Adnan Oktar Davası'nın taraf sayısı ve evrak hacmi olarak en geniş yer tutan iddiası, şüphesiz ki cinsel saldırı ve istismar iddialarıdır.
Bu konu kamuoyunun en hassas olduğu konuların başında gelmektedir. Bu hassasiyet, toplumun gelişimi ve adalet duygusunun yerleşmesi bakımından son derece önemlidir. Bununla birlikte, kimi zaman çıkar, karalama, intikam, vb. çeşitli nedenlerle sık sık iftira amaçlı da öne sürülen söz konusu iddialar beraberinde ciddi sorunları ve suistimalleri de gündeme getirmektedir.
Bu konuyla ilgili basına yansıyan her olayda anında yargısız infaz yapılmakta ve bu iddiaların yöneltildiği kişi toplum nezdinde peşinen suçlu ilan edilmektedir. Bu durumun ister istemez bir kısım yargı mensupları üzerinde psikolojik bir baskı oluşturduğu da çoğu zaman şahit olunan bir gerçektir.
Söz konusu dosyada, masa üstünde kurgulanan uydurma senaryolarla ve husumetli kişilerin baskı ve yönlendirmeleriyle sahte mağdurlar üretilmiştir. Bu yolla, toplumun hassas sinir uçları tahrik edilerek kamuoyunda infial oluşturulması ve yargı üzerinde baskı kurulması amaçlanmıştır. Ayrıca, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının dindar insanlar olduğu bilindiği için –sözde mağdurların kendi ifadelerinde dahi böyle bir iddia yer almadığı halde– iddianameyle birlikte güya “mağdurların iradelerinin dini telkin yoluyla fesada uğratıldığına” dair hayali bir iddia ortaya atılmış ve gerekçeli karara da esas teşkil etmiştir.
Nitekim BAM 1.C.D., 15.03.2022 tarihli ESASTAN BOZMA kararında tüm mağdurlar bakımından bu iddiayı tek tek incelemiş ve hiçbir mağdurun dinsel telkinlerle iradesinin fesada uğratılmadığını ve somut olaylar bakımından bunun mümkün olamayacağını nedenleriyle birlikte izah etmiştir.
İslami değerlere sahip, hayatlarını dini ölçülere göre düzenleyen insanların cinsellik konusunda da İslami kuralların sınırlarına göre hareket ettikleri bilinen bir gerçektir. Aynı şekilde, kamuoyunda 40 yıla yakındır dindar kişiliği ve bu yöndeki dini, imani ve bilimsel çalışmaları ile tanınan Sayın Oktar da nikah dışı herhangi bir cinsel temasın ve birlikteliğin kesin olarak haram olduğuna inanmaktadır.
Bu bakımdan, iddianamenin ve gerekçeli kararın dayandığı “dini telkinle cinsel saldırı” kavramı, “dini telkin yoluyla (sözde) müşteki kadınların iradelerinin yok edilerek sistemli olarak anal ve oral ilişkiyi kabullenir hale getirildikleri” iddiası kendi içinde çelişen, akıl ve mantığa aykırı, hayatın olağan akışı içinde imkansız olan bir varsayımdır.
Zira din, cinsel özgürlüğü sınırlayan bir kurumdur. Yani İslami inanca sahip bir kişinin istediği kişiyle istediği şekilde özgürce cinsel ilişkiye girmesi haram kabul edilmektedir. Ancak, nikahlı bir birliktelik içinde meşru yolla yapılan cinsel ilişki helaldir.
Dini inanca sahip olmayan kişiler ise istedikleriyle, istedikleri gibi cinsel ilişkiye girme konusunda kendilerini özgür görürler. Çıplaklık konusunda dinin getirdiği sınırları ölçü almaz ve kanunlarca da yasak olmayan ortam ve şartlarda diledikleri şekilde cinsel ilişkiye girmekte herhangi bir sakınca görmezler. Dolayısıyla, ülkemizde yetişkin her birey, her konuda olduğu gibi cinsel eylemlerinde de yasal sınırlar içinde hürdür.
