BARIŞ VE SEVGİ SÖZÜ OLAN SELAM, ASLA BİR “NİTELİKLİ TEHDİT” DEĞİLDİR!
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, camiamıza husumetli bazı kişi ve çevrelerin ve bunları yönlendiren ve kullanan üst-akıl İngiliz derin devletinin ülkemizdeki uzantıları ile birlikte yürüttükleri bir komplo nedeniyle 2 yılı aşkın süredir haksız ve hukuksuz yere tutuklu bulunmaktadır. Bu komploda, kamuoyunun camiamıza öfke ve nefret beslemesi, yargıdaki karar mercilerinin baskı altına alınıp etkilenmesi için her türlü yalan, düzen ve iftiraya başvurulmaktadır. Tüm bunlara rağmen Yüce Türk Adaletinin kararlarını alırken her türlü etkiden uzak kaldığına dair güvenimiz tamdır.
Camia mensuplarımız arasındaki dostluğu bitirmeye, kardeşlik duygularını yok etmeye, 10-20-30 yıllık dost ve arkadaşları birbirinden ayırmaya, hatta birbirinden nefret eden düşmanlar haline getirmeye çalışan odakların bu yöndeki ısrarlı ve gözü dönmüş gayretlerinin örnekleri devam eden yargılama sürecinde sık sık karşımıza çıkmaktadır.
Yargılamada gelinen son aşamada tutukluluğu devam ettirebilecek hukuki hiçbir dayanak kalmayınca, bu sefer Sayın Adnan Oktar’ın hiçbir zaman göndermediği bir selam sözü ve 22-23 yaşındaki bir genç kızın hiçbir zaman açmadığı bir telefon görüşmesinde güya sevgi notu iletmesi hem 77 insanın tutukluluğunun devamına gerekçe yapılmış hem de avukatlarımızın bizleri savunmasını engelleyebilmek amacıyla avukatlarımız hakkında soruşturmalar başlatılmıştır. Aşağıda örnekleriyle açıklayacağımız üzere operasyonun ilk gününden bu yana avukatlarımıza yapılan baskılar bizleri savunmasız bırakmayı hedeflemekte, birbirimize sevgimizi ifade eden her hareketimiz de zorlamayla suç kapsamına sokulmaya çalışılarak sevmekten ve dost olmaktan pişman olmamız istenmektedir.
Komplocular, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları arasındaki sevgi, saygı ve dostluk bağlarından dolayı o kadar öfkeli ve hınç doludurlar ki, onları cezaevinde fazladan 1 gün dahi tutabilmek için adeta birbirleriyle yarış halindedirler. Camiamıza duydukları husumetten ötürü, sahte ve yapay suçlar üretmede en saçma mantıkları dahi hukuki kılıflara büründürmede adeta boyut atlamışlardır.
Adil Türk Yargısı tüm bu yönlendirmeler ve baskılardan münezzehtir.
Sayın Adnan Oktar geçtiğimiz Ekim ayında, cezaevindeki avukat görüşmelerinden birinde, Av. Eşref Nuri Yakışan’a katılan vekillerinden Av. Eser Çömlekçioğlu’nun duruşmalardaki yeteneğini övmüştür. Katılan tarafta olmasına rağmen kendisini çok başarılı bulduğunu ifade etmiştir. Bu övgü, Sayın Adnan Oktar’ın her insana sevgiyle ve merhametle bakan güzel ruhunun bir tecellisidir. Av. Eşref Nuri Yakışan ise daha sonrasında cezaevi otoparkında karşılaştığı Av. Çömlekçioğlu’na iki avukat arasındaki doğal ve insani diyalog içinde müvekkilin kendisi hakkındaki bu olumlu intibalarını aktarmıştır. Av. Eser Çömlekçioğlu ise bu tümüyle iyi niyetli doğal, seviyeli ve insancıl konuşmayı herhangi bir şaibe oluşmaması adına Sayın Mahkemenin bilgisine sunarak Av. Eşref Nuri Yakışan’la kısa bir sohbette bulunduklarını, karşılıklı hâl hatır sorduklarını, selamlaştıklarını anlatmış, herhangi bir şikâyette de bulunmadan sadece Mahkeme heyetini bilgilendirme ihtiyacı hissettiğini ifade etmiştir. “Meslektaşımın iyi niyetinden şüphem yok” vurgusunu da özellikle eklemiştir.
