Uzun yıllar boyunca Türk siyaset hayatının önemli bir figürü olmuş ve ülke yönetiminin en üst kademlerinde önemli görevlerde bulunmuş, deneyimi, bilgisi, görgüsü, dürüstlüğü ve açık sözlülüğü sebebiyle farklı iktidar dönemlerinde dahi siyasette ve devlet görevlerinde yer almış bir ağabeyimizin, camiamız hakkındaki iftira ve karalama kampanyalarının etkisine kapılarak hakkımızda olumsuz bazı düşünceler beslediğini duymaktayız.
Değerli bir siyaset insanı olan ağabeyimizin düşünce ve eleştirilerine saygı duymakla birlikte, mümin kardeşleri olarak kendisine bazı konularda açıklama yapmayı Kuran ahlakının bir gereği olarak görmekteyiz.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamız hakkında uzun yıllardan bu yana bitmek tükenmek bilmez bir şekilde medya gündemine getirilen ve sayın büyüğümüz tarafından da dillendirilen, “Şantaj Kasetleri veya Yasa Dışı Dinleme” iddiası aslında, “Haliç'in tabanı altın doluymuş” veya “Mars’ta su bulunmuş ama açıklanmıyormuş” şeklindeki şehir efsanelerinden farklı bir iddia değildir.
Açık bir iftira olan bu iddia, uzun yıllardan bu yana camiamızı karalayıp aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı ve infial oluşturmak, devlet ve emniyet görevlilerini yanlış yönlendirmek, hükümet yetkilileri ve siyasiler ile aramızı açıp bozmak gibi kirli ve art niyetli girişimlere malzeme yapılmak amacıyla yaklaşık 30 yıldan bu yana çeşitli dönemlerde ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmektedir.
GERÇEKTE İSE ORTADA NE TEK BİR ŞANTAJ KASETİ NE DE TEK BİR KARE ŞANTAJ KAYDI YA DA GÖRÜNTÜSÜ YOKTUR. Gerek 1999 gerekse 2018 senesinde camiamıza yönelik düzenlenen operasyonların her ikisinde de bu tür bir kaset ya da görüntüye veya dinleme kaydına rastlanılmamıştır.
Buna karşın, halihazırdaki dava dosyasında izinsiz ses kaydı yapıldığına ilişkin öne sürülen tek bir örnek, bir hanım arkadaşımızın telefonundan çıktığı iddia edilen bir telefon kaydıdır. Dosyada yer alan dijital materyaller hukuk dışı deliller olduğundan bunları hiçbir şekilde kabul etmemekle birlikte, bir an için böyle bir kaydın varlığı kabul edilse dahi herhangi bir suç unsuru içermediği de açıkça görülmektedir.
Kaydedilen konuşmaların içeriğinde tehdit veya şantaj amaçlı kullanılabilecek herhangi bir yasa dışı konuşmaya rastlanılmamıştır. Konuşma içeriği genel itibariyle “2018 seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ı ve mevcut AK Parti hükümetini desteklemenin önemi” konularının konuşulduğu bir kahve sohbetinden ibarettir. Zaten görüşmenin tarafı olan diğer kişiler de verdikleri ifadelerde görüşme içeriğini doğrulamış ortada yasa dışı veya suç içeren herhangi bir konuşma olmadığını, aksine hükümeti koruyan ve destekleyen bir konuşma ve görüşme olduğunu ifade etmişlerdir.
Yani, velev ki böyle bir kaydın varlığı kabul edilse dahi söz konusu kaydın suç işlemek ya da şantajda bulunmak amacıyla değil iyi niyetle, not almak amaçlı yapılmış olabileceğini göstermektedir. Birçok röportaj ve basın toplantısında olduğu gibi ileride hazırlanacak bir yazı ya da haber için hatırlatıcı olması amacıyla kaydedilmiş münferit bir olay olabilir. Yani iddia edilen olayın faili tek bir kişidir ve bu kayıt dolayısıyla da kendisi zaten yargılanmaktadır.