Ancak, Sayın Adnan Oktar her fırsatta, kendisi ve arkadaşları bakımından böyle bir durumun söz konusu olmadığını, “İslam dinine ve bu dinin emir ve yasaklarına inanan ve titizlikle riayet eden kişiler oldukları için, dinen meşru olmayan bir ilişkiye asla tevessül etmediklerini ve etmeyeceklerini” önemle belirtmektedir.
DOLAYISIYLA BİR İNSANI CİNSEL İLİŞKİYE İKNA ETMEK İÇİN KULLANILACAK EN SON KONU "DİN"DİR.Çünkü bir insanın dini inanca sahip olması, o kişinin hayatına çeşitli yükümlülükler ve sınırlar getirir. Bu sınırlara sahip bir insanın da iddianamede öne sürülen ilişkileri kabullenmesi mümkün değildir. Sosyal hayat içinde kadın erkek ilişkisi kurulmak istendiğinde “bir kahve içmek”, “birlikte yemek yemek”, “birarada vakit geçirmek” gibi günümüzde herkes tarafından kabul gören kolay ve makul yöntemler varken, önce uzun uzun dini telkinde bulunmak, sonra da o kişiyi cinsel ilişkiye -özellikle de anal ve oral ilişki gibi dinen haram olduğu bilinen, toplumun büyük kesiminde kabul görmeyen ilişki türlerine- ikna etmek gibi akıl dışı bir yöntem izlemenin mantıksızlığı ortadadır. Dahası herhangi bir dini telkinde bulunmadan da her türlü cinsel ilişkiyi kabul eden bir özgürlük anlayışına sahip kişilere, güya iradelerini kırmak için dini telkinde bulunmanın gereksizliği de açıklama gerektirmeyecek kadar net bir gerçektir. Zira iddianamenin öne sürdüğü gibi dini telkinle irade fesadı olması için dini telkinin bu kişilerin iradesinin üzerinde etkisinin olması gereklidir. Ancak aşağıda sadece birkaç örneğiyle ortaya konulduğu üzere dosyada adı geçen sözde mağdurların dini hassasiyetlerinin olmadığı ve cinsellik konusunda özgür davranabilmeleri için herhangi bir telkine ihtiyaçları olmadığı görülmektedir. |
ADNAN OKTAR GRUBU DAVASININ (sözde) MAĞDURLARINA BAKTIĞIMIZDA VE HATTA KİŞİ KİŞİ İNCELEDİĞİMİZDE İSE, İSTİSNASIZ TAMAMININ modern, eğitimli, belli gelir ve kültür düzeyinde, aktif sosyal hayatları olan ve iyi mesleklere sahip kişiler olduğu açıktır.
Örneğin;
Aslı Bektaş – İç Mimarlık
Asiye Sandıkçı – Pazarlama
Aysu Yılmaz - Avukat
Başak Ballıca – Tıp Fakültesi
Bengisu Güler – Diş Hekimliği
Beril Koncagül – Fizik Mühendisliği
Betül Kesgin – Avukat
Beyzanur Çelebioğlu- Metalurji Mühendisliği
Ecenaz Üçer – Radyo Televizyonculuk
Elif Baylan – Müzik Öğretmenliği
Ezgi Çelenlioğlu – Ekonomi / Finans
Funda Yıldız – Haber Muhabirliği
Gamze Basın – Mimarlık
Gamze Çelenlioğlu – Sosyoloji
Gizem Tar – Anestezi Uzmanlığı
Gülcan Karakaş - Avukat
Hanife Akalın – İlk Yardım Uzmanlığı
Hatice Ural – Amerikan Dili ve Edebiyatı
İffet Piraye Yüce – Sosyoloji + Fransız Dili ve Edebiyatı
Merve Deveciler – İşletme + İngiliz Dili ve Edebiyatı
Merve Tezel – İşletme
Mervenur Gözcü – Psikoloji
Neval Avcı – Pazarlama
Ranim Trabelsi – İşletme
Şengül Sandıkçı – Medya
Yaren Güldiken – Psikoloji
Zeynep Ceren Yiğitcan – Fen Öğretmenliği
gibi alanlarda eğitim görmüş ve meslek edinmişlerdir.
