İngiliz gazeteci Louise Callaghan, hazırladığı podcast serisinin 4. bölümünde de Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamıza karşı ön yargılı ve taraflı yaklaşımını sürdürmüştür. Bu nedenle, en basit ve açık gerçekleri dahi görememiş ya da görmek işine gelmemiştir. Bunun doğal sonucu olarak, 4. bölümdeki görüş ve değerlendirmeleri de –önceki bölümlerde olduğu gibi– yine hatalı ve gerçeklerden uzak olmuştur.
Louise Callaghan bu bölümde ilk kez, Sayın Adnan Oktar ile birlikte yargılanıp 17 ay cezaevinde, 13 ay ise ev hapsinde tutuklu kalan hanım arkadaşlarımızla yapmış olduğu röportajlardan da, asıl önemli ve aydınlatıcı yerleri kesilip montajlanmış oldukça kısa kesitlere yer vermiştir. Ancak, bu röportajlar esnasında kendisine sunulan ve Adnan Bey ile camiamızın masumiyetlerini alenen ispat eden çok sayıdaki belge, rapor ve uzman görüşlerini ise NEDENSE HİÇ GÜNDEME GETİRMEMEMİŞ, ISRARLA ASIL GERÇEKLERİ ORTAYA KOYMAKTAN KAÇINMIŞTIR.
Louise Callaghan ayrıca, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yargılanmakta oldukları mahkeme sürecini yakından takip eden ve yargılamaya ilişkin bağımsız bir gözlemci raporu hazırlayan “AVUKATLARIN ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI GRUBU (SIHRG)” raportörlerinden Av. Suzy Valentine ile gerçekleştirdiği röportajdan da sadece çok kısa bir bölüme yer vermiştir. Ancak, bu bağımsız gözlemci grubunun yargılama esnasında şahit oldukları, skandal boyutundaki hak ve hukuk ihlalleri, adaletsizlikler ve benzeri görülmemiş anormallikler hakkında “BİR TÜRK MAHKEMESİNİN BAĞIMSIZ BİR GRUBU İMHA ETMESİ HAKKINDA RAPOR” başlığı ile yayınladığı 24 sayfalık rapordan ise NEDENSE HİÇ BAHSETMEMİŞTİR.
Raporda, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamıza yönelik, ne derece hukuka aykırı bir yargılamanın yürütülmüş olduğuna şahitlik ettiklerini;
“Savunma kanıtlarına veya argümanlara karşı ilgisiz ve açıkça sanıkları suçlu bulma, uzun hapis cezalarına mahkûm etme ve böylece SÖZ KONUSU HAREKETİ EZME konusundaki kararlı süreci tanımlamak için “YARGILAMA” kelimesini OLDUKÇA İSTEKSİZCE KULLANIYORUM.”
sözleriyle dile getiren SIHRG raportörlerinin yargılamadaki hak ihlallerine ilişkin detaylı tespitlerine yazımızın ilerleyen bölümlerinde ayrıca değineceğiz.
Louise Callaghan’ın yayınladığı podcastin 4. bölümünde yer alan gerçek dışı itham ve iddialar ile hatalı kanaat ve değerlendirmelere ilişkin cevap ve açıklamalarımız şöyledir;
Louise Callaghan'ın hazırlamış olduğu podcast serisinin önceki 3 bölümüne ilişkin cevaplarımızda da dile getirdiğimiz üzere, Özkan Mamati isimli husumetli müşteki, menfaat elde etme umuduyla bir dönem camiamıza yanaşıp 15 yıl aramızda kaldıktan sonra 2017 yılının son aylarında UYGUNSUZ KİŞİLİK VE DAVRANIŞLARI SEBEBİYLE ARKADAŞ CAMİAMIZDAN UZAKLAŞTIRILMIŞTIR. Uzun yıllar umduğu maddi çıkar beklentisini elde edemeyince, Sayın Adnan Oktar ve camiamıza karşı kinlenip husumet besleyen bir kişiye dönüşmüştür.
