Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandığı davada, temel suç isnatlarından biri cinsel saldırı ve taciz iddiasıdır. Gerek iddianamede gerekse de basında, asılsız, hiçbir delili olmayan, tamamen müşteki beyanlarına dayalı hayali cinsel suç iddiaları sıkça yer almaktadır.
Ne var ki bu iddiaların tamamı gerçek dışıdır. Dava dosyasında güya cinsel saldırıya uğradığını iddia eden kadınlar, gerçekte hiçbir zaman ne bir cinsel saldırıya ne de istismara uğramamıştır. Ancak, kendilerine yapılan ağır baskı ve tehditler sonucunda, kimisi dosyada şüpheli konumuna düşmemek için operasyon öncesinde, kimisi de operasyon sonrasında tutuklu bulunduğu zorlu cezaevi koşullarından kurtulabilmek kaygısıyla DOĞRU OLMAYAN BEYANLAR VERMEK, ASILSIZ HAYALİ İTHAMLARDA BULUNMAK ZORUNDA BIRAKILMIŞLARDIR.
Şu çok önemli bir noktadır: Bu hanımların zor ve baskı altında verdikleri gerçek dışı iddiaları destekleyen TEK BİR SOMUT DELİL VEYA GÖRGÜ TANIĞI BULUNMAMAKTADIR. Bu iddialar sadece bu kişilerin soyut ve dayanaksız beyanlarına dayanmaktadır.
Sırf bu asılsız ve delilsiz beyanlar gerekçe gösterilerek, arkadaşlarımız hiçbir suçları olmadığı halde 20 aydır haksız ve hukuksuz bir biçimde cezaevinde tutulmaktadır. Bu durum hukuka aykırı olmakla birlikte, asıl önemlisi Kur’an’a uygun değildir.
Allah Kur’an’da, zanla ve tahminle davranılmamasını, mutlaka şahit getirilmesi gerektiğini, aksi bir davranışın, yani bir yalana hemen inanarak ona göre hüküm vermenin bir zülüm olacağını Nur Suresi’nde şöyle bildirmektedir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır.
Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi?
ONA KARŞI DÖRT ŞAHİTLE GELMELERİ GEREKMEZ MİYDİ? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. (Nur Suresi, 11-13)
Allah, şahit getirmeden, sadece zan ve duyum üzerine bir başka Müslümana suç isnat edilmesini, iftira atılmasını, Allah’ın azabını hak eden bir suç olarak Kur’an’da bildirmektedir.
Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç) tür.
Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?
Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir. (Nur Suresi, 14-17)
Kur’an’ı Kerim’de Hz. Yusuf’un hayatından, müminlerin olayları nasıl adaletli olarak değerlendirmeleri gerektiğine dair çok önemli detaylar verilmektedir. Yusuf Suresinin sonunda, 111. ayette ise Allah Hz. Yusuf’un hayatından dersler çıkarmamız gerektiğini bildirmektedir.
“Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır…”
Hz. Yusuf kıssasından alınması gereken en önemli derslerden biri, bir suç işlendiğinde, kimin suç işlediğinin belirlenmesi için delillere bakılması gerektiğidir. Yalnızca suç isnadını yapan kişinin beyanlarıyla hareket edilmesi, çok büyük zulümlere yol açabilir. Nitekim, Hz. Yusuf da böyle bir zulümle karşılaşmıştır.
Hz. Yusuf’un hayatından aktarılan en önemli konulardan biri, yanında kaldığı vezirin karısının kendisiyle birlikte olmak istemesi, Hz. Yusuf’un Allah korkusuyla kadını geri çevirmesidir. Bu teklif karşısında Hz. Yusuf, günaha girmekten sakınmak için odadan çıkmak istemiştir. Hz. Yusuf'u durdurmak için peşinden koşan Vezir'in karısı da kendisini yakalamak isterken arkasından gömleğine atılıp yırtmıştır.
Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 25)
Ayette anlatıldığı gibi, kadın suçlu olmasına rağmen, eşiyle karşılaşınca kendini kurtarmak için hemen YALAN SÖYLEYEREK suçu Hz. Yusuf’a atmıştır. Genelde her toplumda, cinsel saldırı, cinsel taciz suçlamalarında, delil gözetmeksizin peşin hükümle kadını mağdur erkeği ise suçlu ilan etme eğilimi bulunmaktadır. Gerçekten de çoğu olayda durum böyle olmakla birlikte bu kesin bir kural değildir, Hz. Yusuf’un durumunda olduğu gibi pek çok istisna da vardır.
Böyle bir durumla karşılaşıldığında, karar vericilerin, yani adalet mekanizmalarının, ön yargılarla, duygusal kalıplarla, kabul edilmiş algı ve alışkanlıklarla değil, delillerle karar vermesi son derece önemlidir. Hem çağdaş hukukun, hem de Kur’an-ı Kerim'in hükümleri bunu gerektirmektedir.
Hz. Yusuf’un karşılaştığı olayda, ADALETLİ bir kişinin görüşüne başvurulmuştur. Bu adil kişinin olayı delilere göre değerlendirilmesi üzerine çıkan sonuçta ise, gerçekte Hz. Yusuf'un doğruyu söylediği ve masum olduğu, kadının ise yalan söylediği ve suçlu olduğu ortaya çıkmıştır:
(Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi." Kadının yakınlarından bir şahid şahitlik etti: "Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir. Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir."
Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi. (Yusuf Suresi, 26-28)
AYETTE DE GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ BU ADİL KİŞİ DELİLE GÖRE KARAR VERMEKTEDİR. Delil ise çok açık olarak Hz. Yusuf’un masumiyetini göstermektedir.
Son senelerde ülkemizde, çeşitli nedenlerle cinsel taciz ya da saldırı iftiralarına uğrayan pek çok mazlum vatandaşımızın, CEZAEVİNE KONULDUKTAN YILLAR SONRA SUÇSUZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKARAK serbest bırakıldığına şahit olmaktayız. Yine aynı türden iftiralara uğrayan çok sayıda suçsuz vatandaşımız ALEYHLERİNDE HİÇBİR SOMUT DELİL OLMADIĞI HALDE, SIRF HUSUMETLİ BİR MÜŞTEKİNİN BEYANINA DAYANILARAK TUTUKLANMIŞ ve yıllardır cezaevlerinde haklarında adaletin tecelli etmesini beklemektedir.
Elbette ki kadınlara yönelik cinsel taciz ve saldırı suçları, her türlü şüpheden arınmış, somut delillerle ispat edilmişse, kanun ve hukuk çerçevesinde en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Ancak, madalyonun diğer yüzü de cinsel taciz ve saldırı suçlamalarının, özellikle son yıllarda bazı art niyetli insanlar tarafından çok fazla suistimal aracı haline getirilmiş olmasıdır. KİN, ÖFKE, İNTİKAM, KISKANÇLIK, DUYGUSAL NEDENLER, BASKI-TEHDİT-ŞANTAJ UNSURU OLARAK KULLANMAK YA DA MADDİ ÇIKAR ELDE ETMEK AMACIYLA CİNSEL İSTİSMAR İFTİRASINA ÇOK SIK BAŞVURULDUĞU GÖRÜLMEKTEDİR.
Nitekim, bu konuda son yıllardaki istatistikler dehşet vericidir. Bir kaynakta aktarılan şu önemli bilgiler ve sonucunda yapılan değerlendirme cinsel istismar iddiaları hakkındaki klasik önyargıları tekrar gözden geçirmenin zorunlu olduğunu göstermektedir:
"Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 15.03.2018 tarihli açıklamasına göre ihmal, istismar ve şiddet vakaları için hizmet veren acil hizmet hattı 183′e son aylarda cinsel istismar telefonları yağmış.
183’e her gün gelen 4000 bini aşkın aramadan 1000'i ÇOCUK İSTİSMARI ile ilgiliymişve 1000 CİNSEL İSTİSMAR İHBARINDAN 15'İ GERÇEKTEN İSTİSMARMIŞ, geriye kalan 985 ihbar gerçek değilmiş yani İFTİRAYMIŞ.
Günde 985 iftira, ayda 29 bin 550 iftira, SENEDE 354 BİN 600 ERKEK BU YIL CİNSEL İSTİSMAR İFTİRASINA MARUZ KALACAK DEMEKTİR EN HAFİFİNDEN. Bu sayı çocuk istismarı iftiraları için geçerli. Bir de yetişkin kadınların iftiraları var. O dört binin kalanı en az bin tanesi de yetişkin kadınların "CİNSEL İSTİSMARA UĞRADIM” İFTİRASI İSE YILDA 1.000.000’A YAKIN ERKEK BU YIL CİNSEL İSTİSMAR İFTİRASI ALTINDA KALACAK."
Görüldüğü gibi cinsel istismar iftiralarıyla ilgili tablo gerçekten ürkütücüdür.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandıkları davada, yapılan suçlamalara dair ne bir delil getirilmekte ne de bir şahit gösterilmektedir. Aynı, Hz. Yusuf’a iftira atan kadının durumunda olduğu gibi, sadece bazı kadınların iftiraları söz konusudur. Hiçbir cinsel taciz veya tecavüz iftirası için, tek bir delil dahi sunulmamıştır.
Bilakis deliller, arkadaşlarımızın suçsuz olduklarını, hiçbir taciz veya tecavüz olayının yaşanmadığını göstermektedir. Burada da yine Hz. Yusuf’un yaşadıkları tekerrür etmektedir.
Vezirin karısı, suçlu olduğu kanıtlanmasına rağmen, Hz. Yusuf’u şöyle tehdit etmektedir:
Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. VE ANDOLSUN, EĞER O KENDİSİNE EMRETTİĞİMİ YAPMAYACAK OLURSA, MUTLAKA ZİNDANA ATILACAK VE ELBETTE KÜÇÜK DÜŞÜRÜLENLERDEN OLACAK." (Yusuf Suresi, 32)
Arkadaşlarımıza da, tutuklanma öncesi ve sonrasında husumetli müştekiler, bu kişilerin bazı avukatları tarafından kendilerine yapılan baskı ve tehditleri kabul etmedikleri için şu anda hapistedirler.
Yirmi aydır cezaevinde bulunan arkadaşlarımızın hiçbir suçu bulunmamaktadır. Kendilerine atılan iftiraların tek bir delili olmadığı gibi, hiç kimse bir şahit de getirmemiştir.
Tertemiz, masum, namaz kılan, hayatını Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmaya adamış, gencecik Müslüman kadınları, Müslüman erkekleri, delilsiz, şahitsiz olarak suçlayarak tutuklamak, cezaevinde zor koşullarda tutmak, Kur’an’a, vicdana ve hukuka aykırıdır, ciddi bir zulümdür. Kur’an’daki bu ayetler ibret almamız, uymamız, düşünmemiz için Allah’tan bir uyarıdır.