Gerçekte, Av. Eser Çömlekçioğlu’na selam dahi göndermemiş olan Sayın Adnan Oktar (velev ki göndermiş olsa dahi, Av. Eser Çömlekçioğlu'nun olay günü hiçbir şikayette bulunmamasından da ortada olduğu üzere, hiçbir şekilde suç teşkil etmeyecek) hayali bir selam gönderme olayı yüzünden, durup dururken anlaşılamaz bir "tehdit suçlamasıyla" karşı karşıya kalmıştır. Hayali selamı ilettiği iddia edilen Av. Eşref Nuri Yakışan hakkında ise “örgüt üyeliği” ithamıyla ve “korkutucu güçten yararlanarak tehdit suçu işlediği” iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Barış, esenlik, huzur ve iyilik dilemek anlamına gelen selamdan (üstelik hiç gönderilmediği halde), “korkutucu güçten yararlanarak tehdit” manası çıkarmak aklın ve vicdanın sınırlarını fazlasıyla aşan bir durumdur. Bu, tarihte görülmemiş derecede vahim ve ürkütücü bir tablodur.
Sayın Adnan Oktar ile, görüştüğü avukatlardan biri arasında geçen sıradan ve masum bir konuşmadan böyle inanılmaz bir noktaya gelinmesi, camiamıza yönelik hukuksuzluklarda işin ne derece çığırından çıktığının çok net bir göstergesidir. Algı operasyonu ile istedikleri gibi at koşturabileceklerini ve her kişiyi ve her kurumu etki altına alabileceklerini zanneden komplocular, her türlü sahte kurguyu yaparak ne yazık ki sonuç da almaktadır. Bu uğurda, dosyada sadece görevlerini yapmaya çalışan avukatları bile karşı karşıya getirmekten, aralarında suni bir husumet oluşturmaktan çekinmemekte, onları zan altında bırakmakta, iyi niyet içerdiği aşikar olan, legal, sıradan, günlük sohbetleri suç görünümüne sokmaktadırlar.
Dikkat edilirse burada içiçe geçmiş çok katmanlı bir oyun vardır.
Birincisi; Av. Eser Çömlekçioğlu olay günü, Av. Eşref Nuri Yakışan ile arasında geçen diyaloğu duruşmanın sonuna doğru bir "bilgilendirme" olarak, oldukça sakin bir üslupla, hatta Av. Eşref Nuri Yakışan’ın “iyi niyetine güvendiğini” vurgulayarak gündeme getirmiştir. Eğer gerçekten tehdit edildiğini düşünse, özellikle de iddia edildiği gibi “korkutucu bir güç”le karşı karşıya olduğuna inansa kuşkusuz bunu can havliyle gündeme getirir, duruşma başlar başlamaz konuya dikkat çeker, üslubundan, mimiklerinden, ses tonunda da yaşadığı sözde dehşet açıkça görülürdü. Açıktır ki Eser Hanım bu diyalogdan bir rahatsızlık duymamış ancak yine de Mahkemeyi bilgilendirme ihtiyacı hissetmiştir. Ancak, ne olduysa daha sonra verdiği ifadesinde Mahkeme huzurundaki hür iradesini yansıtan açıklamaları sanki hiç yapmamış gibi "korktuğunu" beyan etmiştir. Av. Eser Hanım’ın bir korku yaşadığı görülmektedir ancak bu korkunun kaynağı Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları değil, ifadesini değiştirmesine sebep olan husumetli odaklardır. Ortada bir tehdit ve korkutucu güç varsa açıktır ki bir avukatın dahi ifadesini değiştirmesine sebep olan, camiamıza husumet duyan odaklardır. Hakkında soruşturulma açılması gerekenler de bunlardır.