Tamamı modern ve özgür yaşayan, diledikleri kıyafetleri giyen, dilediği insanlarla görüşen, bazıları SOSYAL MEDYA FENOMENİ, bazıları RESSAM, bazıları DANSÇI, DOKTOR, AVUKAT, HEMŞİRE, İLETİŞİMCİ, bazıları da medya sektörü içinde bulunan kişilerdir.
Aşağıda açık kaynak fotoğraflarını sunacağımız örneklerde;
⁉️ Müşteki Aslı Bektaş’ın KENDİ ÇIPLAK VÜCUDUNU BOYAYA BASTIRARAK YAPTIĞI TABLOLARIN resmini, SOSYAL MEDYADA YAYINLADIĞI ÇIPLAK DANS GÖSTERİSİNİN fotoğrafları,
⁉️ Müşteki Ecenaz Üçer’in OYNADIĞI SİNEMA FİLMİNDE ÇEKTİĞİ MÜSTEHCEN SAHNEYİ, SOSYAL MEDYA PROGRAMINDA BİR KÜVET İÇİNDE ERKEKLERLE BERABER SUNDUĞU PROGRAMIN FOTOĞRAFI,
⁉️ Müşteki Funda Yıldız’ın SOSYAL MEDYA HESABINDA PAYLAŞTIĞI DİREK DANSI GÖRÜNTÜLERİ...
ve bunlara benzer görüntüler yer almaktadır.
Burada önemle vurgulamak istediğimiz konu, bu kişilerin söz konusu faaliyetlerini eleştirmek değildir. Herkesin malumu olduğu üzere Sayın Adnan Oktar her fırsatta herkesin kanuni sınırlar içinde özgür yaşamasını ve dilediği faaliyeti kısıtlama olmaksızın yapabilmesini savunmaktadır. Bu örneklerin gündeme getirilmesindeki amaç, iddianamede ve eski heyetin cezalara hükmettiği gerekçeli kararda esas aldıkları, "müştekilerin iradelerinin dini telkinle ifsat edildiği ve bu yolla cinsel ilişkiye girmeyi kabul ettikleri" tezinin ne derece geçersiz, mantıksız ve anlamsız olduğunu göstermektir.
Dava dosyasına bugüne kadar sunulan sayısız fotoğraf, sosyal medya paylaşımı, video vb. açık kaynaklara ait net deliller ile bu gerçek rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bu konuda çok sayıda dilekçe sunulmuş olmakla birlikte, birkaç örneği tekrar hatırlatmakta fayda vardır:
Müşteki Aslı Bektaş’ın kamuya açık alanda kendi bedenini boyaya batırarak yaptığı resim (üstte)
Müşteki Aslı Bektaş’ın sosyal medya hesabında paylaştığı çıplak dans videosundan görüntüler (yukarıda)
Müşteki Funda Yıldız’ın direk dansı yaparken sosyal medyasından yayınladığı videolardan görüntüler (üstte)
Müşteki Bengisu Güler’in sosyal medya hesaplarında yayınladığı dans videolarından görüntüler (üstte)
Müşteki Bengisu Güler’in dans gruplarındaki açık kaynak görüntüleri (üstte)
Müşteki Ecenaz Üçer’in sosyal medyada paylaştığı videolardan örnekler (üstte)
Eğer bir an için bu kişilerin birtakım dini telkinlere maruz kalıp bunların etkisinde kaldıklarını varsayarsak, o takdirde anal-oral yoldan cinsel ilişkiye girmek değil, asıl uygulamaları gereken başlıca birçok dini vecibeler olurdu. Bir başka deyişle, maruz kaldıklarını iddia ettikleri dini telkinle önce namaz kılmaları, Kuran okumaları, oruç tutmaları, hacca gitmeleri, vb. dini ibadetleri yerine getirmeleri gerekirdi.
Tabi ki herkes dininde ve inancında özgürdür ancak öne sürülen iddianın saçmalığının ve tutarsızlığının ortaya konması bakımından bu gerçeklerin dikkate alınması önemlidir.