Dolayısıyla, bu münferit olayın suç olduğu düşünülse bile, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi gereğince TEK BİR KİŞİNİN TEK BİR HATASI ÜZERİNDEN KOSKOCA BİR CAMİAYI SUÇLAMAYA ÇALIŞMAK, ALENEN HUKUKA AYKIRI BİR HAREKETTİR.
Nasıl ki Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girmiş bir PKK'lı sebebiyle tüm milletvekillerinin bundan sorumlu tutulup suçlanmaları mümkün değilse, benzer şekilde tek bir kişinin hatası sebebiyle konudan habersiz koskoca bir camianın sorumlu tutulup cezalandırılmaya çalışılması da hukuken mümkün değildir.
Özetle, şehir efsanesinden öteye gitmeyen şantaj kasetleri veya yasa dışı dinleme ve kayıt iftiraları sayesinde yapılmaya çalışılan ise işte tam da budur.
Kıymetli büyüğümüzün “bazı şeylerin illaki hukukta suç olması gerekmez, bizim bazı değerlerimiz var, örf diye de bir şey var” şeklindeki ifadelerinin, kendisinin samimiyetinden kaynaklandığını bilmekle birlikte, böyle bir bakış açısının günümüzün çağdaş ve demokratik hukuk devletlerinde yeri bulunmadığını da hatırlatmak isteriz.
Örf ve gelenekler bir toplum için elbette önemli değerlerdir. Bunların muhafazası da toplumların birliği ve gelişimi için gereklidir. Ancak, toplumun farklı inanç gruplarına veya sosyal kesimlerine göre değişen değerleri esas alarak bir insanı “suçlu” ilan edip, özgürlüğünü elinden almak, hatta 10 bin yıl hapse mahkum etmek kabul edilebilir değildir.
Çünkü böyle bir bakış açısı, herkesin her konuyu kendi düşünce, inanç veya örf ya da adetlerine göre değerlendirmesine sebep olacaktır ki bu durumda karşımıza “kime göre veya neye göre uygun ya da uygun değil?” sorusu çıkacaktır. Bu ise vatandaşların inanç ve yaşam tarzlarına karışılmasına ve bunların sorgulanıp yargılanmasına kadar gidebilecek toplum adına oldukça tehlikeli bir yoldur.
Bu sebeple, vatandaşlarımızın inanç, düşünce ve ifade özgürlükleri Anayasa ile koruma altına alınmıştır. Kanun koyucu “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” olarak belirtilen “kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil sebebiyle hiç kimsenin cezalandırılamayacağı” ifadesini açık ve net şekilde yasalarımızda belirtmişlerdir.
Bu sebeple, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın hiçbir suç işlememiş olmalarına rağmen, sırf toplumun bir kesiminin benimsediği örf, adet ya da geleneklerden farklı fikirleri savunmaları veya onlardan farklı bir yaşam tarzı benimsemiş olmaları sebebiyle hapsedilip yargılanmaları ve on binlerce yıllık haksız ve hukuksuz mahkumiyet cezalarına çarptırılmaları da açık şekilde hakka ve hukuka aykırı bir durumdur. Dindar genç kadınların, vatansever devlete sadık delikanlıların, “bizim gibi davranmadın”, “bizim gibi inanmadın”, “bizim gibi yaşamadın” denilerek küflü köhne cezaevi hücrelerinde ölüme terk edilmesi vicdanen asla açıklanamayacak bir durumdur.
Kaldı ki Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın maruz bırakıldıkları haksız ve hukuksuz uygulamaların görmezden gelinip tarihte benzeri görülmemiş on binlerce yıllık anormal mahkumiyet kararlarına göz yumuluyor olmasının, toplumun bir kesiminin benimsediği dini hassasiyetlere olan bağlılıktan kaynaklandığını iddia etmek de samimi bir yaklaşım değildir.
Çünkü Kuran'a göre bir Müslümana zina ithamında bulunabilmek için 4 adil şahit getirilmesi şart koşulmakta, bunun aksi ise iftiracılık olarak nitelendirilmektedir.