Özkan Mamati ile Uğur Şahin isimli kişilerin dengesiz ruh halleri ile saldırgan kişiliklerine, kendileriyle röportaj yaptığı kısa bir süre içerisinde Sayın Louise Callaghan da bizzat şahit olmuştur. Buna rağmen, Sayın Callaghan halen daha Özkan Mamati ile Uğur Şahin'in hiçbir delile dayanmayan asılsız itham ve iftiraları ile uydurma senaryolarına ısrarla yer vermeyi sürdürmektedir.
Louise Callaghan, podcast serisinin dördüncü bölümünde arkadaşlarımızdan Gülen Yeral ve Burcu Çekmece hanımlar ile de röportaj yapmıştır. Gerek Gülen Hanım gerekse Burcu Hanım, Louise Callaghan'ın sorularını samimiyet ve dürüstlükle cevaplandırmışlardır. Kendilerinin, tüm arkadaşlarımızın ve Sayın Adnan Oktar'ın masumiyetinin açık delili olan belge, rapor ve uzman görüşlerini Callaghan'a sunmuş ve oldukça detaylı açıklamalarda da bulunmuşlardır.
Ne var ki Louise Callaghan, kendisine nezaket ve samimiyetle yaklaşıp gerçekleri açık şekilde dile getiren hanım arkadaşlarımızın sundukları bu somut ve detaylı delilleri dikkate bile almamıştır. Bunun yerine, Özkan Mamati'nin hiçbir delile dayanmayan, hayal ürünü uydurma hikayelerine itibar etmeyi tercih etmiştir.
Açıkcası Louise Callaghan'ın, bizzat gözlemledikten sonra dahi Özkan Mamati ve Uğur Şahin'in gerçek yüzlerini hala göremiyor olması inandırıcılıktan oldukça uzaktır. Kanaatimizce, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın apaçık bir iftiranın mağduru, tertemiz ve masum Müslümanlar olduklarını kabul veya itiraf etmek Louise Callaghan'ın oldukça zoruna gitmektedir. Bu sebeple de gerçekleri görmek ve açıklamak yerine, halen daha Özkan Mamati'nin masallarına inanıyormuş görünmeyi tercih etmektedir.
Tüm bunlar, Louise Callaghan'ın dışarı karşı vermeye çalıştığı objektif gazeteci görünümünden çok farklı, gizli bir ajandası olduğu izlenimini vermektedir.
Louise Callaghan'ın podcast serisinin çeşitli yerlerinde Sayın Adnan Oktar'ın, güya "kendisini beğendiği veya hoşlandığı için röportaj yapmayı istediği" iddiasında da bir gerçeklik payı yoktur.
Her şeyden önce Sayın Adnan Oktar ile ısrarla röportaj yapmak isteyen ve bu amaçla arkadaşlarımız ile tanışıp, İstanbul Çırağan Palace Otel'de verdikleri iftar yemeğine katılan bizzat Sayın Callaghan'ın kendisidir. İftar esnasında diğer pek çok basın mensubu gibi Louise Callaghan ile de ilgilenen arkadaşlarımız, kendisini Sayın Adnan Oktar ile tanıştırmış ve Callaghan'ın röportaj talebinden Adnan Bey'e bahsetmişlerdir.
Adnan Bey de, yoğun canlı yayın programlarının ve yerli-yabancı çok sayıdaki basın mensubuyla olan görüşme trafiğinin arasında uygun bir boşluk olması durumunda, Louise Callaghan'a da vakit ayırabileceğini belirtmiştir.
Kanaatimizce Sayın Callaghan, iftar davetinin yapıldığı ortamın ihtişamından, arkadaş camiamızın yüksek kalitesinden, Adnan Oktar Bey’in heybetinden ve arkadaşlarımızın Adnan Bey'e olan sevgi, hürmet ve bağlılıklarından oldukça etkilenmiştir. Bu etkilenme ve hayranlığını belli etmemek çabasıyla da kendince, çok sevildiği ya da beğenildiği için onunla röportaj yapılmak isteniyormuş havası vermeye çalışmaktadır. Gerçekte ise Sayın Callaghan'ın, Adnan Bey ile röportaj yapma talebinde bulunan yüzlerce yerli ve yabancı gazeteciden farklı, özel, ayrıcalıklı herhangi bir yönü yoktur.
