Kanal D Televizyonunda yayınlanan “Neler Oluyor Hayatta” isimli sabah programının 13 Nisan 2023 tarihli yayınında, kamuoyunda “Adnan Oktar Davası” olarak bilinen davanın husumetli müştekilerinden Özkan Mamati isimli şahıs konuk olarak davet edilmiştir. Progam süresince de Hakan Ural ile Özkan Mamati tarafından kamuoyunu Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamız hakkında yanlış yönlendirmek ve devam eden yargılamayı etkilemek amacıyla, önceden kurgulanıp çalışıldığı izlenimi veren, manidar soruların sorulduğu ve manidar cevapların verildiği bir program yapılmıştır.
Ancak, dava dosyasından alındığı iddia edilen ve yayında yer verilen gerçek dışı, uydurma itham ve iddialara karşın, dava dosyasında;
➢ Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın aleyhlerinde hiçbir somut bulgu, belge, rapor ya da delilin bulunmaması,
➢ Bunun aksine savunma avukatları ve yargılananlar tarafından dosyaya sunulan yüzlerce savunma delili ile belge, rapor ve bilimsel mütalaaların, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın masumiyetlerini alenen ortaya koyuyor olması
Hakan Ural ile Özkan Mamati’yi içinde çıkılması zor bir çelişkiler yumağına sokmuştur. Bu sebeple ikili arasında geçen konuşmalar da, kıraathanelerde dahi itibar görmeyecek “adamlar canlı yayında böyle yapıyorsa, yayın olmadığında neler yapmaz” tarzındaki hayali senaryolardan, fantastik filmlerdeki beyin yıkama hikayelerinden medet uman bir çaresizlikten öteye gidememiştir.
Hakan Ural ve Özkan Mamati ikilisinin yayında geçen gerçek dışı itham ve iddiaları ile çelişkili ifade ve açıklamalarıyla ilgili gerçekler ise şöyledir;
Hakan Ural 13 Nisan 2023 tarihli programda, uzunca bir süredir Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında takıntılı bir şekilde -hem hakaret ve karalama içerikli, hem de gerçek dışı itham ve iddialarla dolu- programlar yapmasının sebebinin REYTİNG (YÜKSEK İZLENME) ELDE ETMEK AMAÇLI OLDUĞUNU istemeden de olsa itiraf etmiştir. Hakan Ural’ın yayında geçen
“şimdi Adnan Oktar ne zaman işlesek bana reyting geliyor. Diyorlar ki: “bir çıktık” yani en büyük reytingi almışız. Yani bir de bu bizim televizyonlar reyting üzerinden de bir zafiyetten her türlü fütursuzluğu yapıyor ya.”
şeklindeki sözleri sunuculuğunu yaptığı programın sadece Sayın Adnan Oktar’dan bahsedildiğinde izlendiği, ancak bu şekilde izlenme oranlarının arttığı ve kanal yetkililerini de zorunlu olarak kendisini bu konuya odaklanmaya sevk ettiğini göstermektedir.
ANCAK BURADA DİKKAT ÇEKEN DAHA ÖNEMLİ BİR NOKTA ! Hakan Ural’ın da oldukça şaşırarak dile getirmiş olduğu, “Sayın Adnan Oktar hakkında yapılan yayınların reyting rekorları kırmasına rağmen, neden kendisinden başka bir kimsenin bu konuda bir yayın, haber veya program yapmıyor” ifadelerinde yatmaktadır. Gerçekten de bu durumun tek ve en net cevabı, SAYIN ADNAN OKTAR ve ARKADAŞLARININ MASUM OLDUKLARININ HERKES TARAFINDAN BİLİNİYOR OLUŞUDUR. |
Normalde, ortada gerçekten bir örgüt ve kadınlara, genç kızlara, küçük çocuklara tecavüz edilen dehşet verici bir ortam olsa, kadın ve aile derneklerinin, sivil toplum örgütlerinin ortalığı ayağa kaldıracağı, hemen her yerde arkası gelmeyen gösteri, protesto, yürüyüş ve basın açıklamaları yapılacağı ortadadır.
