇLA, 'Allah'tan bir talebim yok' şeklinde değiştirilerek basına servis edildiği kuşkusuz izaha muhtaçtır. Mahkemenin, haberciler açısından en can alıcı ve haber değeri taşıyan kısımlarından başlıcası Sn. Adnan Oktar'ın ifadeleri olduğu açıktır. Dolayısıyla habercilerin de en fazla dikkat verdikleri kısım, bu kısımdır. Sadece birkaç cümleden oluşan ve böylesine önem taşıyan sözlerin bir gazeteci tarafından "yanlış anlaşılarak" basına servis edilmiş olabilmesi oldukça düşük bir ihtimal gibi görünmektedir. Zaten böyle bir durum olmuşsa da bu, söz konusu muhabir açısından önemli ve ciddi bir başarısızlık örneği olurdu.

Sayın Adnan Oktar’ın sözlerinin AĞIRLIĞI, GÜCÜ, ETKİSİ, KARARLILIK ve GÜVEN telkin ediyor olması ve hiçbir şeye veya kimseye değil, YALNIZCA ALLAH'A GÜVENE İŞARET EDEN TARİHİ SÖZLER olması durumu, bu sözlerin özellikle değiştirilerek verilmiş olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. Keza, söz konusu sözlerdeki içeriğin, bir güç ve kararlılık ifade etmesi nedeniyle, muhtemelen basında Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları ile ilgili olumlu bir izlenim bırakacağı düşünülmüş ve sözlerin çarpıtılması ile "etkinin terse çevrileceğine" inanılmıştır. Bu kadar açık ve aleni şekilde söylenen sözlerin bu kadar farklı duyurulmasının başka bir anlamı yok gibi gözükmektedir. 

Kuşkusuz, bu yargıya varmamızın haklı gerekçeleri vardır. Polis operasyonunun gerçekleştiği 11 Temmuz 2018 tarihinden itibaren davamızın soruşturma ve kovuşturma evreleri boyunca, özellikle bir kısım basının camiamıza yönelik YARGISIZ İNFAZDA bulunduğu, ÖNYARGILI hatta ÖFKELİ yayınlar yaptığı, NEFRET YÜKLÜ İFADELERLE KARALAMA KAMPANYALARINDA bulunduğu, GİZLİ DOSYAYI İFŞA ETTİĞİ ve bunun üzerinden NEFRET söylemleri geliştirdiği kamuoyunun malumudur. Camiamıza SÖZ HAKKI VERİLMEKSİZİN 2 yıl boyunca sistematik olarak devam ettirilen bu nefret söylemleri ve karalama kampanyaları sona ermiş değildir. Camiamızla ilgili pek çok konu çarpıtılarak verilmiş, akla hayale gelmeyecek suçlamalar basın yoluyla üzerimize yıkılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla, bu karalama kampanyasının öncüsü haline gelen söz konusu birtakım basının eline geçen ilk fırsatta aynı taktiği devam ettirdiğine kanaatimizin gelmemesi için hiçbir sebep yoktur.

Ancak bütün bu aciz çabalara rağmen Türk yargısına güvenimiz tamdır. Atılan bu iftiralar ve karalama kampanyaları tarihin hiçbir döneminde adalet ve demokrasi yanlısı HAKİMLERİMİZİ ETKİLEYEMEMİŞTİR. 

Şunu belirtmek gerekir ki, haberin doğru içeriğini bilmeden vermiş, kaynak olarak aldığı haber ajansına güvenerek servis etmiş olan gazete ve haber kanalları müstesnadır. Ancak bu tuzağa düşmüş söz konusu sitelerin de, haberi ilk başta yaydığına inandığımız DHA ve Sabah gazetesinin de bu gerçek dışı haberi ACİLEN düzeltmeleri hem basın ilkeleri, hem güvenilirlikleri hem de hakkaniyet açısından şarttır. Aksi takdirde, mahkemedeki gerçek izahlar zaten her yerde yayılmış olduğu için bu durum yalnızca kendilerini küçük düşürmektedir.

Bir basın grubunun veya sitesinin, ideolojik olarak karşı dahi olsa, bir kimseye ve gruba karşı karalama veya yok etme unsuru olarak faaliyet yürütmesi KABUL EDİLEMEZ. Bu durum, gerçekte, karalama yapılan kişi veya kişilerden ziyade, söz konusu basına zarar verecektir. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, adalete ve adil yargılamaya bir gün herkesin ihtiyacı olabilir. Adalet bugün sahte suçlamalar, kirli yöntemler, 4. Kuvvet gibi hareket eden unsurlar tarafından susturulmaya kalkışılırsa, bunun sonuçları -Allah esirgesin- günün birinde bütün milletimize dokunan bir yara halini alır. TÜRK MİLLETİNİN ELİNDEN ADALETİ VE HAKKANİYETİ ALMAYA ÇALIŞMAYA KİMSENİN HAKKI YOKTUR. 

Saygılarımızla, kamuoyunun bilgilerine sunarız.