ÖRGÜT DAVALARI, TEMYİZ AŞAMASINDA İSTİNAF VE YARGITAY ARASINDA BÖLÜNMEMELİ TEK YETKİLİ YARGITAY OLMALI

Yargıtay’ın üzerindeki yükü hafifletmek ve adli süreci hızlandırmak amacıyla kurulan İstinaf mahkemelerinin ciddi hak kayıplarına, insan hakları ve hukuk ihlallerine sebep olduğu uzunca bir süredir bilinen bir gerçek. Özellikle örgütlü suçlar söz konusu olduğunda ortaya çok daha akla ziyan, içinden çıkılması zor ve hukukun da ötesinde vicdana ters bir tablo ortaya çıktığı da inkar edilemez bir durum. 

Ceza Muhakemeleri kanunumuzdaki mevcut düzenlemelere göre Bölge Adliye Mahkemeleri'nin, 5 yıl ve altı suçlara ilişkin istinaf taleplerini esastan reddetmesi halinde verilen karar kesinleşmekte ve infaz edilmektedir. Bir nevi temyiz yasağı olarak da adlandırılan bu hükme göre 5 yıl ve altındaki suçlar bakımından Yargıtay temyiz yolu kapatılmış durumdadır

Ancak bu durum, başta örgüt davaları olmak üzere bağlantılı suçlara ilişkin birçok dava bakımından çok büyük hukuksal sorunları ve kişisel hak kayıplarını da beraberinde getirmektedir. Ayrıca bu haksız durum, Anayasamızın hukuk önünde eşitliği ön gören 10. maddesi ile adil yargılanma hakkını (hak arama hürriyetini) ön gören 36. maddesine açık aykırılık teşkil etmektedir

Bilindiği üzere örgütlü suçlar, örgüt yöneticisi ve üyesi olduğu iddia edilen kişilerin ortak bir suçu işlemek üzere, yani bir amaç suç etrafında biraraya gelmelerini öngörmektedir. Bu sebeple, varsayılan örgütün yöneticileri ve üyelerinin durumları yerel mahkemelerde aynı müşteki ifadelerine, aynı delillere, aynı dijital verilere, aynı teknik takip raporlarına, aynı tanık beyanlarına, aynı telefon dinlemelerine göre değerlendirilmektedir

Yerel mahkemede ceza kararları çıktığında ise, özellikle örgüt davalarında üye olma, yardım etme, vb. iddialarla yargılanan kişilere verilen cezalar 5 yılın altında kalırken örgüt kurucusu ve yöneticisi olduğu iddia edilen kişilere verilen cezalar çok daha yüksek olmaktadır.

Ne var ki buraya kadar normal olan akış, istinaf aşamasında gelindiğinde son düzenlemeye göre büyük bir karmaşaya ve mantık dışı bir uygulamaya uğramaktadır. Çünkü, 5 yıl altı cezaların temyizi İstinaf’ta kesinleşip infaz edilirken 5 yıl üstü cezaların Yargıtay’a gönderilmesi ile bir anda dosya ikiye bölünmektedir. Yani, aynı iddialar, aynı deliller, aynı bulgularla hüküm yiyen insanlar hakkında yapılan yargılamanın hukuka uygun olup olmadığı hakkında iki ayrı üst yargı mercii tarafından farklı ve belki de tam zıt değerlendirme ve hükümlere varılmasının yolu açılmıştır. Bu durumun ise, doğal olarak fazlasıyla garip ve çelişkili sonuçlara yol açması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Dahası –birçok hukukçu, akademisyen, siyasetçi, gazeteci ve bürokratın ortak kanaat ve tecrübeleriyle ifade ettikleri üzere– İstinaf çoğunlukla dosyayı incelemek yerine doğrudan onama yoluna gittiği için telafisi mümkün olmayan, akılla, mantıkla ve hukukla açıklanamayan vahim neticeler meydana gelmektedir. 

Şöyle ki;

Varsayılan örgütün yüksek cezalar almış yöneticilerinin dosyası Yargıtay’a gittiğinden bu kişiler için hukuk yolu devam ederken, 5 yılın altı ceza alan üyelerin dosyası İstinaf’da kesinleştiğinden hükümler onanmakta ve cezalar infaz edilmektedir. 