Bunun en somut örneklerinden birisi geçtiğimiz aylarda basına yansıyan “6 yaşındaki kız çocuğunun bir tarikat mensubu olan babası tarafından evlendirildiği ve yıllar boyunca kocası tarafından istismar edildiği” haberlerinin üzerine yaşanmıştır. Gazeteler, televizyon kanalları, haber programları ve sosyal medya bu olayla adeta çalkalanmış günler, haftalar, hatta aylar boyunca bu konu ülkenin en önemli gündem maddeleri arasında yer almıştır.
Ancak, Hakan Ural’ın bizzat ifade ettiği gibi Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında yapılan yayınlar reyting rekorları kırmasına rağmen kendi programı dışında kimsenin bunu umursamıyor ve bu konuyu gündeme getirmiyor oluşu, SAYIN ADNAN OKTAR ve ARKADAŞLARININ MASUMİYETLERİNİN HERKES TARAFINDAN BİLİNİYOR OLMASINDAN KAYNAKLANMAKTADIR.
Bütün Türkiye, dosyadaki gerçek dışı itham ve iftiralarla yerel mahkeme tarafından verilen anormal mahkumiyet kararlarının tümüyle haksız ve hukuksuz olduğunun, adaletin er veya geç tecelli edeceğinin farkındadır. Bu sebeple de husumetli birkaç müştekinin uydurdukları hayali senaryolarla gerçek dışı itham ve iftiralara zerre kadar inanmamakta, itibar etmemektedir.
Hem programda hem de bazı gazete ve haber kanallarında geçen “Adnan Oktar’ın cezası kesinleşti” şeklindeki iddialar da gerçeği yansıtmamaktadır. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılanmakta oldukları dava dosyası KESİNLEŞMEMİŞTİR. Dosya şu an YARGITAY aşamasındadır.
Hakan Ural’ın Yargıtay aşaması için “bundan sonrasını prosedür olarak görüyorum” şeklindeki sözlerinin de gerçeklerle bağdaşır bir yönü yoktur. Çünkü
Yargıtay Ceza Dairelerinin vermiş oldukları bozma ve onama kararlarına ilişkin yapılan araştırmalar ve açıklanan resmi istatistikler: İstinaftan onanarak gönderilen dava dosyaları hakkında YARGITAY TARAFINDAN VERİLEN BOZMA KARARLARININ, ONAMA KARARLARINDAN FAZLA OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. |
Bu konuya ilişkin olarak 2022 senesinde açıklanan “Türkiye’de Adalete Erişim” isimli raporda 2021 yılında Yargıtay tarafından verilen ONAMA KARARI ORANI %24, BOZMA KARARI ORANI İSE %28 olarak açıklanmıştır. Yani Yargıtay’ın baktığı ceza davalarında BOZMA, ONAMANIN ÖNÜNE GEÇMİŞTİR.
Ayrıca, son yıllarda yaşadıkları haksızlık ve hukusuzluklar karşısında hakkını Ana Yasa Mahkemesi’nde aramak zorunda kalanların sayısında da ciddi bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Buna göre Anayasa Mahkemesi’ne 2021 yılında 45.321 bireysel başvuruda bulunulmuştur. AYM tarafından esastan incelenebilen 11.932’si dosyanın 11.830’unda EN AZ BİR ANAYASAL HAKKIN İHLAL EDİLDİĞİ TESPİT EDİLMİŞTİR. Herhangi bir hakkın ihlal edilmediğine ilişkin verilen karar sayısı ise sadece 102’dir. Yani, Anayasa Mahkemesi önünde gelen ve karar verilen dosyalardan YÜZDE 99’UNDA HAK İHLALİ TESPİTİNDE BULUNMUŞTUR.
AYM tarafından verilen ihlal kararlarının yüzde 70 dolaylarındaki önemli bir kısmı ise, tıpkı Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın devam eden yargılama sürecinden sayısız kerelere maruz bırakıldıkları gibi, ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ'ne ilişkindir.
Nitekim, Yargıtay'da bozulan ceza davalarının oranı Avrupa Ülkelerinde %10 civarındayken, bu bozulma oranının ülkemizde çok daha yüksek oranlarda olması medya ve basından da yer bulmuş, konuya ilişkin çok sayıda makale ve köşe yazısı kaleme alınmıştır.
Kaldı ki bu gerçek, bizzat sistemin mağduru olan vatandaşlarımızın yanında, amirinden memuruna, katibinden mahkeme başkanına tüm yargı çalışanları tarafından ve avukatlar, savcılar, hakimler, akademisyenler ile yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri dahil tüm hukuk camiası tarafından da bilinmekte ve açık şekilde dile getirilmektedir.