Louis Callaghan, podcast serisinin 1. bölümünde, Kanada'da yaşayan ve yaklaşık 30 yıl önce camiamızla kısa bir tanışıklığı olup ayrılmış Seda Işıldar isimli bir kadınla yapmış olduğu röportajdan bazı bölümlere yer vermiştir. Seda Işıldar'ın hiçbir delile dayanmayan gerçek dışı itham ve iddialarını da en ufak bir sorgulama ve araştırmaya dahi gerek duymadan somut gerçeklermiş gibi aktarmıştır.
Callaghan yayın esnasında, 50'li yaşlardaki Seda Işıldar'ın fiziksel özelliklerini, “40'lı yaşlarının sonlarında ve çok güzel. Koyu renk saçları, çarpıcı yeşil gözleri ve kalkık bir burnu var” şeklinde tarif etmektedir. Podcast serisinin 4. bölümünde röportaj yaptığı arkadaşımız Gülen Yeral Hanım için ise, “43 yaşında. Ağır makyajlı görünümü ve gözlerine pek ulaşmayan ultra enerjik gülümsemesiyle diğer kediciklere benziyor” ifadelerini kullanmaktadır.
(Üstte) Seda Işıldar'ın yıllar önceki görünümünden, blurlanmış bir kare. Şimdiki hali ise bundan çok daha ürkütücü... (Altta) Operasyon öncesine kadar A9 TV'de sunuculuk yapmış olan, kanalın ekran yüzlerinden Gülen Yeral. Louise Callaghan'ın, iki hanımın fiziki görünümlerine dair yaptığı yorumların takdirini değerli okuyucularımıza bırakıyoruz.
Elbette ki amacımız, hiç kimseyi fiziksel özellikleri üzerinden eleştirmek, aşağılamak ya da üzmek değildir. Burada dikkat çekmek istediğimiz konu, iki resmi karşılaştıran herkesin, Sayın Callaghan'ın en bariz gerçekleri bile sırf camiamız aleyhinde olumsuz algı oluşturabilmek adına göz göre göre nasıl çarpıtabildiğini görebileceğidir. Callaghan'ın, dürüstlük ve objektiflik ilkelerinden tümüyle uzak olan bu tavrı, tüm podcast serisine hakim olan taraflı tutumunun sadece küçük bir örneğidir.
Podcast'te Seda Işıldar'ın, geçmişte yaptırdığı bir burun estetiği operasyonu üzerinden Sayın Adnan Oktar'ı itham etmeye çalıştığı açıklamalarının da hiçbir gerçeklik payı yoktur. Seda Işıldar o dönemde, burnunu çirkin ve itici bulduğu için estetik ameliyatı olmak istediğini sürekli dile getiren bir kişiydi. Bu amaçla yaptırdığı estetik ameliyatını da kendi kararı ve isteğiyle yaptırmıştır. Narkozun, ölümlere neden olabildiği, riskli olabileceği korkusuyla da operasyonu lokal anesteziyle yaptırmıştır. Bu konuyla, Adnan Oktar'ın ne bir ilgisi ne de tavsiyesi olmuştur. Bu tür manevi sorumluluk gerektiren konularda Adnan Oktar hiç kimsenin şahsi kararlarına karışmadığı gibi Seda Işıldar'a da karışmamıştır.
Seda Işıldar'ın, Sayın Adnan Oktar'a yönelik cinsel isnatları da çamur at izi kalsın mantığında sarf edilmiş, hiçbir delili, belgesi, raporu, tanığı, dayanağı bulunmayan yalan beyanlardan ibarettir.
