Darwinizm’i yerle bir eden, Kuran’ın güzel sevgi dolu ruhunu anlatan, iman hakikatleriyle samimi imana vesile olan, İslam’ı en güzel ve en güçlü şekilde temsil eden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının 40 yıllık muhteşem ilmi mücadelesini “örgütsel faaliyet”, dostluğun, fedakarlığın ve sevginin kalesi olan arkadaşlıklarını da “suç örgütü” olarak göstermeye çalışan kumpas resmen çökmüştür.
Operasyonun daha ilk gününden beri hiç kimsenin itibar etmediği “silahlı suç örgütü” isnadının, yargılama boyunca ortaya konulan yüzlerce somut delil, belge ve bulgu ile hukuken de geçersiz olduğu kanıtlanmıştır.
Arkadaşlarımızın onyıllardır, her normal Türk vatandaşı gibi sürdürdükleri doğal, meşru, legal ve sıradan hayatların, savcılık iddianamesinde, soruşturma ve yargılama safhalarında nasıl art niyetli, ön yargılı ve maksatlı bir biçimde çarpıtılıp, kanun ve hukuk ayaklar altına alınarak hayali bir "silahlı suç örgütü" görünümüne sokulmaya çalışıldığı da bu dava sürecinde deşifre edilmiştir.
Davanın çok büyük bir kumpas davası olduğu, kumpasın tüm ayrıntıları delil, belge ve detaylarıyla 80 milyonun gözleri önüne serilmiştir.
İddianamede ve dava sürecinde yer alan yüzlerce hukuksuzluk, usulsüzlük ve tutarsızlıklardan bazı örnekleri kısa ve özet maddeler halinde şöyle sayabiliriz:
- Dava kapsamında sözde "silahlı suç örgütü mensupları" olarak yargılanan 235 sanığın hepsinin ADLİ SİCİL KAYITLARI TERTEMİZDİR. BUGÜNE KADAR HAYATLARINDA TEK BİR SUÇA KARIŞMAMIŞLARDIR.
- Eş zamanlı yapılan baskınlarda, yaklaşık 120 evde ve onlarca arabada BİR TANE BİLE RUHSATSIZ SİLAHA YA DA BAŞKA BİR SUÇ UNSURUNA VEYA SUÇ DELİLİNE RASTLANMAMIŞTIR.
- Sanıklar arasında ruhsatlı silahı bulunan kişi sayısı 47’dir. Birbirinden çok farklı zamanlarda DEVLET TARAFINDAN RUHSATI VERİLEN BU SİLAHLARIN HİÇBİRİSİ 40 YIL BOYUNCA HİÇBİR SUÇA KARIŞMADIĞI GİBİ, TEK BİR ADLİ VAKAYA DAHİ KARIŞMAMIŞTIR. ÇOĞU DENEME AMAÇLI BİLE POLİGONDA, VS. KULLANILMAMIŞ OLUP KUTULARINDA DURMAKTADIR.
- MÜŞTEKİ, TANIK VE ETKİN PİŞMAN BEYANLARININ HİÇBİRİNDE, operasyonda toplanan 70 tabanca 23 av tüfeğinin suç işlemek amacıyla kullanıldıklarına dair BİR İFADE YER ALMAMAKTADIR.
- Kendisine karşı silah kullanıldığını ifade eden herhangi bir müşteki veya mağdur beyanı BULUNMAMAKTADIR.
- Sözde nöbet için kullanıldığı iddia edilen ve güya profesyonel askeri telsizlermiş gibi gösterilmeye çalışılan telsizler, ASKERİ OLMAYAN, LİSANS DAHİ GEREKTİRMEYEN ve herkes tarafından alışveriş sitelerinden alınabilen Motorola XT220 ve Vertex VX351 model, SIRADAN VE LEGAL TELSİZLERDİR.
- Örgüt iddiasında bulunabilmek için hukuki olarak örgütün bir amaç suçu olmalıdır. İddianamede de mütalaada da AMAÇ SUÇ BELİRTİLEMEMİŞTİR. Çünkü ORTADA BİR ÖRGÜT DOLAYISIYLA DA AMAÇ SUÇ BULUNMAMAKTADIR.
- Etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların beyanlarında da, topluluk içerisinde uzun yıllar bulunup sonra müşteki olarak değerlendirilen kişilerin beyanlarında da AMAÇ SUÇ GÖSTERİLEMEMİŞTİR.
- Bir dönem grupla görüşen ama sonra bağını kesen kişilerin dosya kapsamındaki ifadelerine bakıldığında bu kişiler topluluktan ayrılma gerekçelerini fıkhi, siyasi, ticari faktörlerle izah etmişler, CEZA HUKUKU BAĞLAMINDA SUÇ TEŞKİL EDEBİLECEK HERHANGİ BİR ANLATIMDA BULUNMAMIŞLARDIR.
