İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 22.03.2022 tarihli yazısı ile, İstanbul Bölge Adiye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi tarafından verilen esastan bozma kararı neticesinde tahliye olan arkadaşlarımızın yeniden tutuklanması talebinde bulunmuştur.
Öncelikle ifade etmek isteriz ki ömrümüz boyunca olduğu gibi bugün de Yüce Türk Adaletinin her kararına saygımız sonsuz, Devletimizin her hükmüne boynumuz kıldan incedir. Cezaevi inancımız gereği bizler için Hz. Yusuf Medresesi, bir “ceza” evi değil bir "sevgi ve eğitim" evidir. Hakimlerin Hakimi olan Allah’ın verdiği her karar sonsuz adil ve sonsuz güzeldir.
Ancak, Sayın Başsavcılık Makamı bu talepte bulunurken –kanaatimizce dosya hakkında yeterli bilgi sahibi olmaması sebebiyle– hukukun dışına çıkmış, tutuklama talebini hiçbir geçerli hukuki temel üzerine oturtamamıştır. Birkaç gündür basında yapılan yaygaranın etkisiyle alelacele ve üstün körü hazırlanmış bir itiraz olduğu izlenimi veren bu başvurunun neden hukuk ve mantık dışı olduğunu kısaca özetlemek gerekirse;
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, yargılananların tahliyesine karar verirken, tüm somut savunma delillerini inceleyip değerlendirerek ve her isnat bakımından detaylı hukuki gerekçelerini belirterek sanıkların beraatine karar vermiştir. Öte yandan bazı sanıklar için ise şüphede kaldığı hususlar olduğunu ifade etmiş, yargılamanın devam edeceğine değinerek tahliye kararı vermemiştir. Bu itibarla, tahliye olan arkadaşlarımız hukuken İstinaf’ın kesin kararıyla beraatlerine hükmedilmiş kişilerdir.
Sayın Başsavcılığın bu açık gerçeğe rağmen detaylı ve kapsamlı hukuki inceleme ve değerlendirme sonucunda, beraat gerekçeleri yüzlerce sayfalık kararla açıklanan kişilerin bir sayfalık derme çatma bir itirazla yeniden tutuklanmasını talep etmiş olması açık bir hukuk garabetidir.
Başsavcılığın kendilerine yapılan baskı ve dayatmalar sonucunda cinsel saldırı isnadında bulunan bazı müştekilerin “iradesinin fesada uğradığı” çıkarımı ise hukuken hiçbir değeri olmamakla birlikte ilkokul çağındaki bir çocuğun dahi itibar etmeyeceği bir mantık çöküntüsüdür.
Kaldı ki İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, dava dosyasında binlerce sayfa tutan isnatları, müştekilerin, etkin pişmanların, yargılananlara yönelik soyut, mesnetsiz iddialarını, emniyet, savcılık ve mahkeme ifadelerini, yargılananların bunlara karşılık sundukları karşıt delillerini, savunma dilekçelerini, emniyet, savcılık ve mahkeme ifadelerini aylar süren bir inceleme sonucunda değerlendirmiş ve nihai kararında ortada hiçbir irade fesadı, taciz veya tecavüz vakası olmadığını tüm somut delil ve belgeleriyle, gerekçeleriyle ortaya koymuştur. Buna karşın, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı ise SADECE BİRKAÇ GÜNLÜK BİR GÖZ ATMAYLA ve bunun sonucunda alelacele kaleme aldığı birkaç satırlık bir itirazla, beraat eden arkadaşlarımızın tutukluluğunu talep etme gibi akıl almaz bir hukuksuzluk içine girmiştir.
Arkadaşlarımız harama ve helale dikkat eden ve Kuran’ın sınırlarına göre yaşayan insanlardır. Ancak Türkiye’de özellikle de İstanbul gibi bir büyük şehirde, arkadaş camiamızın içine bulunduğu sosyal çevre içerisinde bir erkeğin bir kadınla cinsel ilişkiye girmek istemesi durumunda "dini telkinde bulunma" gibi garip ve anlamsız bir yönteme başvurmasına hiçbir ihtiyaç yoktur. Cinsellik konusu zaten Türkiye’de özgür olarak yaşanmaktadır, kanunen zina da suç kabul edilmemektedir. Eğer arkadaşlarımızın herhangi bir kadınla cinsel ilişki kurmak gibi bir talebi olsa, bunun için önce uzun uzun dini anlatmak, sonrasında da ilişkiye ikna etmek durumunda olan insanlar değillerdir. Bir kahve içmeye davet, birlikte yemeğe çıkmak gibi sıradan bir eylem sonrasında elde edilebilecek bir sonuç için Sayın Savcılığın iddia ettiği gibi cinsel fayda sağlamak için bu tür karmaşık, zahmetli ve hiçbir işe de yaramayacak saçma yöntemlere gerek de, ihtiyaç da yoktur.