Ayrıca, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin, yerel mahkeme tarafından kendisine gönderilen dosyayı inceleyip değerlendirmesine teknik olarak imkan vermeyecek kadar kısa bir süre içerisinde onayarak Yargıtay’a göndermiş olması, bu heyetin DOĞAL HAKİM İLKESİNE AYKIRI ŞEKİLDE ÖZEL OLARAK OLUŞTURULMUŞ "TALİMATLI BİR HEYET" OLDUĞU ve yegane görevinin YEREL MAHKEMENİN HUKUKA AYKIRI OLARAK VERDİĞİ BİNLERCE YILIK ANORMAL CEZALARI JET HIZIYLA, GÖZÜ KAPALI ONAMAKTAN İBARET OLDUĞU şeklindeki endişe verici duyumlarımızı doğrular nitelikte olmuştur.
Bu kumpas davası, dosyada tek bir suç, suçlu, suç unsuru ve somut suç delili olmadığı halde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının ilmi ve kültürel faaliyetlerini durdurmak ve bu güzide camiayı dağıtmak amacıyla en başından itibaren özel olarak kurgulanıp organize edilmiştir.
Dava dosyasını inceleyen herkes, bu davada doğal hukuki süreçlerin hiçbirinin işlemediği; tam aksine görünmez bir el tarafından tüm sürecin Adnan Oktar ve diğer yargılananları kendince itibarsızlaştırmak ve tarihte görülmemiş cezalar vermek üzere adeta dizayn edildiğini açık şekilde görebilmektedir.
Bu süreçteki en bariz hukuksuzluklardan biri de dosyanın dava sürecinin daha en başından, yerel mahkeme safhasında hukukun en temel ilkelerinden "Doğal Hakim İlkesi"ne aykırı olarak “ÖZEL OLUŞTURULMUŞ TALİMATLI BİR HEYETE” verilmesidir.
Söz konusu davanın 12.07.2019 tarihinde açıldığı, bu tarihten 17 gün sonra, 29.07.2019 tarihinde ise Mehmet Galip Perk, Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Talip Ergen isimli hakimlerden oluşan “özel bir heyet” oluşturulduğu ve bu heyetin Ocak 2021 tarihine kadar SADECE BU DAVAYA BAKTIĞI bilinmektedir.
Neredeyse 2 yıl boyunca sadece bu davaya bakan bu heyetin, 11.01.2021 tarihinde hükmü açıklamasından hemen bir hafta sonra, 18.01.2021 tarihli HSK kararıyla dağıtılması ise, BU DAVA İÇİN ÖZEL SEÇİLMİŞ BİR HEYET OLDUĞUNUN en açık göstergelerinden biridir.
Bu “sözde yargılamanın” ya da hukuki çevrelerde anıldığı şekliyle "YARGI TİYATROSU"nun sonucunda ise, mahkeme sürecinin en başından beri beklendiği üzere hiçbir hukuki delile ve gerekçeye dayanmayan son derece ağır cezalar vermiştir.
Ancak, bu "TALİMATLI" heyetin verdiği toplam 711 hükmün 708’i, İstanbul bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin Dairesi’nin 2021/696 E., 2022/258K sayılı 15.03.2022 tarihli kararı ile ESASTAN BOZULARAK 68 KİŞİNİN TAHLİYESİNE KARAR VERİLMİŞTİR.
Ne var ki, bu kararla birlikte, en baştan beri Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını hiçbir suç delili bulunmamasına rağmen cezaevinde tutmakta kararlı olan kumpas ekibi büyük bir panikle, BAM 1. CD’nin kararını etkisizleştirme ve tahliye edilenlerin tekrar tutuklanmasını sağlama telaşına düşmüştür.
Aldığımız duyumlara göre, Sayın BAM Savcısı bu hukuki bozma kararına itiraz etmeye zorlanmış, direnmesine ve itirazı gayri hukuki bulmasına rağmen ağır baskıya maruz bırakılarak itiraz etmeye mecbur bırakılmıştır. Tüm bu süreç sonucunda İstanbul BAM 2. Ceza Dairesi, itirazı kabul ederek, tahliye olan 68 kişiden 61’inin tekrar tutuklanmasına karar vermiştir.