Örneğin, Cumhuriyet Gazetesi davası gibi kamuoyuna mal olmuş bazı davalarda olduğu gibi üye olmakla yargılanan kişiler hüküm alıp cezaevine girerken yönetici olduğu iddia edilen kişiler dışarıda özgür olarak dolaşmaktadır

Anormallikler bununla da bitmemektedir. İstinaf’ta üyeler bakımından onanan dosya Yargıtay’da yöneticiler bakımından çoğunlukla bozulmaktadır. Özellikle de örgüt suçunun unsurlarının oluşmadığına dair karar verildiğinde oluşan hukuk garabeti, adaletsizlik ve mantık dışı durum kelimelerle tarif edilemeyecek vahamettedir. 

Zira, –doğru ya da yanlış– aynı iddialar, aynı beyanlar, aynı delillerle aynı davada yargılanan insanlardan bir kısmı İstinaf kararıyla cezası kesinleşip cezaevinde yatarken bazıları hatta, daha da yüksek –yönetici, vs. gibi– ithamlarla yargılananlar Yargıtay kararıyla serbest kalabilmektedir.

Bu durumda, aynı dosyada yargılanan bazı kişileri cezaevine gönderen sürecin hiç de hukuki olmadığı gözler önüne serilmektedir. Hatta, ortada bir örgüt bile olmadığı Yargıtay tarafından teyit edilmiş olmaktadır.

Ancak, üye olmakla suçlanan kişiler, daha sonra Yargıtay tarafından “var olmadığı hükmüne varılan" hayali bir örgütün üyesi” olarak çoktan İstinaf tarafından kesin hükümle cezaevine gönderilmiş ve artık telafisi mümkün olmayan hak kaybı ortaya çıkmış bulunmaktadır. 

Bir insanın özgürlüğünden alınan bir dakika bile çok kıymetliyken, Yargıtay sürecinin yıllarca sürdüğü düşünüldüğünde, insanlar yıllar boyunca haksız ve hukuksuz yere cezaevinde ömür geçmektedir. 

Yukarıda söylediğimiz gibi bu hukuka ve vicdana aykırı durum sadece örgüt davalarında yaşanmamaktadır. Bağlantılı ve iştirak halinde, vb. işlendiği iddia edilen suçlara ilişkin davalarda da aynı vahim tablo gözlenmektedir. Hatta şu gibi örnekler de mevcuttur: 

Örneğin, iştirak halinde işlenmiş bir suçun sanıklarından birisi yargılamada gösterdiği iyi halden ötürü ceza indirimi alınca cezası 5 yılın altına düştüğü için temyiz yasağına takılırken, diğer sanık ceza indirimi almadığı için Yargıtay’da temyiz hakkı kazanabilmektedir. 

Bu durum yargıda bir çifte standart oluşturmakta ve sanıklar arasındaki eşitlik ilkesini de ihlal etmektedir. Bir başka deyişle, daha hafif suç işleyen bir kişi cezalandırılırken daha ağır suç işleyen kişi yargı eliyle bir nevi mükafatlandırılır hale gelmektedir. 

Nitekim, bu madde hükümlerinin uygulamada yol açtığı sorunlar ve mağduriyetler  Yargıtay Eski Başkanı Sn. İsmail Rüştü Cirit tarafından da bizzat dile getirilmiştir. Sayın Ciritli 2019 yılı adli yıl açılışında yaptığı konuşmada bu konuya şu şekilde dikkat çekmiştir: 

“Kamuoyunda rahatsızlık duyulan bir diğer husus da aynı olayda aldıkları ceza bakımından bir kısım sanıkların istinafta itiraza, bir kısmının ise Yargıtayda temyiz incelemesine tabi tutuluyor olması adil yargılanma hakkını zedeler niteliktedir. Bu halde suçlardan biri Yargıtay incelemesine tabi ise diğer suçların da bağlantılı olarak veya resen Yargıtaya intikali adaletsizliğe engel olacaktır.” 


“Noter Gibi Çalışan İstinaf” Kavramının Yerleştiği ve Kabul Gördüğü Bir Ülkede Hukuktan Bahsedilemez 

Türkiye’de, hukukla uzaktan veya yakından bağlantısı olan ya da Adliyelere işi düşmüş herkesin, akademisyenlerin, ağır ceza hakimlerinin, savcıların, hukuk duayenlerinin, bürokratların, milletvekillerinin, bakanların, muhalefet liderlerinin, eski Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay başkanlarının ezici çoğunluğunun ORTAK KANAATİ İstinaf Mahkemeleri'nin -medyatik davalar başta olmak üzere- önlerine gelen dosyalarda yeniden yargılama, delilleri değerlendirme, inceleme yapmadan onama yaptığıdır. 