Haklarında güya dini telkinler neticesinde cinsel ilişkiye girmeye rıza gösterdikleri iddia edilen kişilerin kendi ifadelerinde, "KENDİSİNE VERİLEN DİNİ KİTAPLARI YIRTIP ÇÖPE ATTIKLARINDAN", "SABAH NAMAZA KALDIRILDIĞINDA KALKMAYIP UYUMAYA DEVAM ETTİKLERİNDEN", vs. bahis vardır. Görüldüğü üzere, henüz en temel dini hassasiyetleri dahi olmayan birilerinin sırf kendilerine dini telkin yapıldığı için (güya) onlarca kişi ile anal-oral, toplu seks gibi yollarla cinsel ilişkiye razı girdikleri iddiası akla, mantığa ve hayatın olağan akışına aykırıdır.
İddianame ise bu müştekileri, sanki çarşaf giyip peçeyle gezen, camiden hiç çıkmayan, sürekli tesbih çeken veya kırsal kesimde yaşayan, dolayısıyla birtakım dini telkinlere çok açık kişiler gibi lanse etmeye çalışarak, bu yoğun dini hassasiyetleri yüzünden kendilerine yapılan sözde çarpık dini telkinlere uyup, dinin gereğini yerine getirdikleri zannıyla için onlarca kişiyle cinsel ilişkiye girmişler gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa müştekilerin bu profilde kişiler olmadıkları çok açıktır.
Ayrıca, her ne kadar iddianamede bu konuda ayırım gözetilmeksizin tüm müşteki kadınlar aynı kefeye konularak tamamının güya dini telkinle cinsel ilişkiye girmeye mecbur bırakıldığı ön kabulü dayatılmaya çalışılsa da, müşteki ifadelerinin çoğunluğunda bu kadınların kendilerine dini telkin yapıldığına dair bir iddiaları da yoktur.
İşin doğrusu, müştekilerin ilk ifadelerinde zora dayalı yani bilinen anlamda klasik tecavüz vakaları anlatılmıştır. Yani, ilk düzmece senaryolar klasik cinsel saldırı iftiraları üzerine kurgulanmıştır. Ancak, mahkemenin ilk aşamasında sanıkların savunmaları bu iddiayı somut belge ve delillerle çürütünce, müştekilerin bir bölümü ikinci ifadelerinde anlatımlarını değiştirerek zora dayalı cinsel saldırı anlatımından dönmüş, dini telkine dayalı sözde irade fesadı neticesinde güya cinsel sömürüye maruz kaldıklarını anlatmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda da farklı zamanlarda verdikleri ifadeler arasında ciddi çelişkiler meydana gelmiştir.
Yine söz konusu cinsel saldırı iftiralarıyla ilgili olarak önemli bir çelişki ve tutarsızlığı da gözler önüne sermekte fayda vardır:
Cinsel saldırı ve istismar iftiralarıyla itham edilen erkek sanıkların her biri iyi eğitim almış, iyi ve seçkin ailelere, çevrelere mensup, yüksek gelir düzeylerine sahip, maddi ve sosyal imkanları genel standartların üzerinde olan, "yakışıklı", "gösterişli" olarak tanımlanan fiziki özelliklere sahip, toplum tarafından tanınan, bilinen kişilerdir.
Bu kişilerin, günümüzün sosyal şartlarında çok sayıda ve farklı genç kız ve kadınlarla, oldukça da kolaylıkla arkadaş ve sevgili olabilme, birlikte cinsellik yaşayabilme imkanları varken, alelade bir cinsel ilişkiye girmek için, üstelik de (güya) uzun yıllara yayılan, "dini telkinle istismar" gibi zorlu, zahmetli, faydasız ve anlamsız bir çaba içine gireceklerini düşünmek mantıklı değildir. Bu kişiler daha hızlı, daha kolay ve çok farklı profillerdeki kadınlarla rahatlıkla cinsel ilişkiye girebilme imkan ve donanıma sahipken (güya) pratikte hiçbir etki ve fayda sağlamayacak böylesine garip, saçma ve anlamsız bir yöntemi tercih ettiklerini iddia etmek akıl ve mantıkla uyuşmamaktadır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.