Öncelikle, Sayın Adnan Oktar inancı gereği gayrı meşru bir ilişkiye asla yanaşmayan bir insandır. Hepsinden ötesi, yaşı küçük çocuklarla, aileleriyle birlikte birkaç dakikalık hal hatır sorma dışında asla muhatap olmadığını herkes bilir. Bu sabit ve değişmez tutumu, Sayın Adnan Oktar'ın kendisine iftira atılması ve komplo kurulması risklerine karşı onlarca yıldır aldığı kesin bir tedbirdir.
Seda Işıldar da bunu Sayın Adnan Oktar'ın kendisinden tiksindiği ve iğrendiği şeklinde algılamış ve kanaatimizce bundan kaynaklanan bir kin ve öfke hissiyle Sayın Adnan Oktar'a çirkin iftiralar atma yoluna gitmiştir.
Kaldı ki en aklı zayıf bir insan dahi, dünya çapında güzelliğe sahip yüzlerce hanım arkadaşı olan Sayın Adnan Oktar'ın, Seda Işıldar gibi fiziki görünümü nedeniyle çeşitli psikolojik sorunlara ve komplekslere sahip, içine kapalı, zavallı görünümlü bir kişiye yönelik herhangi bir cinsel ilişki talebine tevessül etmeyeceğini rahatlıkla anlayabilir.
O dönemde Sayın Adnan Oktar, Seda Işıldar'ın sonradan böyle çirkin iftiralara başvuracağını tahmin etmesi mümkün olmadığı ve acıdığı için kendisiyle görüşmüş ve konuşmuştur. İslam'a göre, "Müslümanım" diyerek gelen bir insanı kovmak vicdana uygun olmayacağı, haram olacağı için kendisini dışlamamış, uzaklaştırmamıştır.
Louise Callaghan, 2018 senesinde camiamıza düzenlenen kumpas operasyonunu kendince, 15 Temmuz FETÖ'cü hain darbe girişimi sonrasında, devlet ve hükümet yetkilileri tarafından devlet kadrolarına sızıp gizlenmiş FETÖ'cülere yönelik başlatılan tasfiye operasyonlarıyla ilişkilendirmeye çalışmıştır. Üstelik bunun doğrudan kendi iddiası değil de sanki bizzat arkadaşlarımızın öne sürdüğü bir açıklamaymış gibi gösterme aldatmacasına başvurmuştur.
Her şeyden önce kendisiyle röportaj yapılan arkadaşlarımızın böyle bir açıklamada bulundukları iddiası açık bir yalan olmakla birlikte, camiamıza düzenlenen kumpas operasyonunun 15 Temmuz sonrası başlatılan tasfiye süreci ile uzaktan yakından bir bağlantısı olduğu iddiası da yine açık bir iftiradan ibarettir.
Çünkü ülkemizin yaşadığı Gezi Kalkışması ya da 15 Temmuz FETÖ'cü Hain Darbe Girişimi gibi, hükümete yakın birçok ismin dahi “hükümetin düşmesine neredeyse ramak kalmıştı” diye yorumladıkları o en zorlu günlerde bile, Sayın Adnan Oktar yarınını düşünmemiş, çıkarının, canının ya da menfaatinin derdine düşmemiş; her zaman olduğu gibi gözü kapalı şekilde devletinden, milletinden ve milli lider olarak kabul ettiği Sayın Erdoğan’dan yana, Müslümana yakışır güzel bir tavır sergilemiştir. |
Şüpheniz Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan ile birlikte devlet ve hükümet yetkililerimiz de bu açık gerçeğin farkında olduklarından, 4 yılı aşkın süredir devam eden yargılama sürecinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız aleyhinde yanlış anlaşılmaya yol açabilecek tek bir olumsuz izah veya açıklamada dahi bulunmamışlardır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'a duydukları sevgi ve muhabbet ile kendisine ve Ak Parti Hükümetlerine olan kesintisiz desteğini çeşitli örneklerle detaylı olarak açıkladığımız basın duyurularını da aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz.