Bir kadının “iradesini fesada uğratmak” yani hile ile onu kandırarak cinsel ilişkiye teşvik etmek için kullanılabilecek en son unsur “din”dir. Özellikle de İstanbul gibi bir metropolde yaşayan, cinsel hayatın hürriyetine inanan, hayatını dini değerlere göre şekillendirmeyen, bunu da beyanlarında açıkça ifade eden, vajinal ilişkiye girmeye gönüllü olduklarını söyleyen müştekilerin anal ve oral ilişki için dini telkinle iradelerinin fesada uğratılmasına ihtiyaç olmadığı açıktır. Bu koşullarda dinin anlatılması cinselliğin yaşanması için teşvik edici değil tam aksine engelleyici bir unsurdur. Bir insanla gayrı meşru bir cinsel ilişki yaşamak isteyen kişinin önce karşısındakine dini anlatması değil tam tersine dinden uzaklaştırması gereklidir.
Bu kadınların, ne hayatları boyunca ailelerinden ne ilkokul, ortaokul, lisede almış oldukları dini eğitimlerden gördükleri ne de arkadaş grubu ile beraber oldukları ortam içinde ÖĞRENDİKLERİ HİÇBİR DİNİ VECİBEYİ YERİNE GETİRMEZKEN VEYA ÖNEMSEMEZKEN (mesela namaz kılma gibi en temel ibadetleri bile yerine getirmezken), SADECE ANAL VE ORAL YOLDAN CİNSEL İLİŞKİYE GİRİLMESİNİ BİR İBADETMİŞ GİBİ KABUL EDİP DE BÖYLE DEHŞETLİ BİR SAÇMALIĞA İNANDIKLARINI, BU SAHTE İBADETİ GÜYA EN ÖNEMLİ İBADET OLARAK UYGULADIKLARINI İDDİA ETMELERİ, çok büyük bir çelişkidir.
Görülen odur ki yerel mahkemede yeniden başlayacak yargılama öncesinde malum derin odaklar kendilerince Yüce Türk Mahkemeleri'ne göz dağı vermeye yeltenmekte, “bizim istediğimiz dışında hür ve bağımsız kararlar veremezsiniz” dayatması yapmaya kalkışmaktadır.
Dairenin esastan bozma kararı, aslında dosyanın hukuki karşılığı olan "istinasız tüm arkadaşlarımız ve Adnan Bey için beraat" hükmüne yer vermediği için kanaatimizce hukuken oldukça eksik yönleri olan bir karardır. Kararın bazı gerekçelerine katılmamız da mümkün değildir.
Ancak, haklarında hukuken hiçbir somut delil olmadığı halde, baskı ve zor altında alınan bazı müşteki beyanları temel alınarak hukuka aykırı bir şekilde neredeyse 4 yıldır cezaevinde tutulan arkadaşlarımızın yeniden cezaevine gönderilmek istenmesi vicdanlarda derin yaralar oluşturmaktadır. Vatan aşığı, Devlete itaatli, imanlı, aydın, Atatürkçü, milliyetçi gençleri cezaevi koğuşlarında çürümeye terk etmek, camiamızın anti Darwinist anti materyalist her türlü bölücülüğe karşı kültürel çalışmalarını durdurmak, bu kültürel çalışmalar durduğunda gençlerin akın akın deizme yönelmesine sebep olmak, halkın hukuka ve adalete olan güvenini sarsmak amacıyla hareket edenlerin bu ülkeye hep mutsuzluk getirdiği açık bir gerçektir. Hukuku ve vicdanı yaralayan bu tür kararların ülkeye hiçbir faydası yoktur.
Yeni bir kumpasın devreye girdiği görülmektedir. Bu kumpas görünürde bizleri aslında ise Hükümeti hedef almaktadır. Hükümetimiz İslami gruplara karşı, onları acımasızca ezen, adaletsiz, hukuksuz, özgürlükleri kısıtlayan bir anlayışta gibi göstermeye çalışan bu akılsızca kumpas elbet bozulacaktır. Müslümanları ezen hükümet propagandası yapıp neticesinden hükümeti yıpratmak ve yıkmak isteyenlerin tuzakları milletimizin irfanından dönecektir.
Bugün bu çevrelerin oluşturduğu tahribatı yine bu vatanın aydın, dindar, vatansever gençleri olarak Sayın Adnan Oktar ve bizler seve seve, güzellikle, iyilikle ve hukukla tamir edeceğiz. Canımız vatanımızın hukukun, demokrasinin, sevginin, dostluğun, insaniyetin, barışın her karışına hakim olduğu, herkesin birinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü, sokaklarının cıvıl cıvıl mutlulukla dolduğu bir ülke olarak Türk İslam aleminin önderi olacağına inancımız tamdır. Devletimizin Kızıl Elması, Türk İslam Birliği mutlaka gerçekleşecek, sevgi ve güzellik dünyaya mutlaka hakim olacaktır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.