61 sanığın tekrar tutuklanmasının ardından, esastan bozma ve tahliye kararlarını veren BAM 1. Ceza Dairesi heyeti dağıtılarak hakimlerin görev yerleri değiştirilmiştir. Bozmadan sonra İstanbul 30 Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada, dosyanın tekrar BAM 1. CD’ne geleceği öngörülerek dağıtılan eski heyetin yerine KARARI ALELACELE ONAMAYA YÖNELİK ÖZEL OLUŞTURULMUŞ YENİ TALİMATLI BİR HEYET ATANDIĞI söylentileri tüm adliye ve hukuk çevrelerinde yayılmıştır.
Bu yoğun duyumlarsa, yeni heyetin dosyayı değil teknik olarak inceleme, sayfalarını bile çevirmenin mümkün olmadığı kadar kısa bir süre içinde jet hızıyla onayarak yargıtaya göndermesiyle DAHA DA DİKKAT ÇEKİCİ BİR BOYUTA ULAŞMIŞTIR.
Özetle, gelinen bu aşamaya kadar yaşananlar, bu davada hukukun asla doğal işleyişine bırakılmadığını, bir yerlerden derin bir elin sürekli müdahale ederek, çok önceden belirlenmiş cezaların verilmesi üzere yargılama sürecini her aşamada yönlendirildiğini açıkça göstermektedir.
Konuya ilişkin daha önce yapmış olduğumuz detaylı açıklamaları da aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz :
Yayındaki hayal ürünü iddiaların aksine, Temmuz 2018’de gerçekleştirilen polis operasyonu esnasında güya çok sayıda suç aleti bulunduğu, sözüm ona bu evlerde zorla tutulan kadın veya kızların olduğu ile güya polise ateş edildiği iddiaları da tümüyle uydurmadır. Çünkü
Temmuz 2018 tarihinde binlerce polis memuru tarafından 120 ayrı adrese bir gece yarısı eş zamanlı ve ansızın kapılar kırılarak gerçekleştirilen baskınlarda, NE ZORLA ALIKONULAN BİR KİMSEYE NE DE TEK BİR SUÇ YA DA SUÇ UNSURUNA VEYA SUÇÜSTÜNE RASTLANMAMIŞTIR. DAHASI TEK BİR UYGUNSUZ DURUMLA DAHİ KARŞILAŞILMAMIŞTIR. |
Ayrıca, polis operasyonundan yaklaşık 2 yıl önce başlayan ve operasyon gününe kadar devam eden teknik takip ve izleme sürecinde gerçekleştirilen telefon konuşmalarında, ortam dinlemelerinde, arkadaşlarımıza ait telefonların mesaj, fotoğraf ve kamera kayıtlarının hiç birisinde HERHANGİ BİR ZORLA ALIKONMA, ŞİDDET, ESARET VB. BİR DURUMU GÖSTEREN, KANITLAYAN, HATTA DOLAYLI İŞARET YA DA İMA EDEN BiLE TEK BiR KONUŞMA, YAZIŞMA, SES, RESiM VEYA GÖRÜNTÜYE RASTLANMAMIŞTIR.
Çünkü bu iddialar tümüyle uydurma ve asılsızdır. Kaldı ki, ortada böyle somut tek bir belge ya da kanıt olsa, tahmin edileceği üzere bunların bugüne kadar malum medya kanallarında binlerce kez Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhinde haber malzemesi olarak kullanılacağı aşikardır. Zaten böyle bir durum söz konusu olmadığı için malum medya da baskın sonrasında ne yapacağını şaşırmış; izleyicileriyle sadece evde bulunan vitamin kutularını paylaşmak zorunda kalmışlardır.
Ayrıca, OPERASYON ESNASINDA GÜYA POLİSE ATEŞ AÇILDIĞI İFTİRASI DA KUMPASIN KİRLİ BİR PARÇASIDIR. Bu iddia camiamıza yönelik derin devlet kumpasının en kötü ve akılsızca kurgulanmış senaryolarından biridir. Güya polise kasten ateş ettiği iddia edilen arkadaşımız Mert Sucu, olay günü feci şekilde dövülmüş ve polise ateş ettiğini söylemek zorunda bırakılmıştır.