https://iddialaracevap.blogspot.com/p/devletimizin-yanndayz.html
https://iddialaracevap.blogspot.com/2021/09/gezi-ve-darbe-girisimlerinde-sayin.html
https://iddialaracevap.blogspot.com/2018/07/23-sayn-adnan-oktar-15-temmuz-2016.html
Louise Callaghan'ın ve kendisiyle röportaj yaptığı Ceylan Özgül'ün yayında dile getirdikleri şekilde camiamıza düzenlenen kumpas operasyonunun;
✘ Güya Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamızın ultra modern görünüş ve yaşam tarzları ile hanım arkadaşlarımızın dansları ve dekolte kıyafetleriyle alakalı olduğu,
✘ Güya Sayın Cumhurbaşkanımız ile yakın çevresindeki muhafazakar camianın bundan rahatsızlık duydukları için böyle bir operasyon düzenlenmesine izin verdikleri,
iddialarının da gerçeklerle bağdaşır hiçbir yanı bulunmamaktadır.
Çünkü, en başta Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ın, devlet ve hükümet yetkililerimizin, vatandaşlarımızın özgürlükleri sınırlayan, dekolteye ya da eğlenceye karşı bir politikaları hiç olmamıştır. Ayrıca, hükümetimizin, vatandaşların hayat görüşlerine ve kılık kıyafetlerine karışıp müdahale etmek gibi bir politikası da bulunmamaktadır.
Zaten başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile eşi Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi olmak üzere, birçok hükümet yetkilisi, katıldıkları toplantı ve davetlerde dekolte kıyafetli, mini etekli kadınlar ile bir araya gelmekte, onlarla fotoğraf çektirmekte, hatta birlikte şarkılar, türküler söylemekte bir sakınca da görmemektedir.
Bunun yanında, devletin resmi kanalı olan TRT ekranlarında da dekolte, dans, müzik ve eğlence alabildiğine yer bulurken, kadın ve erkeklerin birarada sergiledikleri çeşitli dans görüntülerinden herhangi bir rahatsızlık da duyulmamaktadır. Kaldı ki kanaatimizce rahatsızlık duyulmasını gerektiren bir durum da bulunmamaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız modernliği, hem Kuran’a uygun hem de Müslümanlara başarı getiren bir tebliğ yöntemi olarak benimsemiş ve uygulamışlardır.
Arkadaşlarımız, dindarlıklarının yanında son derece kaliteli ve modern yapıları sayesinde, toplumumuzda süregelen ayrışma ve kutuplaşmanın ortadan kalkmasına, muhafazakar kesimle modern-laik kesimin uzlaşmasına da vesile olmuşlardır. Bu sayede ülkemizde "hem modern, hem dinamik, hem dışa dönük, hem bilime ve teknolojiye önem veren, hem de dindar, laik ve milliyetçi" vasıflara sahip örnek Türkiye ve Türk İnsanı modeli oluştmuş, bu model tüm dünyaya örnek olmuştur.
Nitekim, Refah Partisi’yle başlayıp günümüzde AK Parti’yle devam eden ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı DAİMA GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE İKTİDARDA TUTAN GENİŞ HALK DESTEĞİNİN ARKASINDAKİ SIR DA, İŞTE BURADA SAKLIDIR.
Podcastin 4. bölümünde Ceylan Özgül ile yapılan röportaj sırasında bahsedilen ayrılıp dağılma hikayelerinin de tümü hayali ve gerçek dışı anlatımlardan ibarettir.
İngiliz derin devletinin yıllardır süregelen en büyük hedefi, kendi çıkar ve menfaatleri karşısında büyük bir engel olarak gördüğü Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamızı ayırıp parçalamak ve dağıtmaktır. Camiamıza düzenlenen kumpasın amacı da budur. Oluşturulan kumpas davası ile insanların Sayın Adnan Oktar ve etrafındakilerden korkup uzak durması, arkadaşlarımızın ise ayrılıp dağılması amaçlanmıştır. Bu amaçla da özellikle kamuoyunun hassas olduğu cinsellik, taciz, tecavüz ve cocuk istismarı gibi konular seçilerek insanları galeyena getirecek iftiralar kurgulanmıştır.