- Suçun mağduru olduğu iddia edilen kişilerin beyanlarında da korku ile değil aksine, evlenme amacıyla ya da dini amaçlarla -cinsel birliktelikler tarafımızca kabul edilmemekle birlikte- cinsel birliktelik yaşadıklarını iddia etmeleri, arkadaş gurubundan ayrıldığını ileri sürülen kişilerin baskı ve zorlama olmadan topluluktan ayrıldıklarını ifade etmiş olmaları, hatta iddia makamı tarafından 90'lı yılların başında dini görüş ayrılıkları sebebiyle bu topluluktan ayrılan onlarca kişinin bulunduğunun iddianame içerisinde belirtilmesi BU TOPLULUĞUN BİR SUÇ ÖRGÜTÜ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEBİLECEK KORKUTUCU BİR ETKİSİNİN OLMADIĞININ AÇIK BİRER GÖSTERGESİDİR.
- Camiamızda, güya gerçek kimliklerimizi gizlemek amacıyla 'kod adları kullanıldığı' iddiasının hiçbir somut ve hukuki değeri yoktur. Suç örgütlerinde kod adı kullanımının amacı örgüt üyelerinin gerçek kimliklerinin saklanarak deşifre olmalarının önlenmesidir. Oysa, tüm arkadaşlarımızın gerçek isimleri, gerek resimleriyle gerekse görüntüleriyle hem sosyal medya hesapları hem de A9 TV'de katıldıkları canlı yayınlar vesilesiyle tüm kamuoyu tarafından yıllardan beri bilinmektedir. Yine arkadaşlarımızın çok büyük bölümü katıldıkları konferanslar, organizasyonlar, toplantılar, yemekler, davetler, vb. sosyal ve kültürel etkinlikler dolayısıyla zaten toplumun gözü önünde olan, herkes tarafından isimleriyle, cisimleriyle bilinen ve tanınan insanlardır. Hayatlarının hiçbir döneminde gizlenme, gerçek isimlerini saklama gibi anlamsız ve şaibeli bir yola başvurmamışlar ve buna bir ihtiyaç da hissetmemişlerdir.
- Türkiye’nin hemen her yerinde, milyonlarca insanın dostlarına, yakınlarına çeşitli sempatik sözlerle hitap ettikleri gibi, arkadaşlarımızın birbirlerine taktıkları bazı sempatik lakaplar ya da isim kısaltmaları, sözde ‘örgüt içi kod adı’ olarak nitelendirilmiştir. Oysa ki dosyada sanık olan kişilerin %63’ünün cep telefonları kendi isimleri üzerine kayıtlıdır ve ayrıca da evleri arabaları, şirketleri, sosyal medya hesapları yine hep kendi üzerlerinedir. Açıktır ki kod adı kullanan bir insanın hiçbir resmi makamda hiçbir resmî belgede gerçek adı olmaz. Dolayısıyla, ‘kod adı kullanıyorlar’ şeklindeki bu hayali suç senaryosu da özel olarak kurgulanmış suni bir suçlamadan başka bir şey değildir. Hemen her insanın günlük hayatının doğal bir parçası olan böyle bir konu bile bizim dosyamızda ‘örgütsel bir suç’ gibi göstermeye çalışılmıştır.
- Camiamızı “silahlı suç örgütü” diye nitelendirebilmek adına iddia olunan sözde eylemlere bakıldığında, silahlı suç örgütü kabul edilebilmenin şartı olan DEVAMLILIK VE YOĞUNLUK KARİNESİ HİÇBİR ŞEKİLDE GÖRÜLMEMEKTEDİR.
- İddianamede de mütalaada da ortada bir HİYERARŞİK YAPI OLDUĞU İSPATLANAMAMIŞTIR.
- Müştekilerin çoğu BİRBİRİNDEN FARKLI HİYERARŞİK YAPILAR anlatmaktadır. Emniyet fezlekesinde, iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada HEPSİ BİRBİRİNDEN FARKLI HİYERARŞİK ŞEMALARDAN bahsedilmektedir. Tüm bu çelişkili, tutarsız ve her biri diğerinden farklı iddialar, ortada gerçekte hiçbir hiyerarşik yapı olmadığının açık bir göstergesidir.
- Sözde yöneticinin üyeye emir-talimat verdiğine, sözde üyenin yöneticiye raporlama yaptığına dair TEK BİR SOMUT BELGE, TAPE, VS. MEVCUT DEĞİLDİR.
