Avukat Eser Çömlekçioğlu'nun, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında kendince kamuoyu oluşturmak ve Adil Yargılamayı etkilemeye çalışmak amacıyla, dosyamızın husumetli müştekilerinden Özkan Mamati'nin gerçek dışı itham ve iftiraları ile hayali hikayelerinden oluşan bir kitap derlediğine ilişkin çeşitli haberler daha önce medyada yer bulmuştu.
Eser Çömlekçioğlu şimdilerde ise, hayali hikayeler ile uydurma senaryolardan oluşan kitabının tanıtımı için, dosyamızın diğer husumetli müştekilerinden gazeteci Fatih Altaylı ile Mine Kırıkkanat'ın kitabı hakkında yaptıkları yorumlardan faydalanmakta, bunlardan medet ummakta, bu kişileri referans göstermektedir.
Gerek Sayın Fatih Altaylı gerekse Sayın Mine Kırıkkanat ile aramızda ideolojik görüş ayrılıklarının bulunduğu, bu kişilerin Darwinist-materyalist ideolojiyi benimsedikleri için dine ve İslam'a inanmayıp, dindar insanlara karşı her dönemde öfkeli, taraflı ve önyargılı oldukları, her konuyu ve her olayı da bu din karşıtı ideolojik görüşleri doğrultusunda değerlendirdikleri, davamızda taraf ve müşteki oldukları zaten herkesçe bilinen bir konudur.
Dolayısıyla hiç kimse, Fatih Altaylı ve Mine Kırıkkanat'ın çıkıp da tüm ömrünü evrim teorisinin geçersizliğini ispat edip Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmaya adamış olan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında
beklememektedir.
Bizlere karşı yoğun öfke ve husumeti bulunan, her fırsatta nefret söylemleri sarf eden bu kişilerin hakkımızda yaptıkları yorum ve izahların gerçekçi bir kıstas teşkil etmeyeceğini anlamak çok zor olmasa gerektir.
Bu konuda ilginç ve şaşırtıcı olan ise bu kişilerin bir gün bile kadın, çoluk çocuk demeden masum vatandaşlarımızı şehit eden terör örgütleri ile ülkemizin adeta kanını emen mafya yapılanmaları aleyhinde tek bir söz söylemez, tek bir yazı kaleme almazken, konu Adnan Bey ve arkadaşları olduğunda garip bir şevk ve heyecanla hareket etmeleri ve ellerine geçen her fırsatta hakkımızda gerçek dışı itham ve iftiralarda bulunmaktan geri kalmamalarıdır.
Açıktır ki, eli kanlı terör örgütleri ile mafya yapılanmaları hakkında haber veya yorum yapmaya cesareti olmayanlar; suçsuz yere 10 binlerce yıllık haksız ve hukuksuz cezalara çarptırılan, cezaevlerinde bulundukları için cevap haklarını kullanma imkanı dahi olmayan masum insanlar hakkında gerçek dışı ve karalayıcı haber ve yorumlar yapmayı kendilerince son derece kolay ve risksiz ve bir nevi "ucuz kahramanlık" fırsatı olarak görmektedirler.
Adalet Bakanı'mız Sayın Abdülhamid Gül'den, yüksek yargı organlarının başkan ve üyelerine, siyasi parti liderlerinden, baro başkanlarına, duayen ceza ve hukuk profesörlerinden, köşe yazarlarına ve sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkes tarafından ittifak edildiği üzere ülke olarak, YARGI ve ADALETE OLAN GÜVENİN CUMHURİYET TARİHİMİZİN EN DÜŞÜK SEVİYESİNE GERİLEDİĞİ, HUKUKUN ADETA RAFA KALDIRILDIĞI bir dönemden geçmekteyiz.
Konunun en yetkili kişisi olan Sayın Adalet Bakanı'nın dahi konuşmalarında son derece müteessir olduğunu belirttiği bu vahim durum gerçekte, bir hukuk devleti olan ülkemiz açısından çok büyük bir tehlike arz etmektedir. Üzerlerindeki YOĞUN BASKILAR SEBEBİYLE mahkemelerin bağımsız ve tarafsız hareket edemez oldukları, adeta GÖRÜNMEZ BİR EL TARAFINDAN neredeyse tüm mahkemelere müdahale edilip, mahkemelerin ve kararlarının kontrol altına alındığı tarihte görülmedik bir dönemden geçmekteyiz.