Ancak, aradan geçen yaklaşık 4 yıllık süreçte İngiliz derin devleti amaçladığı bu hedefe ulaşamamıştır. Korkutulup tehdit edilerek camiamızdan şikayetçi olmak zorunda bırakılan birkaç müşteki ve zorlu cezaevi şartlarına dayanamayarak kendi canını kurtarmak amacıyla (sözde) etkin pişman olmak mecburiyetinde kalan birkaç kişi dışında ayrılıp dağılan ya da uzaklaşan hiç kimse yoktur.
Üstelik amaçlananın tam aksine, arkadaşlarımızın hem Adnan Bey'e hem de birbirlerine olan sevgi, muhabbet, bağlılık ve özlemleri muazzam derecede artmış; İngiliz derin devletinin kumpas tuzağı adeta ters tepmiştir.
Ayrıca, hakkımızda öne sürülen itham ve iddialar hiçbir delile dayanmayan düzmece senaryolara ve uydurma iftiralara dayandırılmış olduğundan, dosyamızı inceleyen tüm hukukçular, bu dosyanın hukuken bomboş olduğu konusunda hemfikirdir. Kamuoyunda, konuyu uzaktan takip eden kimseler dahi Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın masum olduklarını ve düzmece bir dava ile mahkum edilmeye çalıştıklarını bizzat görmüş anlamıştır.
Yani, Louise Callaghan'ın podcast serisinin 4. bölümünde yer verdiği Ceylan Özgül'ün ayrılıp dağılma hikayeleri de, İngiliz derin devletinin yıllardır süregelen boş hayallerinden ve çaresiz temennilerinden öte bir şey değildir.
Allah, Kuran'da müminlere herhangi bir saldırıyla karşılaştıklarında,
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. (Ali İmran Suresi, 103)
diye emretmektedir. Yine bir başka Kuran ayetinde iman edenler,
Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)
şeklinde tarif edilmektedir.
Burada yalnızca birkaç örneğini verdiğimiz, müminlerin " birlik ve beraberlikleri", "asla ayrılıp dağılmayacakları", "kurşunla kaynatılmış binalar gibi birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmeleri" onların Kuran'ın pek çok ayetinde anlatılan temel özellikleridir. Bu nedenle, halis ve samimi Müslümanların birbirinden ayrılıp dağılması gibi bir konu hiçbir zaman söz konusu olamaz.
Allah yalnızca, çeşitli zorlukları ve Deccaliyetin saldırılarını vesile kılarak Kuran'da "kalplerinde hastalık bulunanlar" olarak tarif edilenleri aralarından temizler ki bu da müminler için bir kayıp değil aksine, çok büyük bir arınma, bir rahmet ve nimettir; Allah'ın değişmez bir kanunudur.
Dağılıp ayrılmak şöyle dursun, imtihanın şiddetlendiği zorluk dönemleri ve deccaliyetin tuzak ve saldırıları müminleri birbirine her zamankinden daha çok kenetleyen, imanlarını, kardeşlik, ihlas, sadakat ve tesanüt duygularını kat kat artıran son derece hayırlı ve hikmetli olaylardır. Müminlerin, Allah'ın rızasını çok daha fazla kazanmaları, ecirlerinin kat kat artması için çok büyük manevi fırsatlardır.
Sayın Adnan Oktar ve camiamıza karşı düzenlenen bu kumpas da aynı bugüne kadar kurulmuş ve bundan sonra kurulacak tüm tuzaklar gibi, eninde sonunda bozulmaya ve kumpasçıların aleyhine dönmeye mahkumdur.
Gerçekten de gerek Ceylan Özgül gerekse Louise Callaghan eninde sonunda doğruların ortaya çıkacağını, bu davanın yalnızca bir kumpas davası olduğunu bildiklerinden, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın temyiz aşamasından mutlak surette aklanarak çıkacaklarından da adları gibi emindirler.
