Milliyet gazetesi magazin yazarı Sayın Ali Eyüboğlu, 18.09.2020 tarihli yazısında, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandığı davayla ilgili gerçekleri yansıtmayan bazı açıklamalarda bulunmuştur. Yazısında, geçtiğimiz günlerde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen söz konusu davayla ilgili duruşmada verdiği ifadeyi konu ederek kamuoyunu camiamız hakkında olumsuz yönlendirmeyi amaçlayan çeşitli anlatımlara yer vermiştir. Kapalı olarak gerçekleştirilen duruşmanın içeriği hakkında kamuya açıklama yapmasının kanunlarımıza göre suç olduğu gerçeği bir yana, henüz kesinleşmiş bir yargı kararı olmadığı halde masum insanlar için kullandığı ifadeler ve yaptığı yorumlar da en temel insan haklarını ihlal eder niteliktedir.
Ali Eyüboğlu, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yöneltilen suçlamaların iftiradan ibaret olduklarını görmesine, davanın nihayetinde beraatle sonuçlanacağını düşünmesine rağmen önyargılı ve taraflı bir yaklaşımla her türlü hukuki, gerçek, somut belge ve delilden yoksun, iftira temelli bu asılsız suçlamaları destekleyen açıklamalar yapmıştır.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, Sayın Ali Eyüboğlu’nun bu davada müşteki olarak yer alması, dosyada ona yönelik sözde fişleme eylemi olarak gösterilen, ancak içeriği itibariyle fişlemeyle hiçbir alakası bulunmayan, gerçekte sonradan üretilip dosyaya sokulan düzmece bir belge nedeniyledir. Sayın Ali Eyüboğlu, kendisi hakkındaki bazı gazete haberlerinin ve sosyal medya paylaşımlarının içeriğinden derlenen bu belge gerekçe gösterilip emniyete çağrılmış ve böylelikle şikayetçi yapılmıştır. Kanaatimizce bu düzmece belge gündeme getirilmeseydi, Sayın Ali Eyüboğlu da davadaki müştekiler arasında yer almayacaktı. Zira müşteki olması için geçerli hiçbir sebep de bulunmamaktaydı.
Diğer yandan, Sayın Ali Eyüboğlu’nun yazısına bakıldığında, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla ilgili dava dosyası hakkında yüzeysel bir bilgiye sahip olduğu, kulaktan dolma dedikoduları gerçekmiş gibi sunmaya çalışarak okuyucu kitlesini kasıtlı olarak yanlış yönlendirmeye çalıştığı görülmektedir. Yargı sürecine taraflı bir bakış açısıyla yaklaştığından, hakkımızdaki hiçbir aslı ve dayanağı bulunmayan iddiaları ve uydurma iftiraları sanki dosyada somut delilleri olan gerçeklermiş gibi göstermeye yönelik bir üslup kullanmıştır. Oysa ki Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, özellikle husumetli müştekilerden kaynaklanan tüm hayali ithamları ve gerçek dışı iddiaları 2 yılı aşkın süredir yaptıkları sözlü ve yazılı savunmalarında somut delillerle birer birer çürütmüşlerdir.
Ne var ki Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yöneltilen bu suçlamaları çürüten somut deliller Sayın Ali Eyüboğlu tarafından görmezden gelinmiştir. Zira, Sayın Ali Eyüboğlu aksine davranarak objektif bir tavırla gerçekleri dile getirse, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında medyada sürdürülen algı operasyonlarına aykırı düşerek derin çevreleri karşısına alacağından ciddi endişe duymaktadır. Bu yüzden de yazısında yıllardır dile getirilen, ancak her defasında hayali ve gerçek dışı olduğu ortaya konulan “sömürülen gençler”, “dağıtılan aileler”, “ayrılanlara yönelik baskılar” gibi uydurma hikayeleri tekrarlama ihtiyacını hissetmiştir. Tehditlerle, baskılarla korkutularak veya husumet ya da ideolojik sebeplerden ötürü dosyada şikayetçi olmuş kişilerin asılsız iddialarını tekrarlamak zorunda kalmıştır.