- Onlarca yıldır güya yüzlerce kez gerçekleştiği iddia edilen cinsel isnatların “GÖRDÜM, DUYDUM YA DA ŞÜPHELENDİM” DİYEN BİR TANE BİLE GÖRGÜ TANIĞI YOKTUR.
- Dosyada cinsel isnatlarda bulunan müştekilerin, operasyondan önce onyıllar boyunca, bu isnatlarına dair ALDIKLARI TEK BİR DOKTOR VEYA HASTANE RAPORU YA DA EMNİYET VEYA YARGI BİRİMLERİNE YAPTIKLARI TEK BİR ŞİKAYET BAŞVURUSU BİLE BULUNMAMAKTADIR.
- Dosyadaki telefon dinleme tapelerinde herhangi bir suçla ilişkilendirilebilecek hiçbir unsur mevcut değildir. Nitekim, her tapenin sonunda görevlilerce raporlanmış olan “BİR SUÇ UNSURUNA RASTLANMAMIŞTIR” ibaresi yer almaktadır.
- Dosyanın tamamı ‘suni yöntemlerle oluşturulmuş suni ve sahte suçlarla’ doludur. Hepsi organize bir kumpas çalışması ile özel olarak kurgulanmıştır. Bu suni suçlar çeşitli algı oyunlarıyla, dolaylı imalarla, şamata ve yaygara metotlarıyla yargıya ve kamuoyuna zorla empoze edilmeye çalışılmaktadır.
- Bizlerin, ‘sözde tehlikeli insanlar olduğumuz’ imajını verilebilmek için özel bir toplum mühendisliği çalışması’ yapılmıştır ve hala da ince kumpas faaliyetleri ve algı operasyonlarıyla bu çalışma sürdürülmektedir.
- Dosyada tek bir tane gerçek suç ve dolayısıyla da bir suç delili yoktur. Sadece kin ve öfke kaynaklı boş iftiralar söz konusudur. Hiçbirinin doğru olmadığını TÜRKİYE’DEKİ HERKES ÇOK İYİ BİLMEKTEDİR VE BU İFTİRALARA HİÇ KİMSE İNANMAMAKTADIR.
- Tümüyle doğal, meşru ve legal olan günlük hayatımızın her parçası, art niyetli yorum ve kurgularla ‘suni suçlar üretme amacıyla’ çarpıtılmaya çalışılmıştır. Hepimizin hayatı ‘ortak bir kalıba’ sokularak günlük yaşantımıza dair tüm davranışlarımızın başına ‘örgütsel tutum’ veya 'örgütsel saik' gibi kalıplar eklenerek sıradan hayatlardan sahte, hayali suçlar üretilmeye çalışılmıştır.
- Arkadaş camiamız içerisinde, birbirimize olan sevgimiz, birbirimize yardımcı olmamız, birbirimizi koruyup kollamamız ASLA BİR SUÇ OLMADIĞI ve tam tersine bunların her biri çok takdire şayan ahlaki özellikler olduğu halde, bu güzel davranışlar sözde ‘örgütsel suç eylemleri’ gibi gösterilmek istenmiştir.
- Bütün ömrümüzü adadığımız Allah yolundaki tüm samimi çabamız, iyilikten yana tüm gayretlerimiz, Kuran ahlakına uygun yaşantımız, Müslümanca tavrımız ‘örgüt faaliyeti’ olarak yansıtılmaya çalışılmıştır.
- Arkadaşlarımızın 10-20-30 yıllık beraberlikleri, arkadaşlıkları, dostlukları, sık sık görüşmeleri, karşılıklı sevgi ve saygıları, sözde ‘örgütsel bağ’ ve ‘hiyerarşik yapılanma’ olarak yorumlanmaya çalışılmıştır.
- Arkadaşlarımızın İslam ahlakına uygun bir hayat yaşamaları, dinimizin gereği olarak birbirleriyle yardımlaşmaları, iyilik yapmaları, birbirlerine destek olmaları gibi en insani, en ahlaki, en vicdani ve en güzel davranışları bile güya ‘örgütsel tavır’, ‘örgütsel yardımlaşma’, ‘hiyerarşik görev dağılımı’ gibi sahte suç üretme tanımları altında suç kapsamına sokulmaya çalışılmıştır.
- Tüm ömrünü Allah yoluna vakfetmiş ve 40 yıldan bu yana dünyaya güzel ahlakı yerleşik kılabilmek için samimi bir çaba harcamış olmasından dolayı Sayın Adnan Oktar’a karşı duyulan derin sevgi art niyetle yorumlanmış ve kendisine ‘örgüt lideri’ yakıştırması yapılmaya çalışılmıştır.