OLAY GÜNÜ MERT SUCU’NUN ATEŞ ETTİĞİNE DAİR TEK BİR DELİL YOKTUR. AYRICA, KARANLIK OLAYLAR SİLSİLESİ, POLİSE ATEŞ ETME OLAYININ KUMPASIN ÖZEL, ANCAK SON DERECE AKILSIZCA HAZIRLANMIŞ BİR PARÇASI OLDUĞUNU AÇIKÇA GÖSTERMEKTEDİR.
Kumpası gözler önüne seren son derece şaibeli hususlardan bazıları şöyledir :
‼️ Olay günü polise ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu’nun sağ elinde atış artığı izi yoktur (silahla ateş eden herkesin elinde barut izi mutlaka kalır). Mert Sucu sağlaktır.
‼️ Mert Sucu’nun güya ateş ettiği iddia edilen Abdullah Karadaş isimli polis memurunun ise her iki elinde atış artığı izi bulunmaktadır.
‼️ Oysa, o gün kullanılan tek silah Mert Sucu’nun silahıdır ve polisler (güya) kendilerinin ateş etmediklerini söylemektedirler. Ancak, somut delillere göre tek ateş edilen silah Mert Sucu'nun silahı, ELİNDE ATEŞ ETTİĞİNE DAİR BARUT İZİ BULUNAN TEK KİŞİ DE ÖZEL HAREKAT POLİSİDİR.
‼️ Silahın Adli Tıp'a incelemeye gönderilmek üzere içine konduğu mühürlü delil torbası emniyette açılmış, silah içinden çıkarılarak detaylı temizlenmiş, yani delil özelliği kaybettirilmiştir.
‼️ Adli Tıp incelemesinde, Mert Sucu’nun silahının üzerinde hiç kimseye ait DNA ve parmak izi bulunamamıştır, yani tüm izler profesyonel bir şekilde silinmiştir.
‼️ Mert Sucu’nun ateş ettiği iddia edilen polis memurlarının farklı zamanlarda verdikleri ifadeler, hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında sayısız çelişkilerle doludur.
‼️ İki polis memuru, emniyette ve mahkemede, her sorgu aşamasında ifadelerini değiştirmişlerdir.
‼️ Söz konusu iki polis memuru, Mert Sucu’nun kapısının önünde sadece ikisinin olduğunu söylemelerine rağmen, 4,5 yıl sonra tanıklık yapan bir diğer polis memuru o gün olay yerinde kendisi dahil 3 kişi olduklarını söyleyerek, her detayı diğer iki polisten çok farklı hatta kimi zaman tümüyle aksi yönde anlatmıştır.
‼️ Polislerin anlatımına göre, Mert Sucu odasından, kapalı kapının ardından kendilerine ateş etmiştir. Ancak, merminin isabet ettiğini iddia ettikleri çelik yelek üzerindeki mermi izinin yakın atış sonucu olduğu bilirkişi raporunda belirtilmiştir. Yakın atış 30-45 cm kadar bir mesafedir. Polisler ise ifadelerinde Mert Sucu’nun uzaktan ve görmeden ateş ettiğini söylemişlerdir. Dolayısıyla, anlatılan hikayeye göre bile Mert Sucu'nun özel harekat polislerine bu denli yaklaşarak ateş etmiş olması ihtimali zaten yoktur. Dolayısıyla, bilimsel bulgular polislerin iddialarını yalanlamaktadır.
‼️ Mert Sucu tarafından vurulduğunu iddia eden polisin üzerindeki çelik yeleğin son kullanma tarihi geçmiştir ve yeleğin içinde olay yerinde bulunmayan emekli olmuş bir polis memurunun ismi yazmaktadır. Çelik yeleklerin kullanım süreleri dolduktan sonra kesinlikle kullanılmadıklarını ve bir başkasının çelik yeleğini operasyonlarda giyemeyeceklerini bizzat polis memurları kendileri duruşma esnasında beyan etmişlerdir. Dolayısıyla, kurşunun isabet ettiği iddia edilen çelik yeleğin olay yerine nasıl geldiği son derece şaibeli bir konudur.
‼️ Güya vurulduğunu iddia eden polisler hiçbir tıbbi muayeneden geçmemiş, hastaneye gitmemiş, doktor raporu almamıştır. Üzerindeki çelik yeleğe isabet aldığını söyleyen polisin vücudunda ciddi morarmalar oluşması gerekirdi. Oysa, bunlara dair tek bir fotoğraf dahi çekilmemiş, böyle bir durum –varsa– belgelendirilmemiştir.