İkincisi; Av. Eşref Nuri Yakışan’ın şahsında hedef alınan aslında savunma hakkımızdır. Savunma yapmamızı imkansız hale getirmek için operasyonun ilk gününden itibaren sayısız hukuksuzluk yapılmıştır. Müvekkillerinin hukuki işleriyle ilgilenmek, takip ettikleri davalarla ilgili toplantı yapmak, vekalet çıkarmak, dosya takibi yapmak gibi her hukuk bürosunun olağan işleri sözde örgüt faaliyetmiş gibi iddianamede suç ithamı olarak yer almıştır. Avukatlarımız bu gibi mesleki sorumlulukları öne sürülerek tutuklanmışlardır. “Taraf olmayan bertaraf olur” tehditlerine maruz kalan bazı avukatlar ise zorla müşteki yapılmıştır.
Üçüncüsü; Gerekçe olarak öne sürülen “Korkutucu güçten yararlanarak tehdit” kavramı hukuki bir terim olmakla birlikte Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla bağdaşması imkansız bir durumdur. Öncelikle, ortada korkutucu bir güç yoktur. Hayatında tek bir karıncayı dahi incitmemiş, bir tane insanın mahcup olmasına bile sebep olmamış, her sözü ve tavrı vicdan üzerine olan Sayın Adnan Oktar’ın sahip olduğu ve olabileceği tek güç sevgidir. Nitekim asıl mesele de sevgisinin derinliği, samimiyeti ve gücüdür. İnsanların dünyaları verseler elde edemeyecekleri dostluğa, samimiyete, kardeşliğe ve sevgiye sahip olan camiamız bu yönüyle hayatlarında bir kere bile sevilmemiş ve kimseyi sevememiş olanları müthiş rahatsız etmektedir.Sayın Adnan Oktar’ın sevgi gücüne ve arkadaşlarının ona olan derin sevgisine tahammül edemeyenler sanki ortada korkutucu bir güç varmış izlenimi uyandırırlarsa insanları Sayın Adnan Oktar’dan uzaklaştırabileceklerini sanmaktadırlar. Bunu da kendilerince hukuki kılıflara sokarak yapma yoluna gitmektedirler.
Yaşanan bu olay biraz dikkatli değerlendirildiğinde, komplocuların en bariz gerçekleri bile çarpıtmada ne derece pervasız hale geldikleri de rahatlıkla görülmektedir. Klasik mafya filmlerinde karşımıza çıkan, düşmanlarına selam gönderip tehditte bulunan, aba altından sopa gösteren mafya lideri tiplemesini referans alan komplocular, Sayın Adnan Oktar’ı da kendilerince güya tek kelimesiyle bile adeta dehşet saçan, son derece tehlikeli biriymiş gibi gerçek dışı bir görünüme sokma çabasındadır. Mahkemeyi etkileme ve baskı altına almada komplocuların en yoğun başvurduğu algı yöntemi de bu suni "tehlikeli gibi gösterme" taktiğidir. Nitekim, gerçek bile olmayan, en basit bir sanal selam gönderme konusu, böyle bir algı operasyonu sonucunda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın alenen haksız mağduriyetine yol açan bir sözde "nitelikli tehdit suçlamasına" dönüşmüştür.
Halbuki, bir kişiye selam göndermek, tebrik etmek suç değildir, olması da mümkün değildir; bunlar olabilecek en insancıl, en iyi niyetli, en güzel ve en takdir edilmesi gereken eylemlerdir. Bir soruşturmada veya davada karşı tarafa, tavırlı kimseler olsalar dahi, sevgiyle, barışla, şefkatle, dostlukla, insancıllıkla yaklaşma gibi bir olgunluğun, böyle üstün bir seciyenin karşılığı yeni suçlamalara uğramak olmamalıdır. Bu tür eylemleri suçmuş gibi görmek veya göstermek son derece kuşkucu ve sevgisiz bir zihniyetin eseridir. Sayın Mahkeme ise tüm bu yanlış zihniyetlerden kanaatimizce münezzehtir.