- Sn Adnan Oktar’a olan derin sevgimiz, saygımız ise ‘örgüt liderine olan bağlılık’, ‘hiyerarşik yapılanma’, ‘irade-i fesat ile beyinlerin yıkanması’ gibi hayali suç isnatlarıyla çarpıtılmış ve suç kapsamına sokulmak istenmiştir.
- Peygamberimiz (sav)'in sahih hadisleriyle bildirmiş olduğu, 4 büyük mezhebe göre de hak kabul edilen, tüm büyük İslam alimlerinin eserlerinde anlattıkları, tarih boyunca hakkında yüzbinlerce kitap yazılmış olan, halihazırda Diyanet yayınlarında da yer alan ve sık sık tüm TV kanallarında da değinilen Mehdiyet konusundan ve Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki hadislerinden bahsetmek, dava dosyasında ‘bir suç eylemi’ olarak ele alınmıştır.
- Mehdiyet konusunu dinleyen insanların güya ‘iradelerinin fesada uğradığı’ iddia edilmiş ve hukuken de anlaşılması mümkün olmayan bu yorumla tüm camiamıza hayali bir suç daha isnat edilmiştir.
- Arkadaşlarımızın, hatta birçoğunun ailesinin evleri dahi, sözde ‘örgüt evi’ olarak nitelendirilmiş ve hayali yorumlamalarla bu aile evlerinde güya 'illegal bir hayat yaşanıyormuş ve suç işleniyormuş' izlenimi verilmeye çalışılmıştır.
- Dünyanın her yerinde olduğu gibi tüm Türkiye’de de tüm insanlar reşit olduktan sonra kendi istekleri doğrultusunda özgürce ailelerinden ayrı bir ev tutup, ev arkadaşlarıyla birlikte kendi evlerinde yaşayabilirken ve bizler de arkadaşlarımızla birlikte istediğimiz yerde kalma özgürlüğüne sahipken, bu durum da dava dosyasına ‘örgütsel bir suç eylemi’ olarak yansıtılmıştır.
- Müstakil evi olan her şahsın evinde bahçe güvenlik kameraları varken, sayın Adnan Oktar’ın arkadaşlarının evlerinin bahçelerindeki güvenlik kameraları ‘suç unsuru gizli kameralar’ şeklinde yansıtılmıştır.
- Arkadaşlarımızın, evlerinde, güzel ortamlarda, güzel sofralarda çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşmaları dosyada ‘gençleri lükse özendirme’ gibi akla ziyan bir suçlamaya dönüştürülmüştür.
- Diğer yandan da iddianamenin bir bölümünde anlatılan ‘lüks ve şatafat içerisindeki hayata özendirme' iddiası, yine iddianamenin bir başka sayfasında bu kez de arkadaşlarımızın ‘dışarıya verilen mesaj ile ters orantılı bir şekilde zaruri ihtiyaçlara yönelik bir hayat sürdükleri’ iddiasıyla kendi kendine çürütülmüştür. Ancak, bu iddiayla da ‘arkadaşlarımızın mütevazi bir yaşam şekli sürdürdüğü ve bunun da suç olduğu’ gibi akıl ve mantık dışı bir sonuca varılmıştır.
- Arkadaşlarımızın tümüyle meşru ve legal şirketleri, iş yerleri, sözde ‘örgüt şirketleri ve kara para aklama merkezleri’ olarak lanse edilmek istenmiştir.
- Tüm ticari işlerimiz, şirketlerimiz, hatta hiçbir kâr amacı dahi gütmeden yayın yapan televizyon kanalı ve İslami eserleri basıp dağıtan yayınevi dahi ‘kara para aklama’ gibi hiçbir hukuki temeli olmayan suç isnatlarıyla karşılaşmıştır.
- Sevdiğimiz dostlarımız, yakın arkadaş ve aile çevremiz içerisinde Kuran ahlakının bir gereği olarak yapmış olduğumuz hayır işleri, iyilik ve yardımlaşmalar sözde ‘örgüte para aktarma’, ‘mali sömürü’ gibi mesnetsiz yorumlamalarla suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
- Yakınları vefat eden her vatandaşımız gibi, arkadaşlarımızın da kendilerine kalan ve istedikleri gibi kullanmakta özgür oldukları miraslarını nereye harcadıkları konusu bile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşlarına yönelik ‘örgütsel bir suç isnadı’ olarak karşılarına çıkartılmış, mahkemede kendilerine ailelerinden kalan mirası nasıl ve nereye harcadıkları sorgulanmıştır.
