Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın açık bir kumpas sonucunda haksız yere tutuklandıkları, kendilerini doğru dürüst savunmalarına dahi fırsat verilmeden, kararları çok önceden belirlenmiş hukuksuz bir yargılamayla mahkum edilmiş oldukları artık herkesin bildiği bir gerçektir.
Yerel mahkemenin kararına elbette saygı duyuyoruz. Ancak gerek dosyanın yargılananlar aleyhinde hiçbir somut ve gerçek bulgu, belge ve delil içermemesi (yani hukuken bomboş olması) gerekse mahkeme heyeti tarafından imza atılan yüzlerce usul ve yasaya aykırı uygulama bu kararların hukuken temyiz aşamasından mutlak surette bozulup dönmesi gerektiğinin açık bir göstergesidir.
11 Temmuz 2018 günü düzenlenen polis operasyonundan bu yana geçen 3 yıllık süreçte iddia makamı suça ilişkin tek bir somut bulgu ya da delili dava dosyasına sunamamıştır. Buna karşın, bir kısım husumetli ve art niyetli çevreler kumpasçıların yalan ve iftiralarını, hayal ürünü senaryolarını olumsuz algı malzemesi yaparak kendilerince bir itibarsızlaştırma ve karalama kampanyasını 3 yıldan bu yana ısrarla gündemde tutmaya çalışmaktadır. Tertemiz ve masum insanlar adeta özel bir etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma projesi kapsamında tarihte görülmemiş haksızlıklara, hukuksuzluklara, eziyet ve hakaretlere maruz bırakılmaktadır. Ancak, yöneltilen iftiralar, uydurma hikayeler hiçbir delile ve gerçekliğe dayanmadığından aleyhimizdeki bu çirkin algı kampanyası başarılı olamamıştır. Adnan Bey ve arkadaşlarımızın kamuoyu vicdanındaki masumiyetlerini zedeleyememiştir.
Mahkeme heyeti tarafından verilen ve tarihte eşi benzeri görülmemiş on binlerce yıllık mahkumiyet kararlarındaki anormalliği sağduyulu vatandaşlarımız hemen fark etmişler, ortada çok büyük bir kumpas ve hukuksuzluk olduğunu dile getirmeye başlamışlardır. Öyle ki insanlar artık aralarında “adamlar cinayet işlese, hatta katliam yapsa böyle bir ceza verilmezdi, bu nasıl bir karar? Bu kararda bir gariplik var” şeklinde konuşmaktadır. Bu konuşmaların bir kısmı basına da yansımış, köşe yazılarında yer bulmuştur.
Gerçekler bu derece açık ve ortadayken halen dahi küçük bir grup insan, gerek husumet, kin, öfke gibi dürtülerle gerekse ideolojik nedenlerle Adnan Bey ve arkadaşlarımız hakkında verilen bu haksız ve hukuksuz mahkumiyet kararlarını, diğer deyimle apaçık adaletsizliği savunabilmektedir. Dahası, on bin yıllık mahkumiyet kararlarını da yetersiz bulup çok daha yüksek cezaların verilmesini isteyebilmektedir. Hatta, daha da ileri gidip öfke ve yaygara dolu bir üslupla hukuksuz kararlara imza atan hakimleri ve savcıları daha çok hukuksuzluk yapmaya teşvik etmekte, hükümeti camiamıza karşı ezici bir politika uygulamadığı için eleştirmektedirler. Yani ellerinden gelse, camiamızı dünyadan tümüyle kazımaya çalışacak derecede sapkın ve gözü dönmüş bir ruh hali içindedirler.
Bu histerik tutumun, başta masumiyet karinesi olmak üzere en temel hukuki ilkeleri ihlal ettiği açıktır. Ancak bunun da ötesinde bu kin, öfke ve nefret, dehşet verici bir akıl tutulmasına sebep olmakta, öfke krizine tutulmuş bu kişiler bilerek veya bilmeyerek günün birinde kendilerine de dönüp zarar vermesi kaçınılmaz olan bir yangını bugün bilinçsiz bir coşkuyla körüklemektedir. Kendilerinin asla yaşamak istemeyecekleri, binde birinden dahi ciddi mağdur olacakları hukuksuzlukları alkışlarken bu alkış tufanı içinde onlarca masumun vebalini yüklendiklerinin farkında değildirler.