Yukarıda bahsettiğimiz, -hiç yaşanmadığı halde- sıradan bir selam gönderme konusu üzerinden suç üretilmesi garabetinin çok benzeri bir durum, dava dosyamız kapsamında Kübra Kartal isimli bir genç kızın başına gelmiştir.
Kübra Kartal, camiamızla doğrudan bağlantısı bulunmayan, ancak Sayın Adnan Oktar’ın eserlerini takip eden bir genç hanımdır. Geçtiğimiz Ocak ayında, dava dosyasında yer alan Bahar Kuştepe isimli müştekiye güya telefonda tehdit mesajı ilettiği ve suç örgütü üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanmıştır. Ancak, yaşanan olaylar en basit bir gözle dahi incelendiğinde Kübra Kartal’ın, yapmadığı ve hiçbir ilgisinin olmadığı bir telefon görüşmesi gerekçe gösterilerek haksız yere tutuklandığı açıkça görülecektir.
Diğer yandan bu olayda da dikkati çeken ilginç ve önemli husus, Kübra Kartal'ın da yine hiçbir suç unsuru içermeyen ve onun tarafından gerçekleştirilmediği raporlarla sabit bir telefon konuşmasında, MEŞRU VE DOĞAL BİR SELAM İLETME hadisesinin gerekçe gösterilerek tutuklanmasıdır. Gelişmelere konu olayın detayları özetle şöyledir:
Diğer birçok genç kız gibi, husumetli müştekilerin ve onları yönlendiren odakların tehdit ve baskıları ile korkutularak soruşturma dosyasında şikayetçi olmak zorunda bırakılan Bahar Kuştepe, söz konusu telefon konuşmasıyla ilgili İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne 03.12.2019 tarihli bir dilekçe yazmıştır. Bu dilekçesinde aynı tarihte cep telefonuna sabit bir numaradan çağrı geldiğini, arayan kişinin bir bayan olduğunu, ancak KİM OLDUĞUNU TANIYAMADIĞINI söylemiştir. Arayan kişinin, cezaevine gittiğini oradan kendisine 2 arkadaşının selam ve sevgilerini ilettiğini, ve bu arkadaşlarının kendisini cezaevi görüşüne de bekledikleri yönünde bir konuşma yaptığını belirtmiştir.
Bahar Kuştepe’nin bu emniyeti bilgilendirme dilekçesi sonrasında çağrının geldiği sabit numara emniyet tarafından araştırılmış, bahse konu olayla ilgili kamera kayıtları incelenmiş ve bunların sonucunda söz konusu çağrıyı yapan kişinin görüntüleri dosyaya girmiştir. KAMERA GÖRÜNTÜLERİNDEKİ KİŞİNİN KÜBRA KARTAL İLE UZAKTAN YAKINDAN BENZERLİĞİ OLMAYAN BAMBAŞKA BİR KİŞİYE AİT OLDUĞU SOKAKTAN GEÇEN ALAKASIZ BİRİNİN BİLE TEYİT EDEBİLECEĞİ BİR GERÇEKTİR. Ne var ki, tespitin ardından müşteki Bahar Kuştepe’nin bilgisine başvurulmuş, Bahar Kuştepe kamera görüntülerindeki şahsın daha önceden yakinen tanıdığı bir arkadaşı olan Kübra Kartal olduğunu iddia etmiştir.