Söz konusu örgüt davaları olduğunda ise içinde çıkılması zor, hukuk garabeti olan mevcut durum sebebiyle İstinaf Mahkemelerindeki yaklaşımın, “ben göndereyim Yargıtay uğraşsın”, “ben başıma iş almayayım Yargıtay baksın” şeklinde olduğu söylenmektedir. 

Durum böyle olunca adaletten, hukuktan, insan haklarından bahsetmek de haliyle abes kalmaktadır. Vatandaşların yerel mahkemelerin hukuk dışı kararlarına karşı güvencesi kalmayınca adaletin tesis edildiğinden söz etmekte de mümkün olmamaktadır. 

Yukarıda özetlediğimiz tablo, kamuoyunda 'Adnan Oktar Davası' olarak bilinen davamızda ise çok daha vahim bir şekle dönüşmektedir. 

➤ Dev bir kumpasın eseri olan, Rahmetli Menderes dönemindeki gibi hatta daha da korkunç iftiraların, vicdansızlıkların, acımasızlıkların, zulmün yaşandığı dosyamızda nereye baksak apaçık bir kumpasla, liğme liğme dökülen bir hukukla ve akla ziyan mantık çöküntüleriyle karşı karşıyayız. 

➤ Tek bir somut delili olmayan, hayal ürünü hikayelerden oluşan, aklı baliğ tek bir kişinin bile makul bulmadığı müşteki beyanlarına dayanılarak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında 10 biner yıllık cezalar verilmiştir. 

➤ Tarihte örneği görülmemiş, neredeyse Göbekli Tepe’den bu yana işlenen tüm suçların cezasının omuzlarımıza yıkılmaya çalışıldığı bir yerel yargılama sürecinden geçtik. 

Uğradığımız tüm haksızlık ve hukuksuzluklara karşın, operasyonun ilk gününden beri her ne yaşarsak yaşayalım Yüce Türk Adaletine ve Devletimizin büyüklüğüne ve ferasetine güvenimiz zerre kadar sarsılmadı

Ne var ki, dosyamızın İstinaf’a gittiği günden beri kime dönsek “İstinaf’tan bir şey beklemeyin, orası onama makamı, orası noterlik” söylemleriyle karşılaşıyoruz. Bizler, İstinaf’ın kıymetli hakimlerine ve savcılarına güveniyoruz. Onların hukuka bağlılıklarına, etik değerlere sadakatine ve vicdanlarına inanıyoruz. Ancak, bazen ülkeler öyle dönemlerden geçer ki hukuka bağlılık çok büyük cesaret gerektirir. Eminiz ki Sayın İstinaf Hakimleri de bu cesareti gösterecek yüksek kişiliğe sahiptir.  

Ancak haklı olarak soruyoruz!

“Türkiye’nin önde gelen 100’lerce insanı bizlere "İSTİNAFI UNUTUN" derken biz sıradan vatandaşlar olarak ne yapabiliriz?” Sayın Devlet Büyüklerimizden bize yol göstermelerini istirham ediyoruz. Yerel mahkemede huzurdaki tanıklar bile dinlenmeden, savunma yapmamıza izin verilmeden, deliller toplanmadan ve incelenmeden, avukatlarımız salondan zorla dışarı çıkarılarak apar topar, adeta önceden verilmiş bir hükmün yerine getirilmesinden ibaret bir süreç yaşadık. Saygı, sabır ve adalete güvenle temyiz aşamasında tüm bu hukuksuzlukların giderileceğini düşünerek savunmalarımızı yapmaya devam ettik. Bu geldiğimiz aşamada öne sürüldüğü gibi "otomatik olarak onama kaşesi basılarak" dosyamız İstinaf’tan geçecekse BİZ NE YAPALIM?

Buradan çok değerli devlet büyüklerimize seslenmek istiyoruz!