Daha da anormal olan yaygaranın başını çeken kişiler, öyle kanundan hukuktan bihaber olmadıkları gibi aksine, hem kanunları hem yargısal usul ve kaideleri hem de bilimsel araştırma yöntemlerini oldukça iyi bilen hukuka ve adalet kavramına hakim olan kimselerdir. Bu düzey ve birikimdeki bir insanın ise hakkımızda ortaya atılan suçlamaların doğru ya da yanlış olduğunu mevcut somut bulgu, belge ve delillere bulgulara bakarak tespit etmesi ise son derece kolay bir durumdur. Her bilim insanı bilir ki bir fikrin ya da iddianın (bilimsel tanımıyla hipotezin) delilleri yoksa ortada gerçek bir iddia da yok demektir. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu değişmez. Delilsiz iddiaların bilim dünyasında hiçbir geçerliliği olmaz.
Ancak, sözünü ettiğimiz kimseler konu Adnan Bey ve arkadaş camiamız olduğunda nedense hukuku, bilimsel araştırma ve inceleme yöntemlerini, yargı kurallarını ve adalet duygusunu gözlerini kırpmadan bir kenara bırakabilmektedir.
Televizyon ekranlarında gece gündüz “adalet yok, adalet öldü, adalet nerede” gibi söylemlerde bulunurlarken, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın maruz bırakıldıkları hukuksuzluklara ise “oh ne güzel oldu, çok iyi oldu, az bile olmuş” tavrıyla yaklaşabilmektedirler. Oysa, zulme rıza gösterip “oh” demek ile zulmü bizzat işlemek arasında hiçbir fark yoktur. Bu açıkça, bizim ve bizim kafamızdakiler için adalet olsun ama Adnan Bey ve arkadaşlarımız için adalet olmasın demektir.
Tüm temel ve evrensel ölçüleri bir kenara bırakıp sırf ideolojik karşıtlık ya da camiamıza besledikleri herhangi bir husumet dolayısıyla akıl, mantık, bilim, vicdan ve adalet dışı bir tavır içine girmeleri, bu insanların gerçekte samimiyet ve dürüstlükten son derece uzak, içler acısı bir zihniyet içinde olduklarını göstermesi bakımından ibret vericidir.
Hakkımızda verilen haksız mahkumiyet kararlarını hukuki ve adil sanarak olayların içyüzünü bilmeden destek veren varsa onları elbette tenzih ederiz. Ancak, konulara son derece hakim, hatta dava dosyası numarasına kadar bilen ve buna rağmen hakim ve savcıları gayri hukuki uygulamalar için kendilerince kışkırtmaya çalışanlara, bu yaptıklarının ne adaletle ne de insaniyetle bağdaşmadığını hatırlatmak isteriz.
Ayrıca, konusunun uzmanı hukukçular ve akademisyenler tarafından hazırlanmış ve tüm savunma delillerimizi ve masumiyetimizi alenen ortaya koyan bilimsel mütalaaları da içeren savunma dosyalarımızı kendilerine sunmamıza rağmen bunlara bir kez dahi bakmadan, incelemeden ya da bilip de görmezden gelerek yapılan peşin hükümlü aleyhte konuşmaların dürüstlükten, samimiyetten ve bilimsellikten uzak, taraflı bir tutum olacağı ortadır. Dolayısıyla, yapılanlar bu yönüyle sadece boş, bilgisiz konuşmaktan ibaret hafif bir kabahat de değildir. Hiç bilmeden, araştırmadan delilsizce veya daha kötüsü araştırıp ortada tek bir suç bile olmadığını bizzat çok iyi görüp anlamasına rağmen insanları en ağır ithamlarla suçlamak, karalamak, masum insanların mahkum edilmelerini onaylamak, alkışlamak hatta daha çok ceza almasını istemek tarihe yazılmış kara bir leke olacaktır.