Yüce Türk Mahkemelerini tenzih ederiz, ancak Yargı mekanizmasındaki bu esrarengiz durum bizzat Sayın Adalet Bakanımız tarafından tespit edilen ve gündeme getirilen bir gerçektir. Hatta, bu görünmez elin istemediği kararlar çıktığında, kararı veren mahkemenin başkan ve üyelerinin FETÖ'cü olmakla veya benzer suçlamalarla itham edildikleri, haklarında adli ve idari soruşturmaların açıldığı, çeşitli medya organları tarafından hedef gösterilerek karalayıcı haberlerin yapıldığı milletçe şahit olduğumuz manzaralardır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın İstanbul 30 Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen yargılaması da TAM BÖYLE BİR DÖNEMDE gerçekleşmiştir. Vatandaşlarımızın adalete olan güvenlerinin nerdeyse sıfıra düştüğü, Adalet Bakanı'ndan siyasi parti liderlerine, ceza ve hukuk profesörlerinden köşe yazarlarına, akademisyenlere, hatta Yüksek Yargı organları başkanlarına kadar hemen herkesin ittifak halinde, yargıdaki adaletsizliklerden, mahkemeler tarafından verilen haksız ve hukuksuz kararlardan yakınıp şikayetçi oldukları bir dönemde...
Nitekim, arkadaşlarımızın yargılanması boyunca HUKUK ve ADALET adeta ayaklar altına alınarak maruz bırakıldıkları yüzlerce usulsüz ve hukuksuz uygulama, ülkemizin önde gelenlerinin Yargı mekanizması hakkındaki teşhislerini doğrulmaktadır.
Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yargılandıkları davanın bir kumpas davası olduğunu ve iddia makamı ile mahkeme heyeti üzerindeki baskı ve tehditler dolayısıyla, asla gerçek ve adil bir yargılamanın yapılmadığını bugün Türkiye'de görmeyen ve bilmeyen neredeyse kimse kalmamış durumdadır.
Başlarda konuyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadıkları için bu gerçekten şüphesi olan vatandaşlarımız varsa bile, yerel mahkemenin vermiş olduğu akla, izana, vicdana, kanuna ve hukuka aykırı 10 biner yıllık ceza kararlarından sonra, artık bu kişilerin de tüm şüphelerinden arındıkları kolaylıkla söyleyebiliriz.
Bu dosya gerçekte, gerek vatandaşlarımız nezdinde gerekse dosyayı inceleyen tüm ceza hukukçuları, akademisyenler ve bilirkişiler nezdinde ASLEN BERAAT ETMİŞ BİR DOSYADIR. Dolayısıyla, baskı ve talimat altında yapmadığı usulsüzlük ve hukuksuzluk kalmamış bir mahkeme tarafından verilen hukuk dışı anormal ceza kararlarının Yargıtay aşamasında mutlak surette bozularak geri döneceği konusunda kimsenin bir şüphesi bulunmamakta, yerel mahkemenin kararı bu yönüyle yok hükmünde görülmektedir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Yüce Türk Adaletine olan güvenimiz tamdır.
Zaten daha en baştan, DAVA DOSYASININ HUKUKEN BOMBOŞ OLMASI ve YAPILAN BASKILAR SEBEBİYLE,
hem iddia makamının hem de mahkeme heyetinin bu dosyaya mecburen bakmak ve KAÇINILMAZ OLARAK da CEZA İLE SONUÇLANDIRMAK ZORUNDA KALDIKLARINI açıkça ortaya koymaktadır.
Tüm bu ağır baskı ve dayatmalar sebebiyle adeta ADİL BİR YARGILAMA YAPMAYA BİLE GEREK DUYULMAMIŞ, DAHA EN BAŞTA ALINMIŞ HAKSIZ VE HUKUKSUZ KARARLAR SAYISIZ USULSÜZLÜKLERİN GÖLGESİ ALTINDA USULEN YAPILAN GÖSTERMELİK BİR DURUŞMA SÜRECİ SONUNDA AYNEN UYGULANMIŞ, hiçbir suçu olmayan, aleyhlerinde tek bir somut bulgu veya delil bulunmayan gencecik masum hanımlara dahi EN ÜST SINIRDAN 10 BİNER YILLIK CEZALAR verilmiştir.