‼️ Mert Sucu’nun odasına olay yeri inceleme polislerinden önce başka birileri girmiş, eşyaların yerini değiştirmiştir.
‼️ Kullanıldığı iddia edilen Mert Sucu'ya ait silah, oda kapısının dışında, tamamen temizlenmiş olarak, Mert Sucu'nun ayakkabısının içine oldukça düzgün bir şekilde yerleştirilmiştir. Ayakkabının üzeri ise bir torba ile kapatılmıştır.
‼️ Mert Sucu’nun odasında yerde kan izleri bulunmuştur. Konuyla ilgili sadece Mert Sucu’nun kan örneğine bakılmış ve yerdeki kanın ona ait olmadığı tespit edilmiştir. Ancak, olay yerinde bulunan polislerin hiçbiri için bu tespit yapılmamıştır; kan örneğinin kime ait olduğu araştırılmamıştır.
‼️ Özkan Mamati bu iftirayı, Hakan Ural’ın sunduğu 10 Ocak 2023 tarihli programda da dile getirmiş; biz de bu konudaki detaylı cevaplarımızı daha önce açıkladığımızdan burada tekrar detaylara girmeye gerek görmüyoruz.
Bu konuya ilişkin detaylı açıklamalarımız aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz :
Hakan Ural ve Özkan Mamati ikilisinin bir türlü anlamlandıramadıkları ve sürekli birbirlerine sordukları bir diğer konu ise;
5 yıla yakın süredir Türkiye’nin çeşitli cezaevlerine dağıtılmış olmalarına, bir daha dışarı çıkıp gün yüzü göremeyecekleriyle korkutulup tehdit edilmelerine, maruz bırakıldıkları bunca sıkıntı, eziyet, hakaret, suçlamalara ve 10 binlerce yıllık mahkumiyet kararlarıyla yargılanmalarına karşın, SAYIN ADNAN OKTAR ve ARKADAŞLARIMIZIN TÜM BU YAŞANANLARDAN NASIL OLUP DA ETKİLENMEDİKLERİ VE ZERRE KADAR RAHATSIZLIK DUYMADIKLARI, HALEN NASIL DAHA BİRBİRLERİNE SEVGİ VE MUHABBETLE BAĞLI OLDUKLARI VE NEDEN BİR TÜRLÜ AYRILIP DAĞILMADIKLARIDIR.
İkili aynı zamanda arkadaş camiamızın, ülkemizin önde gelen tanınmış ailelerine mensup, tamamı yüksek öğrenim görmüş, birden fazla yabancı dil bilen, kültürlü, kaliteli ve meslek sahibi insanlardan oluşuyor olmalarına da bir türlü anlam verememektedir. Bu sebeple sürekli olarak birbirlerine böyle bir şeyin nasıl olabildiğini sormaktadır. Cevap olarak ise daha önce de bir çok kez dile getirmiş oldukları gibi arkadaş camiamızın güya "dayakla ya da sözüm ona -bugüne kadar tek bir kare görüntüsüne bile rastlanmamış olan- uydurma tehdit, şantaj kasetleri sebebiyle ayrılıp dağılmadıkları" şeklindeki saçma iddialara sığınmaktadırlar.
Hakan Ural ile Özkan Mamati’nin artık neredeyse hezeyan halini almış bu iddialarına daha önce de cevap vermiş olduğumuzdan burada tekrar detaya girmeye gerek görmüyoruz. Ancak kısaca değinmek gerekirse yazımızın başında da belirtmiş olduğumuz gibi;
11 Temmuz 2018 tarihinde arkadaşlarımızın ev ve işyerlerine bir gece yarısı aniden polis operasyonu yapılmış ve tüm arkadaşlarımız devletin çeşitli sağlık merkezlerine sağlık kontrollerine götürülmüşlerdir. Burada her türlü tıbbi tetkik yapılmış ve 100’den fazla sayıdaki bayan arkadaşlarımızın hiçbirinde, ne yakın zamanda oluşmuş ne de geçmişten gelen en ufak bir şiddet ya da darp izine rastlanmamıştır. Zaten rastlanması da asla mümkün değildir. Çünkü iddialar gerçek dışıdır.