İdeolojik yaklaşımlarla, şahsi duygularla, kin ve öfke saikiyle, adalet terazisinde işine geldiği gibi oynamalar yapmak, adalet kavramını tümüyle ortadan kaldırmak demektir. Kendisi ya da kendi görüşünde olanlar için adaleti isterken, bir başkası adına adaletsizliği temenni eden bir zihniyetle toplumda gerçek adaleti yerleşik kılabilmek mümkün değildir. Toplumumuzda, özellikle son dönemde büyük bir hızla yayılan bu bencil, tek taraflı “adalet” anlayışı ne yazık ki onarılması giderek daha da zorlaşan kronik bir sorun haline gelmiştir. Gücü ele geçirenlerin adalet terazisine istediği gibi yön verdiği bir toplumda, kişi hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınmasından söz etmek elbette ki mümkün değildir.
Kendi görüşlerini, inancını ya da yaşam tarzını benimsemiyor diye insanların hapislerde çürümesini istemek, yaşam hakkının, düşünce ve inanç hürriyetinin ellerinden alınmasını alkışlamak, adaletsiz uygulamaları ve hukuksuz cezaları takdir etmek büyük bir zulüm ve insanlık ayıbıdır.
Hal böyleyken, bugün Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yapılan görülmemiş zulüm ve haksızlıkları destekleyip takdir edenler bu yaptıklarının adaleti topyekun kendi elleriyle yok etmek olduğunun farkında değiller. Yok ettikleri adaletin yarın belki de hiç ummadıkları bir anda kendilerine de gerekeceğini ne yazık ki hesap edemiyorlar.
Bizler her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu ve Allah'ın izni olmaksızın bir yaprağın dahi düşmeyeceğini bilip iman etmiş ve Allah'a tevekkül etmiş insanlarız. Gerçek sevginin ve övgünün de Allah'a duyulan sevgi ve övgü olduğunu bilen ve buna göre yaşayanlarız. Dolayısıyla, birtakım kişilerin aleyhimizde gibi görünen hukuksuz kararlara alkış tutup bundan mutluluk duymaları bizi asla etkilemez ve zarar da veremez. Bu sebeple o tür insanlara karşı bir öfke, kin veya nefret beslemeyiz. Bilmeden hata yaptıklarını düşünür, bilimsel yöntemleri istemeden göz ardı ettiklerini, araştırma inceleme tekniklerinin de eksik olduğunu farz ederiz. Allah’ın öfkesini yenenleri, kendi aleyhlerine dahi olsa adaletten yana olanları sevdiğini bilerek ona göre hareket ederiz. ALLAH'A GÜVENİP DAYANAN, ALLAH’IN SONSUZ GÜZEL AKLINA TESLİM OLMUŞ, KADERİN MÜKEMMELİĞİNE İMAN EDEN İNSANLAR OLARAK HİÇBİR OLAY YA DA TAVIRDAN OLUMSUZ ETKİLENMEZ, TEDİRGİN DE OLMAYIZ.
Masumiyetimizin belli başlı bazı kanıtlarından özetle bahsetmek gerekirse;
‼️ Dosyada yer alan evraklarda görüldüğü üzere, 2018 senesindeki polis operasyonundan 2 yıl öncesinden itibaren hakkımızda büyük çaplı, kapsamlı bir teknik takip yapılmış, kişisel telefonlarımız, hatta eş, dost, aile ve akraba telefonlarımız dahi dinlenmiştir. Evlerimiz ve iş yerlerimiz incelenmiş, giren çıkan herkes kayıt altına alınmış, hatta attığımız çöpler dahi kontrol edilmiştir. Ancak, tüm bu istihbarat çalışmalarına rağmen hakkımızda ileri sürülen itham ve iftiralara ilişkin tek bir somut bulgu ya da delile ulaşılamamıştır.