Gerçekten de YARGININ BASKI ALTINA ALINIP YÖNLENDİRİLDİĞİ, MAHKEMELERE MÜDAHALE EDİLİP, ANAYASAYA ve İNSAN HAKLARINA AYKIRI KARAR ve UYGULAMALARIN görüldüğü bazı 3. DÜNYA ÜLKELERİNDE, YARGI KARARLARININ mahkemelerden çok önce, ilgili polis müdürlükleri veya emniyet birimlerinde hazırlandıkları, mahkemelerin de ister istemez bu kararlara uymak durumunda bırakıldıkları sıkça rastlanılan bir durumdur.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılanması esnasında yaşanan çok sayıda karanlık ve şaibeli olaylar da DAVA ÜZERİNDE, EMNİYET İÇİNDEKİ BAZI YAPILANMALARIN ETKİSİNİ GÖSTERMESİ BAKIMINDAN son derece dikkat çekicidir. Verilen anormal CEZA KARARLARININ, dosya henüz daha EMNİYET AŞAMASINDAYKEN HAZIRLANDIĞI izlenimini vermektedir.
Demokratik, laik ve modern bir hukuk devleti olan ülkemizde benzeri akıl almaz zulüm mekanizmalarının 21. yüzyılda hala uygulanıyor olması tüm vatandaşlarımızı tehdit eden çok ciddi bir tehlikedir ve ivedilikle gerekli tedbirlerin alınması elzemdir.
Yukarıda izah ettiğimiz durumun somut örneklerinden biri davamızda yargılanan Merve Bozyiğit isimli hanımın yalancı ve iftiracı olmaktan imtina ederek gerçekleri anlatması nedeniyle tutuklanması konusudur.
Merve Bozyiğit, soruşturma aşamasında İstanbul Emniyeti Mali Suçlarla Mücadele Şubesi'ndeki bazı polis memurlarının, gözaltı sırasında kendisine yönelik BASKI, TACİZ VE TEHDİTLERİ sonucunda, mecburen etkin pişmanlık ifadesi imzalamak zorunda bırakılmış bir kişidir. Bazı Emniyet yetkilileri, Merve Bozyiğit'e dayattıkları etkin pişmanlık ifadesini baskı ve zorla imzalatmış olduklarından, istediklerini elde etmiş olmanın rahatlığı ile kendisi hakkında bir işlem yapmayarak salıvermişlerdir.
Ancak, Merve Bozyiğit mahkemenin 09.03.2020 tarihli duruşmasında verdiği sözlü ifadesinde, tüm Mahkeme heyeti ve izleyicilerin önünde, İstanbul Emniyeti Mali Şube'deki ifadesinin, sorgulamayı yapan polis memurlarının baskı ve işkencesi altında, zorla ve tehditle alındığını, bu sebeple Emniyetteki ifadelerinin gerçekleri yansıtmadığını dile getirmiş ve Emniyet ifadelerini geri almıştır.
Mahkeme heyeti ise
Sayısız örnekle delillendirebileceğimiz üzere, ortada bir hukuk ve insanlık faciası yaşanmakta, bu ezici yaptırım sistemiyle birçok davada bazı hakimler ve heyetler adeta köşeye sıkıştırılmakta, adil yargı görülmemiş bir şekilde baskı altında bırakılarak mahkemeler kendilerine dayatılan haksız ve hukuksuz kararları vermeye mecbur bırakılmaktadır. Asil Türk Mahkemelerinin bu baskı ve dayatmalara boyun eğmeyeceği ise açık bir gerçektir.
Yargılama esnasında dikkat çeken gayri hukuki olaylardan biri de 11 Temmuz 2018 tarihinde gerçekleştirilen polis operasyonu esnasında Mert Sucu isimli arkadaşımızın uyku sersemi haliyle, hiç kimseyi hedef almadan, birkaç el yattığı yerden bilinçsiz olarak ateş açmış olması konusunda yaşanmıştır.
Bu konuyla ilgili olarak Mert Sucu, kasten adam öldürmeye teşebbüs gibi çok ağır bir suçlama ile yargılanmakta olmasına rağmen, kendisinin yapmış olduğu samimi açıklamaları ve bu açıklamalarını destekleyen onlarca maddi delil mahkeme tarafından, diğer tüm savunma delilleri gibi GÖRMEZDEN GELİNMİŞ, savunma avukatlarının talebiyle balistik ve olay yeri yeniden yapılandırma uzmanları tarafından hazırlanan 2 ayrı bilimsel mütalaa GÖZARDI EDİLMİŞ, bu mütalaalarda detaylı şekilde ortaya konulan, operasyona katılan polis memurlarının ifadelerindeki çelişkiler ve Emniyet tarafından hazırlanan balistik raporlarındaki karanlık ve şüpheli noktalar MAHKEME HEYETİ TARAFINDAN DİKKATE ALINMAMIŞ VE ARAŞTIRILMASI GEREĞİ DUYULMAMIŞTIR.