Bilindiği üzere, Yüce Allah, Kuran’da bir Müslümana “zina iftirasında” bulunulduğunda diğer Müslümanların “Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür” diyerek hüsnü zanla yaklaşmalarını emretmiştir. Bir kimseye karşı, zina isnadında bulunanların ise “DÖRT ŞAHİTLE GELMELERİ GEREKTİĞİNİ” Nur Suresi'ndeki ayetlerde şöyle bildirmiştir:
Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: “BU, AÇIKÇA UYDURULMUŞ İFTİRA BİR SÖZDÜR” demeleri gerekmez miydi?”
Ona karşı DÖRT ŞAHİTLE gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir.
Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
O durumda SİZ ONU (İFTİRAYI) DİLLERİNİZLE AKTARDINIZ VE HAKKINDA BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEYİ AĞIZLARINIZLA SÖYLEDİNİZ VE BUNU KOLAY SANDINIZ; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür.
Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, BÜYÜK BİR İFTİRADIR" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12-16)
Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yargılandıkları dava dosyasına bakıldığında ise;
‼️ Taciz veya tecavüz ithamında bulunan müfterilerin, bugüne değin bu ithamlarını ispat edecek tek bir adli tıp raporu ya da tek bir somut delil, bulgu veya şahit ortaya koyamadıkları,
‼️ Operasyon gününe kadar yıllar boyunca müştekilerden hiçbirinin hiçbir resmi makama, taciz veya tecavüze uğradığına dair bir şikayet başvurusunda bulunmadığı gibi en yakınlarına dahi bu tür (hayali) bir olaydan bahsetmemiş oldukları,
‼️ Arkadaşlarımızın yaşadıkları 200’e yakın adrese bir gece ansızın binlerce polis ile yapılan baskınlarda da hiçbir suçüstü olaya, herhangi bir suç unsuru veya suç deliline rastlanmadığı gibi tek bir gayrı ahlaki veya uygunsuz bir duruma bile rastlanmadığı
açıkça görülecektir.
Dolayısıyla, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın yargılanmakta oldukları davadaki taciz ve tecavüz konulu ithamların “İSLAM HUKUKU”NA GÖRE DE HİÇBİR HAKLILIĞI VE GEÇERLİLİĞİ BULUNMAMAKTADIR. Hiçbir delil veya şahide dayanmayan itham ve iddiaların tamamı KURAN'A GÖRE DE AÇIK BİR İFTİRA HÜKMÜNDEDİR.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın ultra modern görünüm ve yaşam tarzını benimsemiş olmalarının temel sebebi bunu Kuran’da da işaret edilen bir tebliğ metodu olarak görmeleridir.
Adnan Bey kalıplaşmış görüşten farklı olarak, tıpkı Bediüzzaman Said Nursi’nin kendi döneminin koşulları içinde yaptığı gibi modern bir bakış açısıyla İslam'ı anlatmıştır. Bediüzzaman dönemin gençliğine, aydın ve modern kesimine ulaşmak için o dönemin geleneksel anlayışı tarafından şiddetle yadırganmasına rağmen talebelerine sakal bıraktırmamış, geleneksel cübbe şalvar görünümünü değil değil kravat takım elbiseyi tercih etmelerini telkin etmiş ve eserlerinde bilimsel ve felsefi olarak insanların imanına vesile olacak iman hakikatlerine yer vermiştir. Sayın Adnan Oktar da benzer bir şekilde, özellikle Z kuşağı olarak tanımlanan genç kuşağı ve modern yaşam tarzını benimsemiş kitleleri kazanmayı kendisine hedef almış, bu insanları dinsizlik ya da deizm ve ateizm batağında helak olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.
Sayın Adnan Oktar gençlerin üzerinde baskı kurmak ve onlara tek tip bir yaşam tarzını dayatmak yerine, "istiyorlarsa dekolte veya bikini-mayo giysinler, dans edip eğlensinler ama aynı zamanda Allah'a inanıp namaz kılsınlar, Allah'ı çok sevip O'nun sınırlarını korusunlar ve Kuran hükümlerine uygun bir yaşam sürsünler" düşüncesiyle hareket etmiştir. Gençleri kıyafetlerine, görünümlerine, yaşam tarzlarına göre yaftalayan ve dışlayan değil hepsine sevgiyle ve şefkatle yaklaşan, hepsini tertemiz Müslüman olarak gören, düşüncelerine ve tarzlarına değer veren bir anlayışı benimsemiştir. Nitekim, bu yöntem son derece başarılı olmuş, 1980’lerin ortasından itibaren İstanbul’un en önde gelen kolejlerinde, üniversitelerinde imana yönelen, İslam'ı yaşayan dindar gençlerin sayısı dalga dalga artmıştır.