‼️ 11 Temmuz 2018 tarihinde sabaha karşı ansızın 100'ün üzerinde adrese düzenlenen eş zamanlı polis baskınları esnasında tek bir suçüstü olaya, herhangi bir suç unsuruna veya deliline hata emaresine bile rastlanmamıştır. Sonrasında, binaların duvarları ile evlerin bahçeleri iş makinaları ile yıkılıp kazılmasına rağmen yine hiçbir suç unsuruna rastlanmamıştır.
‼️ Arkadaşlarımıza ait tüm şirketler MASAK tarafından denetlenmiş, kişisel banka hesapları ile kart ekstreleri dahi detay detay incelenmiş, bunlarda da yasa dışı herhangi bir harekete rastlanılmamıştır.
Dikkatinizi çekmek isteriz: TEK BİR SUÇ DELİLİ DAHİ BULUNMAMIŞTIR. Çünkü hakkımızdaki itham ve iddiaların tamamı camiamıza husumet besleyen bir avuç müştekinin hayali uydurma senaryolarından ibarettir.
Dava dosyasını ve Adnan Bey ile arkadaşlarımızın masum olduklarını tüm detayları ile bilmelerine rağmen, dosyadaki gerçekleri görmezden gelip ısrarla aleyhimizdeki uydurma itham ve iftiraları gündeme getiren kişileri, delilsiz konuşmalar yapmak yerine varsa ellerindeki suça ilişkin somut bulgu ya da delilleri ortaya dökmeye çağırmaktayız. Eğer dayandığınız somut bir deliliniz yoksa ki olmadığını biliyoruz –kaldı ki zaten olsaydı bugüne kadar yüzlerce kez ortaya getirilirdi– o zaman kendinize şu soruları sormaya, samimi, adil ve dürüst olmaya sizleri davet etmekteyiz.
‼️ Hakkımızdaki sözde tecavüz iddialarını kanıtlayan herhangi bir doktor, adli tıp, vb. raporu ya da başka somut bir deliliniz var mıdır? Biz size söyleyelim: YOK! Var olan tek şey; korkutularak cezaevine atılmış, canları derdine düşürülüp malı mülkü, işi ya da ailesiyle korkutulup (sözde) etkin pişman yapılmış kişilerin ve camiamıza husumet besleyen birkaç müştekinin soyut, hatta yalan olduğu resmi makamlar huzurunda ispatlanmış iftira içerikli beyanlarıdır. Bu beyanların hiçbir hukuki delil niteliği de bulunmamaktadır.
‼️ Hakkımızda öne sürülen casusluk iddialarının da yine hiçbir delili veya dayanağı yoktur. Bu iddiaların ana muhatabı en başta Dış İşleri Bakanlığımız ve MİT’dir, ve casusluk iddiasının gerçekdışı olduğu bizzat Dış İşleri Bakanlığı ve MİT tarafından beyan edilmiştir. Her iki kurum da iddialarda geçen konuların devlet sırrı olmayıp, kamuya açık beyan ve açıklamalardan ibaret olduklarına dair raporlarını mahkemeye sunmuştur. Ayrıca, bu kurumlar mahkemenin müdahillik taleplerini de gereksiz bulmuş ve bu sebeple dosyaya müdahil dahi olmamışlardır.
‼️ Kara Para Aklama ve benzeri mali suçlarla ilgili iddialar da bizzat devletin ilgili kurumu MASAK tarafından incelenmiş ve hazırlanan raporlarda ortada herhangi bir şüpheli iş ya da işlem bulunmadığı raporlanmıştır.
‼️ Silahlı suç örgütü iddiaları üzerine emniyette balistik incelemeler yapılmış, arkadaşlarımıza ait silahların tamamının resmi ruhsatlı oldukları, hiçbirinin hiçbir suça karışmadığı, hatta büyük bir kısmının hiç kullanılmadıkları, kutularından dahi çıkarılmadıkları anlaşılmıştır. Silahların büyük bir kısmının 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi sonrasında devletimizin teşvikiyle alındıkları görülmüştür.