Kaldı ki bunların hepsini bir kenara bıraksak dahi, Sayın Adnan Oktar'a yöneltilen bu ve benzeri çirkin ve gerçek dışı ithamların akla, mantığa ve hayatın doğal akışına tamamen aykırı iddialardan oluştuğunu görebilmek için üstün zekalı olmaya da gerek yoktur.
Zira, yıllardan beri nerdeyse bir gün bile aksatmadığı canlı yayınlarda gece gündüz saatlerce tüm Türkiye'nin gözleri önünde olan, onun dışındaki zamanında yüzlerce eser kaleme alan, bu eserlerin sayfa düzeninden baskısına, dağıtımına kadar en ince ayrıntıyı dahi düzenli takip eden, her gün Türkiye'nin ve dünyanın dört bir tarafından gelen sevenlerini ve ziyaretçilerini konuk eden, onlarla görüşen, yemek yemeye ve uyumaya dahi bu faaliyetlerden çok az zamanı kalan Adnan Bey'in, güya aralıksız olarak her gün onlarca kadınla cinsel ilişkiye girmek, onları sürekli dövmek gibi akla ziyan iddialara nasıl vakit ayırabileceği gibi çelişki ve tutarsızlıklar bu iddiaların saçmalığını göstermeye yetip de artmaktadır.
Bir diğer iddia olan ve Sayın Adnan Oktar ile arkadaş camiamız hakkında uzun yıllardan bu yana bitmek tükenmek bilmez bir şekilde sık sık gündeme getirilen, ancak nedense halen tek bir tanesine dahi rastlanmayan sözde “Şantaj Kasetleri” iddiası da, “Haliç'in tabanı altın doluymuş” ya da “Mars’ta su bulunmuş” tarzındaki şehir efsanelerinden farklı bir iddia değildir.
Bu iftira, uzun yıllardan bu yana camiamızı karalayıp aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı ve infial oluşturmak, devlet ve emniyet görevlilerini yanlış yönlendirmek, hükümet yetkilileri ve siyasiler ile aramızı açıp bozmak gibi kirli ve artniyetli girişimlere malzeme yapılmak amacıyla yaklaşık 30 yıldan bu yana çeşitli dönemlerde ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmektedir.
GERÇEKTE İSE ORTADA NE TEK BİR ŞANTAJ KASETİ, NE DE TEK BİR KARE ŞANTAJ KAYDI YA DA GÖRÜNTÜSÜ YOKTUR. Gerek 1999 gerekse 2018 senesinde camiamıza yönelik düzenlenen operasyonların her ikisinde de ne bu tür bir kaset ne de görüntüye rastlanılmamıştır. EŞ ZAMANLI ANİ BASKINLAR ŞEKLİNDE DÜZENLENEN HER İKİ OPERASYONDA DA ARKADAŞLARIMIZIN EVLERİNE, İŞ YERLERİNE, DEPOLARINA, HATTA AİLELERİNİN VE AKRABALARININ ADRESLERİNE DAHİ GİRİLEREK HER YER DİDİK DİDİK ARANMIŞTIR. HATTA BAZI EVLERE BALYOZLARLA, İŞ MAKİNALARIYLA GİRİLİP YIKILMAMIŞ DUVAR, BAHÇELERİNDE KAZILMADIK YER BIRAKILMAMIŞTIR. ANCAK SONUÇ YİNE DEĞİŞMEMİŞ, HERHANGİ BİR ŞANTAJ KASETİNE RASTLANMAMIŞTIR. |
Bu konuya ilişkin yapmış daha detaylı açıklamaları aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz :
https://www.net-cevap.com/duyurular/bir-sehir-efsanesi-santaj-kasetleri-iddiasi
Hakan Ural ve Özkan Mamati ikilisinin esasen anlayamadıkları ise;
Sayın Adnan Oktar’ın samimi, dürüst, Allah'ı çok seven, Allah'tan korkup sakınan, Kur'an'ın sınırlarını titizlikle koruyan, son derece dışa dönük, samimi, gizlisi saklısı olmayan, demokrasiyi, düşünce ve fikir özgürlüğünü, kadın haklarını, insanlar arasında sevgi, saygı ve kardeşlik ruhunun yaygınlaşmasını savunan, çağdaş, modern ve dindar ve samimi bir Müslüman oluşudur.