- Dava dosyasında bazı camia mensuplarının, pek çok Türk vatandaşımız gibi ortak gayrı menkuller almaları, hisseli olarak ev ya da araba sahibi olmaları gibi tamamen yasal ve meşru hakları dahi, sözde ‘örgütsel eylem’ kapsamına sokulmaya çalışılmış ve suç gibi gösterilmek istenmiştir. Arkadaşlarımızın çalışarak kazanıp aldıkları bu ortak mülkler de sözde ‘örgüt malı’ olarak değerlendirilmiştir. Oysa ki, CAMİAMIZDA TEK BAŞINA MAL MÜLK, ARABA VE ŞİRKET SAHİBİ OLAN ÇOK SAYIDA ARKADAŞIMIZ VARDIR. Ancak, ortaya atılan saçma iddiayı çürüteceği için dava dosyasında bunlara yer verilmemiş, özel olarak aleyhte suni bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır.
- Sayın Adnan Oktar’a ve arkadaşlarımıza sevgimizi ifade eden samimi iltifatlarımız tek tek sorgulanmış, iddianameye eklenmiş ve ‘örgüt liderini ve suçluyu övme’ gibi hayali bir suçlamlara dönüştürülmeye çalışılmıştır.
- Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşları arasında yaş farkı olması, örneğin 25 yaşındaki biriyle 40 yaşındaki birinin samimi arkadaş olması, birlikte zaman geçirip, aynı evde kalmaları, ‘hayatın olağan akışına aykırı' olduğu gibi saçma bir iddiayla’ sözde ‘hiyerarşik yapıya delil’ olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
- Bazı arkadaşlarımıza, sırf yaşları diğerlerinden biraz daha büyük olduğu bahanesiyle ‘örgüt yöneticisi veya ev sorumlusu olduğu’, 'evdeki diğer (sözde) örgüt üyelerine liderlik ettiği’ yakıştırması yapılmıştır.
- Arkadaşlarımızın düzenledikleri davetler, organizasyonlar, yemekler, iftarlar ve çeşitli sosyal etkinlikler sözde ‘örgüt propagandası’ olarak yansıtılmaya çalışılmıştır.
- Tüm Türkiye’nin gözleri önünde gerçekleştirilmiş olup, devletin her kademesinden değerli siyasetçilerin, akademisyenlerin, basın mensuplarının, sanatçıların, iş dünyasından önde gelen tanınmış insanların katılımıyla gerçekleştirilmiş vakıf faaliyetleri, konferans, iftar, yemek gibi etkinliklerin davetiyeleri, TV programlarının tanıtımları adeta birer örgüt faaliyeti ve suç belgeleriymiş gibi iddianameye eklenmiştir.
- Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’de yaptığı sohbet yayınlarının RTÜK talep ettiği için tutulan arşivine el konularak bu olay basına, sözde 'şantaj kasetleri arşivi' adı altında sızdırılmış ve kumpasçı basında “Adnan Oktar’ın dijital şantaj arşivi ele geçirildi” şeklindeki İFTİRA İÇERİKLİ MANŞETLERLE haber yapılmıştır.
- RTÜK’ün kontrolündeki lisanslı bir televizyon kanalından yapılan tüm legal ve içeriğinde tek bir suç unsuru bulunmayan televizyon yayınları da adeta ‘suç örgütü doküman arşivi' gibi yansıtılmaya çalışılmıştır. İçlerinde A9 TV yayınlarının kayıtları bulunan bir kamyon dolusu, 2 bin 500 adet sabit disk , sözde ‘örgütün şantaj kayıtları' şeklinde çok büyük bir yalanla servis edilmiştir. Gerçekte ise dava dosyasında şantaj iftirasını destekleyecek TEK BİR KASET YA DA BAŞKA HERHANGİ BİR SOMUT DELİL YOKTUR.
- Oy kullanmak veya kullanmamak hakkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarına tanıdığı kendi inisiyatiflerindeki bir hak iken, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu meşru hakkı kullanıp kullanmamış olmaları dahi, ortada hiçbir ortak oy kullanma-kullanmama davranışı olmamasına rağmen ‘örgütsel bir tavır’ olarak tanımlanmıştır.
- Ülkemizin, devletimizin çıkar ve faydasına yönelik görüşmeler düzenlenmesi, iyi ve yapıcı ilişkiler kurulması amacıyla yurt dışından davet edilip A9 TV kanalına çıkartılan ve tüm Türkiye’nin canlı yayında tüm detaylarıyla tüm konuşmalarına şahit oldukları yabancı misafirler, akıl dışı ithamlarla ‘gizli istihbarat faaliyeti’ ve ‘uluslararası casusluk’ gibi hiçbir dayanağı olmayan art niyetli uydurma ithamlara gerekçe gösterilmiştir.