Gözaltına alınan Kübra Kartal’a emniyet sorgusunda Bahar Kuştepe’nin onunla ilgili iddiası ve teşhisi sorulmuştur. Kübra Kartal, kendisi hakkındaki suçlamayı haklı olarak reddetmiştir. Görüntülerdeki kişinin kendisi olmadığını, zaten kendisine de hiçbir şekilde benzemediğini, dahası, telefon konuşmasının gerçekleştiği tarihten kısa bir süre önce burun ameliyatı olduğunu, dolayısıyla o tarihlerde hep burnunda bandajla gezdiğini, ancak görüntülerdeki şahsın böyle bir bandaj takmadığını, olay sırasında evinde ikamet ettiğini, Bahar Kuştepe’yi arayacak olsa yıllarca arkadaşlık yaptığı Bahar Kuştepe’nin kendisini sesinden tanımamasının mümkün olmadığını, tüm bunların da ifadesini doğrulayan somut deliller olduğunu belirtmiştir. Gözaltı sürecinin sonunda İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimliği bu açıklamaların hiçbirine itibar etmeyerek Kübra Kartal hakkında tehdit ve örgüt üyeliği suçlarından tutuklama kararı vermiştir.
Olayda güya tehdit mesajı göndermekle suçlanan müvekkilin arkadaş camiasından Mustafa Işık da ifadesinde Kübra Kartal isimli şahsı hiç tanımadığını, polis operasyonundan önce yakından tanıdığı ve görüştüğü bir arkadaşı olan Bahar Kuştepe’yi de kimseye aratmadığını söylemiştir. Yine Mustafa Işık, Bahar Kuştepe ile telefonda konuşan kişinin, konuşma sırasında kendisiyle güya cezaevinde görüştüğünden bahsettiğini, oysa hiç tanımadığı Kübra Kartal isimli genç kızın cezaevine kendisini ziyarete hiçbir zaman gelmediğini, bunun da cezaevi kayıtlarından rahatlıkla belgelenebileceğini özellikle vurgulamıştır. Tüm bunlar ne yargılanan Mustafa Işık'ın ne de Kübra Kartal’ın söz konusu telefon görüşmesiyle bir alakası olmadığını açıkça göstermektedir.
DOSYADAKİ TÜM SOMUT DELİLLER BAHAR KUŞTEPE’NİN KESİNLİKLE KÜBRA KARTAL TARAFINDAN TELEFONLA ARANMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR. Mustafa Işık eski samimi arkadaşı, aynı zamanda da dava dosyasında müşteki sıfatıyla yer alan Bahar Kuştepe’yi cezaevi görüşüne yazdırmasının ardından, ilginç bir şekilde Bahar Kuştepe telefonla aranmış ve olayın neticesinde görüşme ile hiçbir ilişkisi olmayan Kübra Kartal isimli kişi tutuklanmıştır. Ayrıca, olay medyaya da sızdırılarak tümüyle yalan ve uydurma haberlerle, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız güya dosyadaki şikayetçilerin ifadelerini değiştirmeye zorlamakla suçlanmıştır.
Tüm bunlara ek olarak, konunun başında da vurguladığımız gibi, olayda üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Şöyle ki, bir an için Kübra Kartal'ın bahsi geçen konuşmayı yaptığını varsaysak bile bu hayali konuşmada da suç unsuru olarak gösterilen sıradan ve günlük hayatın çok doğal parçası olan bir "selam gönderme" hadisesidir.
Nitekim Bahar Kuştepe de 25.12.2019’da, Aklama Suçları Büro Amirliği'nde verdiği ifadesinde arayan kişinin; kendisine Mehmet Atmaca ve Mustafa Işık’ın selam ve sevgilerini ilettiğini, kendisinin Mehmet Atmaca’nın selamını aldığını, Mehmet Atmaca’dan şikayetçi olmadığını, tüm bunları söylediğinde karşısındaki kişinin kendisine “SİZ DAHA İYİ BİLİRSİNİZ” dediğini, kendisinin Mustafa Işık ile görüşmek istemediğini söylediğinde de “SİZ BİLİRSİNİZ” deyip telefonu kapadığını anlatmıştır. Bunun tehdit olarak algılanması tek kelimeyle bir hukuk garabetidir ve böylece “SİZ BİLİRSİNİZ” diyerek ve “SEVGİ İLETEREK” tehdit kavramı ülkemiz hukukuna girmiş bulunmaktadır.