Yayındaki iddiaların aksine, Adnan Bey ve arkadaşlarımız arasında, İslami tarikatların klasik özelliği olan uhrevi bir şeyh-mürit ilişkisi, bir takım dini ritüeller veya özel kurallar ya da hiyerarşik bir yapı bulunmamaktadır. Adnan Bey bizim gözümüzde, Allah’ı, Kuran’ı, İslam’ı, Peygamberimiz (sav)’i ve Allah’ın yarattığı tüm canlıları sevmeyi bize öğreten bir sevgi öğretmenidir.
Hayatında hiç kimse tarafından gerçekten sevilmemiş, sevmenin ve sevilmenin tadına varmamış, hayatları kompleks, eziklik ve ruhi travmalar içinde geçmiş kişilerin, bu samimi sevgiyi anlamaları ise elbette ki mümkün değildir.
Sevgiyi ve sevilmeyi tadamamış bu tür insanlar, dünyanın herkes için sevgisiz ve bencillikle dolu bir yer olduğunu düşünürler. Allah’ın bazı insanlara, güzel ahlaklarına karşılık çok muhteşem bir sevgi gücü verdiğini, çevresindekiler tarafından büyük bir hayranlıkla sevildiğini ve samimi sevgiyi alabildiğine sınırsız yaşadıklarını gördüklerinde büyük bir kin ve hasetle dolarlar.
KENDİ HAYATLARININ TATSIZLIĞININ VE YALNIZLIKLARININ ACISINI UNUTMAK İÇİN DE SEVGİYİ BİLEN VE YAŞAYAN İNSANLARI KENDİLERİNCE KARALAYARAK AVUNMAYA ÇALIŞIRLAR.
Geçmişte küfrün önde gelenleri, bu amaçla elçilerin, peygamberlerin ve onların izinden giden müminlerin imani faaliyetlerini durdurmak ve insanların onlara inanıp güvenmelerini engellemek için "büyücülük" ve "sihirbazlık" gibi iftiralar uydurmuşlardır. Günümüzde ise bu iftiraların yerini sözüm ona "insanları telkin, hipnoz gibi yöntemlerle kandırıp etki altına alma" şeklindeki iftiralar almıştır.
Gerçekte ise, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZ ÖRNEĞİNDE OLDUĞU GİBİ, SAMİMİ BİR MÜMİN DÜNYANIN EN AKILLI ve EN ŞUURLU İNSANIDIR. DOLAYISIYLA, HERHANGİ BİRİNİN TELKİNİ, HİPNOZU, TAHRİKİ veya YÖNLENDİRMESİ İLE HAREKET ETMEZ. Aksine, Allah'ın Kitabı ve Peygamberi (sav) vasıtasıyla gösterdiği doğrulara ve ölçülere göre hareket eder. Doğruları harfiyen uygulayan, peygamberlerin izinden giden, samimi, dindar, akıllı, ahlaklı, dürüst, güvenilir, ilim ve takva sahibi insanlara güvenir. Bu mübarek insanların sözlerine ve öğütlerine değer verir, itibar eder, onlara saygı ve sevgiyle sahip çıkar, destek olur, koruyup kollar.
Bu güzel ahlakı ve yüce ruhu bilmeyenler ise müminlerin değer verdikleri, güvendikleri, sevip saydıkları ilim, hikmet ve fazilet sahibi olanların sözlerine itibar etmelerini, güzel öğütlerine kulak vermelerini, güzel ahlaklarını örnek almalarını kendilerince "etki altında kalma", "beyni yıkanma", "kandırılma", "peşinden gitme" veya "hipnozuna girme" gibi çirkin ve saçma yakıştırmalarla çarpıtmaya çalışırlar.
Bu sahtekarca yöntemle de müminleri, kendilerince haşa akılsız, iradesiz, kişiliksiz kimselermiş gibi damgalamaya, itibar ettikleri önde gelen fazilet sahibi büyüklerini ve alimlerini ise haşa dini kullanarak dünyevi çıkar elde etmeye çalışan insanlarmış gibi göstermeye çabalarlar. Ancak sadece, kendileri gibi eğitimsiz, kültürsüz, cahil ve sevgisiz küçük bir zümreyi aldatıp kandırabilir, aklı başında, açık fikirli, dürüst ve samimi insanlar üzerinde ise etkili olmazlar.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.