‼️Tarihi eser kaçakçılığı iddiaları üzerine de uzman bir heyet tarafından kontrol ve incelemelerde bulunulmuş, sözüm ona tarihi eser oldukları iddia edilen eşyaların yaldız ya da varaklı ahşap çerçeveler, resimlerin ise piyasadaki hemen her galeride benzerleri satılmakta olan yağlı boya replika tablolar oldukları görülmüştür.
‼️ Gizli kamera ya da gizli kayıt iddialarının da gerçek dışı olduğu anlaşılmış, emniyette yapılan incelemelerde tüm kameraların güvenlik amacıyla piyasada satılan dış mekan kameraları oldukları, bunların da hemen her villada ya da sitede olduğu gibi bahçe duvarları, bina etrafındaki yollar, giriş kapıları ya da otopark vs alanlara bakar şekilde konumlandırıldıkları tespit edilmiştir.
‼️ Sözüm ona Lityum hapı ile güya hanım arkadaşlarımızın iradesinin fesada uğratılarak zihinlerinin kontrol edildiği gibi akla ziyan ütopik iddialarda da bulunulmuş, ancak Lityum hapının bu iddialardaki gibi bir fizyolojik ya da psikolojik etkisinin asla bulunmadığı bilim insanları tarafından bizzat televizyonlar karşısında açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi burada kısaca fikir vermek için birkaç örneğine değindiğimiz bunlar ve benzeri iddiaların ne dayandırıldıkları somut bir delil ne de hukuki bir geçerlilikleri bulunmamaktadır. Bu gerçek dışı mesnetsiz itham ve iftiraların öne sürülmesinin tek amacı ise Adnan Bey ve arkadaşlarımız aleyhinde olumsuz bir kamuoyu oluşturmayı hedefleyen bir linç politikası yürütüp böylelikle de devam eden yargılamayı etkileyerek haksız yere ceza alınmasını sağlayabilmektir.
Kısaca, eğer gerçekten ortada iddia edilen suçlar olsa, mutlaka bunların delillerine de ulaşılması gerekir, savcılık iddianamesini baştan sona dolduran dedikodu, magazin mahiyetindeki mesnetsiz itham ve iftiralar yerine gerçek suç delilleri bulunurdu. Oysa, dava dosyasında tek bir somut, maddi, gerçek ve hukuki delil bulunmamaktadır.
Sonuç olarak;
Nasıl her Türk vatandaşı adil yargılanmayı ve kanunlar önünde eşit muamele görmeyi hak ediyorsa, Adnan Bey ve arkadaş camiamız da aynı şekilde adil yargılanma ve eşit muamele görme hakkına sahiplerdir. Yani, Adalet ancak herkese eşit, dürüst ve tarafsız davranıldığında gerçek adalettir.
Kendi görüşlerini, inancını ya da yaşam tarzımızı benimsemiyor diye bir grubun hapsedilip yok edilmesini istemek; yaşam hakkının, düşünce ve inanç hürriyetinin elinden alınmasını alkışlamak, adaletsiz davranışları ve hukuksuz cezaları takdir etmek esasen adalet adına yapılabilecek en hatalı davranış şeklidir. Vicdanla açıklanması da mümkün değildir.
Yüce Allah, “Adaleti sağlamanın tüm insanların sorumluluğunda olduğunu ve adaletin kişilere ya da topluluklara göre değişmemesi gerektiğini”, Maide Suresi'nin 8. ayetinde şöyle açıklamıştır :
Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi 8)
Dolayısıyla, yerel mahkemenin Adnan Bey ve arkadaş camiamız hakkında vermiş olduğu mahkumiyet kararlarının, yargılama esnasında yürütülen haksız ve hukkusuz muameleler ile usül ve yasalara aykırı uygulamalar sebebiyle temyiz incelemesinden bozularak döneceği ortadadır. Buna rağmen sırf ideolojik farklılar ya da kişisel husumetler sebebiyle bu açık gerçeği görmezden gelip Adnan Bey ve arkadaşlarımıza yönelik yalan ve karalayıcı haberler yapanların ise bu yanlış tutumlarını değiştirip, tarihe hukuksuzlukları körükleyenler olarak değil adaleti destekleyenler olarak geçmesi temennimizdir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.