Hepsinden önemlisi ise, olaya karışan ve çelişkili ifade ve raporlar hazırlayan polis memurlarının Mahkeme huzurunda sözlü ifadeleri alınmamış, Mahkeme heyeti tarafından bu memurlarının rapor ve ifadelerindeki çelişkilerin üzerine gidilmemiştir. İstanbul Vatan Caddesi'nde görev yapan söz konusu polislerin adreslerinde bulunamadıkları gerekçesiyle tebliğleri yapılamamış, daha sonra da Mahkeme heyeti ilginç bir şekilde, hiçbir gerekçe öne sürmeden, savunma bakımından son derece hayati bir öneme sahip olan "polislerin dinlenmesi"nden vazgeçmiştir. Dolayısıyla, savunma avukatlarına da bu kişileri sorgulama imkanı tanımamıştır.
Kısacası Mahkeme heyeti, her türlü eksik soruşturma ve onlarca aleni usulsüzlükle kasten karanlıkta bırakılmaya ve çarpıtılmaya çalışılan bu derece şaibeli bir vakada, olaya karışan polisleri çağırıp sorgulamak ve konuyu gereği gibi araştırıp aydınlatmak yerine, hiçbir araştırma yapmadan doğrudan Mert Sucu'yu en üst sınırdan cezalandırma yoluna gitmiştir.
Buraya kadar anlatmış olduklarımızı özetlemek gerekirse;
Bununla birlikte ülkemiz, yargı ve adalete olan güvenin ülke tarihinde en düşük seviyede olduğu, Adalet Bakanı'ndan yüksek yargı organlarının başkanlarına, akademisyenlerden sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkesin adaletsizlikten yakındığı zor bir dönemden geçmektedir. Mahkemeler üzerindeki baskı ve yönlendirmeler ayyuka çıkmış, polis ve savcıların yargılamalardan istedikleri kararların çıkması için mahkemelere alenen baskı yaptığı haberleri basında hemen her gün çıkmaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılamaları işte tam da hukuk ve adaletin adeta rafa kaldırıldığı bu dönemde yapılarak;
Bunlar ve benzeri bini aşkın usulsüz ve hukuksuz olay, mevcut ağır baskılardan bir an önce kurtulabilmek adına şekli ve göstermelik bir yargılamayla dosyayı Yargıtay'a göndermek yoluna başvurulduğunu gözler önüne sermektedir.
Açıkçası, yargılamanın başından sonuna kadar Adnan Bey ve arkadaşlarımızın maruz bırakıldıkları görülmedik haksız ve hukuksuz uygulamalar, mevcut Yargı sistemindeki aksaklık ve anormallikleri göstermesi açısından oldukça önemli örnek teşkil etmektedir.
Devlet içinde çöreklenmiş kirli odaklar kendi vatandaşına zor, baskı ve tehditle yalan ifadeler verdirterek haksız yere suçsuz insanları suçlu göstermektedir. Bunun sonucunda da hiçbir suçu olmayan masum insanlar göz göre göre akıl almaz cezalara çarptırılmaktadır. İstedikleri yalan ifadeleri anlatmayan, iftiraları atmayanlar ise tutuklanıp cezaevlerine konulmaktadır. Dahası, hem bu kanunsuzlukları işleyen devlet memurlarının maaşları hem de nezarethanelerin ve cezaevlerinin masrafları yine aynı masum insanlardan kesilmektedir.
Devletin içine sızmış söz konusu çetelerin hedefi vatansever, dindar ve milliyetçi gençlerdir. Kendilerince bu vatana aşık olanları etkisiz hale getirebilmek için bir zulüm sistemi kurmak isteyenler asla başarılı olamayacaktır. Ülkemiz mutlaka bu zor günleri aşacak, milletimiz her yönüyle kendini güvende hissedip mutlu ve müreffeh yaşayacak, Büyük Türkiye mutlaka kurulacak, Türk İslam Birliği mutlaka tesis edilecektir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
ADNAN OKTAR DAVASI VE DAVA SÜRECİNDEKİ HUKUKSUZUKLAR HAKKINDA DETAYLI BİLGİ EDİNMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKLERİ ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ: |