- Sayın Adnan Oktar’ın kitapları, siteleri ve belgesellerinin başka dillere çevirilmesi güya ‘örgüt propagandası’ ve ‘örgütün yurt dışı faaliyetleri’ gibi uydurma suçlar kapsamlarına sokulmuştur.
- Camiamız mensuplarının yurt dışındaki arkadaşları ile yaptıkları sıradan telefon konuşmaları, ortada hiçbir suç, ya da suç delili bulunmamasına rağmen zorlama yorumlarla çarpıtılarak sözde ‘ajanlık ve istihbarat faaliyetleri’ olarak yorumlanmıştır.
- Yurt dışıyla ticaret yapıp ülkemize döviz kazandıran iş adamı arkadaşlarımızın yaptıkları tümüyle legal ticari faaliyetler, tamamen mesnetsiz bir biçimde sözde ‘örgütün yurtdışı yapılanması’ olarak gösterilmiştir.
- Devletin halen görevde olan üst düzey bürokratları ve siyasileri ile görüşülmesi, onların ricası ile ülkemizin tanıtımı için yapılan çalışmalar, sözde ‘örgüt propagandası’ olarak yaftalanmıştır.
- Bazı arkadaşlarımıza devletin, usulüne ve kanuna uygun şekilde verdiği, hiçbir olaya karışmamış, tek bir vukuatı olmayan ruhsatlı silahlar ‘suç unsuru’ olarak değerlendirilmiş ve bu hukuksuz yaklaşım dayanak alınarak camiamıza ‘silahlı suç örgütü’ suçlaması yapılmıştır.
- Türkiye’de akademik kariyer hedefleyen pek çok kişiden farksız olarak, birçok arkadaşımızın üniversite bitirip yüksek lisans veya doktora yapmaları veya ikinci bir üniversite bitirmiş olmaları, sözde ‘askerliğin ertelenmesi için yapılan örgütsel bir tutum olduğu’ şeklindeki akla ziyan iddia ile suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
- Diğer binlerce vatandaşımız gibi, kimi arkadaşlarımızın da legal haklarını kullanarak ‘bedelli askerlikten yararlanmış olmaları', büyük bir art niyetle çarpıtılarak bunun sözde ‘örgütsel talimatla yapıldığı’ iddia edilmiştir.
- Arkadaşlarımız arasında çok sayıda üniversite, yüksek lisans ve doktora mezunu hatta iki- üç üniversite mezunu kimseler olduğu gibi, az sayıda da üniversitenin belirli bir yılından sonra çeşitli kişisel nedenlerle okuluna devam etmemiş kişiler de vardır. Bu da son derece normal bir durumdur. Bugün sokaktan herhangi 100 kişiyi seçseniz, eğitim durumlarını sorsanız, yine benzer bir tabloyla karşılaşabilirsiniz. Ancak, muhtelif sebeplerle okullarını bırakan bu kişilerin sözde ‘örgüt liderinin talimatıyla okullarını bıraktıkları’, dolayısıyla da ‘eğitim haklarının engellendiği’ iddia edilmiştir.
- Günlük hayatımızın en doğal parçası olan ve en sıradan olaylardan bahsettiğimiz normal telefon konuşmalarımız dahi, geniş bir hayal gücü ile yorumlanarak ‘şifreli örgütsel konuşmalar’ olduğu iddia edilmiştir.
- Arkadaşlarımızın ‘dostlarıyla telefon konuşmalarının sayılarının az veya çok olması’ bile çeşitli hayali ithamlara gerekçe yapılmaya çalışılmıştır. Örneğin bir kişinin tüm aile bireylerinin yanı sıra, eşiyle yaptığı telefon konuşmalarının sayısı, bir başka arkadaşıyla yaptığı telefon konuşması sayısından az ise, bu sözde ‘sahte evliliğin bir delili’ olarak ele alınmıştır.
- Dosyada adı geçen arkadaşlarımızın kullandıkları telefonların çok büyük bölümü kendi isimleri üzerine kayıtlıyken, birkaç arkadaşımızın telefonlarının annesi, babası, yakınları veya şirketleri üzerine kayıtlı olmasından son derece art niyetli ve gerçek dışı bir genellemeye gidilerek 'arkadaşlarımızın hiçbirinin kendi adlarına kayıtlı telefonlar kullanmadıkları' ve bunun da güya ‘örgütsel bir tutum olduğu’ ithamı yapılmıştır.