Bilindiği gibi, farklı cemaat ve tarikatlar , din alimleri de yüzyıllardan beri İslam'ı kendi bakış açılarına, anlayışlarına göre farklı şekillerde yorumlamaktadır. Bunun sonucunda da günümüzde birbirinden farklı sayısız dini ekol ve görüş bulunmaktadır. Gerçekten de nasıl ki Nurcuların, Nakşibendilerin, Kadirilerin ya da Süleymancıların yorum ve görüşleri birbirlerine göre farklılıklar içeriyorsa Milli Görüş kökenli bir siyasetçi ile MHP kökenli bir siyasetçinin dahi İslam’ı anlama ve yaşama şekilleri farklılıklar içermektedir. Benzer şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın İslam hakkındaki yorum ve görüşleri ile merhum Yaşar Nuri Öztürk'ün veya Prof. Caner Taslaman'ın ya da çok sayıdaki İlahiyatçı İslam aliminin görüş ve yorumları birbirinden tamamen farklıdır.
Hatta bu yorum ve görüşler arasında;
✘ 6 yaşındaki kız çocuğu ile evlenilebileceğini savununlar,
✘ Deist Müslüman olduğunu açıklayıp deizme övgüler düzenler,
✘ Kot pantolon giyen kadınların cehennemlik olacağını iddia edenler
✘ Satranç oynayanların lanetlenmiş olduklarını söyleyenler,
✘ İslam’da kadere imanın şart olmadığını savunanlar,
✘ Yaratılışın evrimle olduğuna inandığını belirtenler,
✘ Annesinin diz kapağına bakmanın dahi tahrik edici olacağını ifade edenler,
✘ Küçük erkek çocuklarının kadından daha etkileyici olduğunu savunanlar,
✘ Hamile kadınların sokağa çıkmasını "edepsizlik" olarak görenler
gibi anormal ve sapkınlık olarak nitelendirilebilecek çok sayıda farklı ve aykırı fikir, görüş ve yorumlara sahip olanlar dahi bulunmaktadır.
Ancak buna rağmen yine de bu fikir ve yorumların tamamı hukuken inanç ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmektedir. Bu fikir ve yorumların sahiplerine yönelik herhangi bir suçlamada bulunulmamakta veya hiçbirisi tutuklanıp cezalandırılmaya çalışılmamaktadır. Benzer şekilde, bu yorum ve görüşlerin sahipleri "fitne ve ayrılık çıkartmakla", "örf ve adetlere aykırı davranmakla" da itham edilmemektedir. Çoğunlukla “kendi görüşüdür, kendisini bağlar, istemeyen kabul etmez” gözüyle bakılıp geçilmektedir.
Yani, kendi fikir ve anlayışına göre dini yorumlama ve inandığı şekilde de yaşama hakkı, her dine, her mezhebe ve her inanç grubuna mensup olanlara hatta bunların içindeki en uç ve aykırı yorum ve görüşleri savunanlara kadar istisnasız herkese tanınırken, yalnızca Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamız bu en temel hak ve özgürlükten mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır.
Düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü sadece Adnan Bey ve arkadaşlarımıza yasaklanmaktadır. Sırf dans edip eğlendikleri ya da dekolte giyinmekten hoşlandıkları için hiçbir suçu olmayan tertemiz masum hanımlar adeta idam hükmünde on binlerce yıllık mahkumiyetlerle cezalandırılmak istenmektedir.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, aralarında bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı makamının da bulunduğu çok sayıdaki İlahiyatçı profesör ve din adamlarının oldukça anormal olarak nitelenebilecek çok sayıdaki garip, Kuran'a, akla, mantığa tümüyle aykırı fikir ve yorumlarından bazı örnekleri halkımızın takdirine sunmak istiyoruz.