Tüm bunların neticesinde Kübra Kartal, hem kendisinin yapmadığı hem de sadece sevgi ve dostluk içerikli bir telefon görüşmesi gerekçe gösterilerek "tehdit suçlamasıyla" tutuklanmıştır. Oysa, telefon açılan müşteki Bahar Kuştepe dahi telefon görüşmesiyle ilgili emniyete verdiği dilekçesinde söz konusu konuşmada tehdit olarak değerlendirilebilecek hiçbir ifadeden bahsetmemiştir.
İşte tüm bu ve benzeri olaylar tarafımızda, Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiasının, tanıdıkları, sevdikleri insanlarla, onlarca yıllık arkadaş ve dostlarıyla hiçbir iletişim kuramayacakları, bir selam bile gönderemeyecekleri bir yalnızlık ve yalıtılmışlık içine sokulmaya çalışıldıkları, cezaevi köşelerinde unutturulmaya çalışıldıkları şeklinde son derece vahim ve endişe verici bir izlenim oluşturmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde en ağır kriminallere dahi uygulanmayan ceza ve yaptırımlar, kısıtlamalar bugün Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına uygulanmaktadır. Ki hepsi, haklarında henüz hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hiçbir suça karışmamış, sadece soyut müşteki beyanları bahane gösterilerek 2 yıldan fazla bir süredir tümüyle haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklu olarak cezaevlerinde tutulan masum ve mazlum insanlardır. Ortada görülmemiş derecede çok büyük bir haksızlık ve zulüm süregitmektedir.
Kaldı ki bu garip mantıkta, yalnızca "selam" vermek ya da göndermek değil, "günaydın", "merhaba", "iyi günler", "iyi akşamlar", "nasılsınız", "iyi misiniz"... ve bunlara benzer yüzlerce sosyal iletişim ve nezaket ifadesine de yorumlayanın insafına, psikolojsine, sübjektif yaklaşımına göre olmadık olumsuz anlamlar, saçma tehdit içerikleri yüklemek mümkün olacaktır.
Böyle bir zihniyetin Türkiye’ye ve Türk toplumuna büyük zararlar vereceği açıktır.
Böyle anormal bir korku toplumunun oluşması, Türkiye’yi karıştırmak, halkımızın huzurunu ve güvenliğini yok etmek, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin dünyaya vermek istediği insan hak ve özgürlüklerine değer veren, demokrat ve çağdaş Türkiye imajını kökünden yıkmak isteyen dış mihraklar ve bunları organize eden üst-akıl İngiliz derin devletinden başkasının işine gelmeyecektir. Bu oyunlara karşı gerekli tedbirler acilen alınmazsa, bugün camiamızın başına gelen hukuksuzlukların ve anormalliklerin yarın başka insanların da başına gelmesi kaçınılmazdır.
İnsanların, adalet bulmayı ümit ettikleri yargı kurumları vasıtasıyla, tam tersine tarihte görülmemiş zulümlere uğramaya başladıkları bir ülkede adalete olan güveni tesis etmek mümkün değildir. Bu nedenle, gerekli kanuni düzenlemelerle yargı sistemi üzerindeki bu tür baskı ve yaptırımların, (medya başta olmak üzere) dış unsurların etkileme güçlerinin acilen giderilmesi, kontrol altına alınması hayatidir. Bu kanayan yaraya köklü bir biçimde tedbir alınması adalet mekanizmasının sağlıklı işleyebilmesinin yanı sıra ülkemizin ve toplumumuzun güvenlik, huzur ve istikrarı bakımından son derece elzem bir konudur.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerinize arz ederiz.