- Bir telefon konuşmasında veya bir mesaj içeriğinde sorulan bir soruya, -Türkiye’deki milyonlarca insanın hemen her saniye kullandığı ve en çok tekrarladığı kelimeleri söyleyerek- ‘Evet’ denmesi de ‘Hayır’ denmesi de, ‘Tamam’ denmesi de, çarpık ve hayali mantıklarla ‘örgütsel saik’ suçlamasına dahil edilmiştir. Ve bu konuşmalar güya ‘emir-talimatlar verildiğine’ ve sözde ‘örgütsel hiyerarşinin varlığına’ delil olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Birbirinin tamamen zıttı olan her iki kelimeyi kullanmanın da örgütsel saik olarak kabul edildiği bu akıl ve mantık dışı bakış açısının hukukta elbette ki hiçbir yeri yoktur.
- Birtakım hayali tahmin ve varsayımlardan yola çıkarak, camiamızdaki tüm arkadaşlarımızın meşru ve legal evliliklerinin, güya ‘sahte evlilikler’ olduğu, bu kişilerin güya ‘talimatla evlendikleri, talimatla boşandıkları’ iddia edilmiştir ve bu hayali iddialar da dava dosyasında ‘Türk aile yapısını bozma’ gibi hukukta hiçbir yeri bulunmayan uydurma bir suçlamaya gerekçe gösterilmiştir.
- Dava dosyasında bu evliliklerin asıl amaçlarından birinin güya ‘taraflardan birine kalan mirası alabilmek' olduğu iddia edilmiştir. Oysa ki arkadaşlarımız arasında evli olup da hem kendilerinin hem de ailelerinin hiç malı mülkü olmayan, zengin olmayan, çok fakir aileler de vardır. Ya da çok zengin olup evli olmayanlar da vardır. Ancak, davamızda yargılananlara yalnızca suç atabilmek amacıyla yaklaşıldığı için, ortaya atılan tüm saçma, mantıksız ve hukuksuz suçlamaları kökten çürüten gerçekler, karşı-deliller, savunma mantıkları hiçbir biçimde dinlenmemiş, dikkate alınmamış, kayda geçmemiş, değerlendirilmemiştir.
- Bazı hanım arkadaşlarımızın Sayın Adnan Oktar’a duydukları sevgi ve saygıları dolayısıyla ettikleri dostça iltifatlar, güya ‘evliliklerinin sahte olduğuna’ delilmiş gibi dava dosyasına eklenmiştir.
- Hem evli oldukları halde çocukları olmayanlar; hem de evli oldukları için çocuk sahibi olanlar bu davranışlarından dolayı ‘örgütsel talimatla ve örgütsel saikle hareket etmekle’ suçlanmışlardır. Çocuk sahibi olmak da olmamak da hiçbir hukuki kural ve ölçü gözetilmeksizin, akla, mantığa ve izana aykırı biçimde tümüyle keyfi ve maksatlı bir bakış açısıyla 'örgütsel tutum' olarak değerlendirilmiştir.
- Arkadaşlarımızın takip ettiği moda trendleri, beğendikleri ve uyguladıkları makyaj, saç, kaş stilleri, dövme yaptırmaları dahi ‘talimatla ve zorla yaptırılan’ bir çeşit ‘şiddet ve baskı uygulama yöntemi’ olarak akıl, mantık ve hukuk dışı bir suçlamaya konu edilmiştir.
- Kendisiyle birlikte vakit geçirmekten büyük zevk almaları nedeniyle arkadaşlarının zaman zaman Sayın Adnan Oktar ile birlikte dışarı çıkmaları, AVM'lere, çeşitli sosyal mekanlara, yemeklere, davetlere, etkinliklere gitmeleri, sözde ‘örgüt korumalığı’ şeklinde yine hayali bir suç kavramına dönüştürülmek istenmiştir. Art niyetli ve suç üretme azmiyle yaklaşan bir bakış açısıyla, arkadaş grubu içindeki samimi bir sevgi ve dostluk ortamına, sözde örgütsel bir yapı havası verilmeye çalışılmıştır.
- Hasta olan arkadaşına refakat edip hastaneye, doktora götüren kişi hakkında güya ‘örgüt üyelerinin sokağa çıktıklarında örgütten kaçmalarını engellemek için gardiyanlık yaptığı’ şeklinde akıllara durgunluk veren bir ithamda bulunulmuştur. Bu kadar güzel, iyi niyetli ve örnek bir tavırdan dahi, bu kadar art niyetli çıkarımlar yapılarak suni suçlar üretilmeye çalışılıyor olması, camiamız hakkında ortaya atılan tüm iftiraların nasıl bir kumpas çalışmasının ürünü olduğunun en belirgin örneklerindendir.