Oysa, yegane güç ve kuvvet sahibi Allah'tır. En doğru ve güzel olan tavır, yalnızca ve yalnızca Allah'tan korkup sakınmak, her durum ve koşulda doğruyu, gerçekleri dile getirmek, hakkın tarafında adaleti gözetmektir. Allah Katında makbul olan asil ve erdemli davranış da budur. Komploculardan korkup çekinmek, hak ve adalete aykırı da olsa onların istek ve emirlerini yerine getirmek ilk bakışta pratik bir kurtuluş yolu gibi görünebilir. Ancak bu çok kısa ve geçici bir illüzyondur. Dünyada ve ahirette gerçek kurtuluş, mutluluk ve huzur ise ancak Allah'ın rızasını gözetmekle, O'nun sevip beğendiği şekilde doğru, dürüst ve adil davranmakla mümkündür.
Sayın Ali Eyüboğlu’nun, yazısındaki açıklamalarına rağmen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu davadan da beraat edeceklerini düşündüğünü belirtmemiz gerekmektedir. Kendisinin, daha önce kurulan komplolarda olduğu gibi, bu komploda da art niyetli ve husumetli odakların hedeflerine ulaşamayacaklarını bildiğinden kuşkumuz yoktur. Komplocuların, uzun yıllara dayalı dostlukları bulunan, birbirlerini Allah için çok seven, tüm hayatlarını Allah’ı ve İslam’ı anlatmakla geçiren Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını dağıtamayacağının kendisi de gayet iyi farkındadır. Ancak, bu düşüncelerini elbette ki yazısında açıkça dile getirmemiş, kurmuş olduğu “Adnan Oktar Suç Örgütü’nün lideri ve üyeleri hukuki boşluklardan yararlanıp, bu dünyada yırtsalar bile, aldıkları ahların bedellerini öteki dünyada ödeyeceklerine inancım tam.” cümlesiyle bu davanın sonunda beraat kararı beklediğine dolaylı olarak işaret etmiştir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılanmakta oldukları davada beraat kararı verilmesi aklın, hukukun ve vicdanın gerektirdiği tek sonuçtur. Ancak bu sonuç, Sayın Ali Eyüboğlu’nun dediği gibi kanunlardaki boşluklardan dolayı değil, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının masum insanlar olmalarından, hayatlarında büyük küçük hiçbir suça karışmamış, tevessül etmemiş tertemiz insanlar olmalarından dolayı gerçekleşecektir.
Sayın Ali Eyüboğlu yazısında, davada adaletin tecelli etmesini ve hukukun işlemesini umduğunu da belirtmiştir. Ancak takdir edileceği gibi, hukukun gereklerini yerine getirmek sadece mahkemelerin değil tüm insanların sorumluluğudur. Sayın Ali Eyüboğlu’nun yazısına bakıldığında ise, henüz yargılaması süren kişiler hakkında “suç örgütü” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Sayın Ali Eyüboğlu da gayet iyi bilmektedir ki, bir grup insan hakkında “suç örgütü” tanımlaması yapabilmek için kesinleşmiş bir yargı kararının olması gerekmektedir. Bu nedenle Sayın Ali Eyüboğlu’nun yazısında, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında “suç örgütü” tanımlaması yaparak hukuka aykırı bir eylemde bulunduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Elbette ki Sayın Ali Eyüboğlu günlük hayatında, şahsi konuşmalarında dava ile ilgili olarak dilediği gibi kendi fikir ve düşüncelerini ifade edebilir. Ancak basın yoluyla kamuoyuna bir açıklama yapmanın kanuni sorumlulukları olduğunu bilmesi gerekir. Dolayısıyla, yazısını kaleme alırken hiçbir söz hakkı vermediği, aleyhlerinde tek bir kesinleşmiş yargı kararı bulunmadığı halde, masumiyet karinesini ihlal ederek itham ettiği insanları mağdur etmenin kanunlara saygılı bir kişi olduğu yönündeki söylemlerine hiç uymadığı ve mesleki tecrübesine yakışmadığı açıktır.
Sonuç olarak Sayın Ali Eyüboğlu’na, ön yargılarının ve taraflı bakış açısının etkisinde kalmamasını öğütler, taraf olduğu dava dosyasındaki delilleri çok iyi incelemesini tavsiye eder, adalet, dürüstlük ve hakkaniyete uygun hareket etmenin kendisine çok daha yakışacağını ifade etmek isteriz.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.