Çok Kıymetli Cumhurbaşkanımız,

Zatıaliniz, gerektiğinde hak uğruna tüm dünyayı karşısına alan cesareti, yürekliliği, delikanlılığı ve yiğitliğiyle tanınan ve sevilen bir büyüğümüzsünüz. Kanaatimiz odur ki, eğer siz bu duruma bir açıklık getirmezseniz, başka kimse getiremez. Sizden istirhamımız tüm kurumlarda, akademik çevrelerde, adliyelerde, basında ve hatta sokakta bile yaygın olan İstinaf noter gibi çalışır kanaatinin doğru olmadığını açıklayıp halkımızın hukuka güvenini tazelemenizdir. Bu davanın ilk gününden beri tekrarlanan “Hükümet sizin üzerinizi” çizdi söylemlerinin, İslam Birliği ülküsünün lideri olan sizin ve neferleri olan bizlerin arasını açmak için oynanan bir oyun olduğunu biliyoruz. Yargının talimatla iş yaptığına inanmak istemiyoruz. Makamınızın talimatıyla bu sürecin işlediği söylentilerine ise asla ama asla itibar etmiyoruz. 1994 İstanbul Belediye seçimleri ve hatta daha da eskiye dayanan bir süreçten itibaren sizi tanıyor, dürüst kişiliğinizi, İslami hamiyetinizi, Müslümanlara olan sevginizi biliyor ve yüksek vicdanınıza güveniyoruz. 

Hal böyleyken, yaşadığımız tüm olaylar, beyni dışarıda derin ve alçak bir yapılanmanın devletin birçok kurumuna sızdığını, yargı ve emniyet üzerinde etkili olduğunu, bize yönelik operasyonun da bunların eseri olduğunu gösteriyor. Biz bu tip kumpaslardan yılmaz ve hukukla mücadelemizi sonuna kadar veririz. Ne var ki bu ahlaksız derin yapılanmanın birçok yerde sizin adınızı kullandığı da sürekli bizlere gelen duyumlar arasında. Müslümanların arasında nifak sokarak güç kazanmaya çalışan bu karanlık odaklara en güzel cevabı Zatıalinizin vereceğinden eminiz. Sizin adınıza hakimleri arayıp talimat veren, kendilerini sizin de üzerinizde bir güç gibi gören ve gösteren, sizin isminizi kullanarak yargıyı ve emniyeti dizayn etmeye çalışan bir güç varsa buna karşı en güzel mücadeleyi sizin yapacağınızı biliyoruz. Bu mücadelenizde biz ve milletimiz sonuna kadar sizin destekçiniziz.

Sayın İktidar ve Muhalefet Vekilleri,

Her yıl yeni reformlar yapılarak hukukun işleyişini düzenlemek için gösterdiğiniz gayreti takdir etmekle birlikte, bir avuç aydın, modern, dindar, vatansever, iyi eğitimli, bu ülkeye büyük katkıda bulunacak gencin büyük bir tehlikeymiş gibi gösterilip acımasızca cezaevlerinde çürütülmesine sebep olan kin, nefret ve öfkenin kaynağının bulunmasının çok daha öncelikli ve aciliyetli olduğu kanaatindeyiz. Bizler gibi ılımlı, sevecen, makul, itidalli, kabil-i hitap, vatansever, dindar ve Atatürkçü insanlar dahi böyle şedit bir öfkeyle ezilip yok edilmeye çalışılıyorsa, bu kontrolsüz öfke bir gün, Allah korusun bu ülkenin tamamını yutabilir.

Her gün bir yenisi beliren hukuk garabetlerini yamalarla tamir etmek mümkün değildir. Köklü adımlar atılması gerektiği açıktır. Bu adımların başında da İstinaf–Yargıtay sürecinde yaşanan hukuksuzların, hak ihlallerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Özellikle örgüt davalarında yukarıda izah ettiğimiz üzere akla ziyan bir durum yaşanmaktadır. 

Dolayısıyla, örgüt davalarının doğrudan İstinaf aşamasına sokulmadan Yargıtay’a gönderilmesi doğru ve yerinde bir adım olacaktır. 

Devlet büyüklerimizin, siyasilerimizin ve yetkili makamların vicdana, akla ve hukuka uygun gerekli düzenlemeleri bir an önce yapmalarını saygılarımızla talep ediyoruz.

Adnan Oktar Davası Hakkında

Daha Geniş Bilgi İçin

https://iddialaracevap.blogspot.com