- Arkadaşlarımızın AVM’lere gitmeleri bile, yine suni suç üretme amacıyla, güya ‘örgüte yeni kızlar bulup getirme faaliyeti’ gibi uydurma bir tanım altında dava dosyasındaki hayali örgütsel suçlar arasına eklenmiştir.
- Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşlarının sosyal medyadan kendilerine hakaret eden kişilere karşı hukuki ve anayasal haklarını kullanarak dava açmaları, dosyaya ‘örgüte muhalif kişileri yıldırma faaliyeti’ olarak geçmiştir.
- Sayın Adnan Oktar’ın hanım arkadaşlarının, din özgürlüğü kapsamında ve tamamen kendi vicdani tercihleri doğrultusunda örtünmeleri tümüyle mesnetsiz bir biçimde ‘örgütsel amaçlı takiye’ olarak değerlendirilmiştir.
- Bir kişinin yemek yapması, bir kişinin alışveriş yapması, bir kişinin evini temizleyip toplaması, bir kişinin arabayı otoparka park etmesi, bir kişinin bir arkadaşını arabasıyla evine bırakması, bir kişinin A9 TV televizyonu programına katılacak misafirlerle ilgilenmesi gibi günlük hayata dair en doğal davranışlar dahi akıl almaz bir zihniyet içinde, sözde ‘örgütsel görev dağılımı’ olarak tanımlanmıştır.
- Tutuklanan ve yargılanan arkadaşlarımızın kendilerini savunmaları için anlaştıkları avukatlar, ‘örgüt avukatı’ olmakla itham edilmişler, en temel anayasal savunma hakları bile ellerinden alınmaya çalışılmıştır.
- Cezaevinde tutuklu olan ve orada ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi imkanları olmayan onlarca yıllık arkadaşlarına yardım ve destek amacıyla hesaplarına cüzi miktarda para yatıranlar, sözde ‘örgüte yardım etme’ suçlamasıyla haksız ve hukuksuz olarak tutuklanıp cezaevine konmuşlardır.
- Sayın Adnan Oktar’ın cezaevinden arkadaşlarına yazdığı mektuplardaki sevgi dolu, sempatik, kalbi hoş etmeye yönelik çizimler dahi büyük bir art niyetle sözde ‘örgütsel baskı tekniği’ olarak değerlendirilmiştir.
- Tutuklu arkadaşlarımızın yasal haklarını kullanarak cezaevlerinden birbirleriyle mektuplaşmaları sözde ‘örgüt içi haberleşme’ gibi gösterilerek engellenmeye çalışılmıştır.
- Yine Sayın Adnan Oktar ve diğer tutuklu arkadaşlarımızın birbirlerine yazdıkları mektuplarda Kuran ayetlerine dayalı imani tefekkürlerini paylaşmaları güya ‘örgüt liderinin ve üyelerinin birbirlerine moral ve motivasyon sağladığı’ gibi akıl almaz bir yorumla değerlendirilerek mektupların yollanması engellenmiştir.
- Arkadaşlarımızın cezaevlerinde üzerinde kedi deseni olan herhangi bir kıyafet giymeleri, cezaevi duvarına kedi fotoğrafları asmaları, üzerinde kedi resmi olan bir defter, kalem kullanmaları dahi sözde ‘örgütsel propaganda’ sayılmıştır. Bu giysileri giymeleri ve bu eşyaları kullanmaları tamamen yasaklanmış, koğuş aramaları sırasında panolardaki kedi resimleri gardiyanlar tarafından toplanmıştır.
- Tutuklu arkadaşlarımızın cezaevi gibi zorlu bir ortamda birbirlerine destek olup birbirlerini motive etmeleri, moral vermeleri, birbirlerine Allah’ı, Kuran ayetlerini hatırlatmaları, ayetin ifadesiyle birbirlerine "hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri" (Asr Suresi, 3) ‘itirafçı ve etkin pişman olmamaları için sözde tutuklu örgüt üyelerine baskı yapmaları’ şeklinde anormal bir yorumla yorumlanmıştır.
‘En doğal, en normal ve en meşru tavırlardan nasıl bir suç üretilebilir’ şeklindeki önyargılı, art niyetli, hastalıklı ve sevgisiz bakış açısı ortadan kaldırılırsa güzel ahlaklarıyla, tertemiz ve şerefli hayatlarıyla herkese örnek teşkil eden ARKADAŞ CAMİAMIZIN HAYATINDA TEK BİR SUÇA KARIŞMIŞ OLMA İHTİMALİ BİLE OLMADIĞI, OLAMAYACAĞI VE BÖYLE HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜNÜN VARLIĞINDAN DA ASLA BAHSEDİLEMEYECEĞİ açıkça görülecektir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.