Ceylan Özgül'ün röportajda kendisine sorulan soruya “Bilmiyorum, belki salıverilir, belki çıkmaz” şeklinde bir cevap vermiş olması ile Louise Callaghan'ın hangi avukatla konuşursa konuşşun istisnasız hepsinin "Adnan Bey'in 2-3 yıl içerisinde tahliye olacağını düşündüklerini söylediklerini" ifade etmesinin asıl sebebi de budur.
Çünkü hiç kimsenin suçlu olduğunu düşündüğü ve hakkında binlerce yıl hapis cezası verilen birisi hakkında, bu kişinin 2-3 yıl içerisinde tahliye edilebeceğini aklının ucundan bile geçirmeyeceği açıktır. Ancak hem Louise Callaghan hem de Ceylan Özgül, Sayın Adnan Oktar'ın açık bir iftiraya uğradığını ve bu davanın aleni bir kumpas olduğunu çok iyi bildiklerinden, Adnan Bey'in ve arkadaşlarımızın temyiz aşamalarından mutlak surette aklanarak çıkacaklarını ve beraat edip tahliye olacaklarını da yakinen bilmektedirler.
Ancak yine de Adnan Bey ve arkadaşlarımızın tutukluluk sürecini bir bir nebze olsun uzatabilmek ve devam etmekte olan yargılamayı olumsuz etkileyebilmek amacıyla, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın aklanıp tahliye edilecek olmalarından güya korkup tedirginlik duyan kimseler varmış gibi sahte bir üslup takınarak kamuoyunda suni ve yanıltıcı bir algı oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi “AVUKATLARIN ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI GRUBU (SIHRG)”in temsilcisi ve raportörü olan avukatlar, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen yargılama sürecini uluslararası bağımsız gözlemci statüsüyle baştan sona izlemişlerdir. Tespit ettikleri hak ve hukuk ihlallerine ilişkin de 24 sayfalık bir rapor yayınlamışlardır.
Louise Callaghan, podcast serisinin 4. bölümünde oldukça kısa ve yüzeysel olarak değindiği bu raporda, yargılama sürecindeki skandal boyutundaki hak ve hukuk ihlalleri, sayısız adaletsizlik ve benzeri görülmemiş anormallikler tespit edilmiştir.
RAPOR BU YÖNÜYLE;
SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZIN TÜMÜYLE MASUM OLDUKLARI HALDE, KENDİLERİNİ ÖZGÜRCE SAVUNMALARINA FIRSAT VERİLMEDİĞİNİ VE KARARI ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ BİR YARGILAMA İLE SUÇSUZ YERE MAHKUM EDİLDİKLERİNİ UZMAN KİŞİLERİN TARAFSIZ GÖZLEM VE TANIKLIKLARI İLE GÖZLER ÖNÜNE SEREN ÇOK ÖNEMLİ BİR DELİL NİTELİĞİNDEDİR.
SIHRG raportörleri yayınladıkları detaylı gözlem raporunda, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve Üyelerinin yargılama süresi boyunca;
‼️ Açık ve görülür şekilde, yargılananlar aleyhinde TARAFLI BİR YARGILAMA yürüttüklerini,
‼️ Yargılananları ve vekillerini alenen korkutup sindirerek SAVUNMA HAKLARINI ENGELLEDİKLERİNİ,
‼️ Yargılananların ADİL MUAMELE VE ADİL YARGILANMA HAKLARINI İHLAL ETTİKLERİNİ VE VERDİKLERİ KARARIN DA YARGILAMA ÖNCESİNDE BELİRLENMİŞ OLDUĞUNA dair güçlü izlenim edindiklerini
açık, net ve delilleriyle birlikte ortaya koymuşlardır.
SIHRG Raporu'nun yargılamaya ilişkin hak ve hukuk ihlallerini detaylarıyla açıkladığımız basın duyurumuzu aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.
https://iddialaracevap.blogspot.com/2021/10/avukatlarin-uluslararasi-insan-haklari.html
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.