‼️ “Dokuz yaşındaki kız çocukları ile evlenilebilir”.
‼️ “Evlenme niyetinde olanlar, birbirlerinin mahrem yerlerine bakabilirler”.
‼️ “TOKİ'den ev alanlara faiz ödemek caizdir”.
‼️ “Baldız ile zina yapılması nikahı düşürmez”.
‼️ “Üvey kız dedeye haram değildir”.
‼️ “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir. Babanın kızını öperken şehvet duyması, annesi ile olan nikahını düşürmez”.
‼️ “Feminizm Ahlaksızlıktır”.
‼️ “Kocasından şiddet gören kadınlar akşama kocalarının sevdiği yemekleri yapsınlar, polisi aramasın problemi konuşarak çözsünler”.
‼️ “6 Yaşında çocuk ile evlenilebilir”.
‼️ “Kadın dayak yiyorsa şükretmelidir”.
‼️ “Kadınların yanlarında bir erkek olmadan 90 Km'den fazla araba kullanması haramdır”.
‼️ “3 Yaşında kız çocuğu amcasının yanına külotla gelemez”.
‼️ “Hamile kadınların sokakta dolaşmaları terbiyesizliktir”.
‼️ “Hem evlenmem hem hamile kalırım' diyenler var. Hürriyetmiş! Oro...luğun adının hürriyet olduğu dünyaya tükürürüm. Bunun adı oro....luktur”.
‼️ “Kandiller, kutlu doğum haftaları ve Mevlit. İslam dininde böyle uyduruk şeyler yok”.
‼️ “Namaz ümmetin başına bela edildi”.
‼️ “Türban Müslüman örtüsü değildir”.
‼️ “Enflasyon sıfır olmadıkça banka faizi haram değildir”.
‼️ “Deistler, dinciliğin bütün kötülüklerine, rezilliklerine rağmen Allah'a inançlarını koruyan samimi mümin insanlardır. Tarihin en namuslu, en ahlaklı, en üretken adamlarıdır”.
‼️ “Atatürk de deisttir. Hem namuslu hem de Allah'a imanı olan adam başka bir yere gidemez”.
‼️ “Satranç oynayan lanetlenmiştir. Oynaya bakan da domuz eti yiyen gibidir”.
‼️ “Tekbir getirin yangınlar söner”.
‼️ “Öz çocuğumu kucağıma alıp sevemiyorum. Çünkü tahrik oluyorum”.
‼️ “7 yaş altında da olsa gösterişli kız çocuklarına el öptürmeyin”.
‼️ “7 yaşın üzerindeki kız çocuğunu erkek hoca okutamaz”
‼️ “Enflasyon miktarı faiz almak caizdir diyen İslam alimleri de vardır”.
‼️ “Bu duayı 132 Kez okursanız, koronavirüs size bulaşmaz”.
‼️ “Türkçe Kuran okumayın imanınız sarsılır”.
‼️ “Kadınların pantolon giymesi, kaşlarını alması, üniversiteye gitmesi haramdır”.
‼️ “Kot pantolon giyen kadın, cehennemliktir”.
‼️ “Genç kayınvalide şehvet uyandırır”.
‼️ Hz. Hatice hakkındaki çirkin ifadeleri: “iki kocadan arta kalmış dul, üç çocuklu erkek artığı”.
‼️ “Hz. Adem ve Hz. Havva ilk yaratılmış insanlar değillerdir, anne babaları vardır”.
‼️ Bahar Kalkanı Harekatı için: “sabah namazında camilerden Fetih Suresi okunamaz”.
‼️ “Minarelerden okunan selalara Sünnetten/Hadisten bir tek delil getirebilir misiniz?”
Burada sadece az bir kısmına yer vermekle yetindiğimiz ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayan pek çok ilahiyatçı, alim ya da cemaat, ve tarikat liderlerinin İslam'a, Kuran'ın ruhuna ve hükümlerine son derece aykırı olan sayısız görüş ve açıklamaları bulunmaktadır. Ne var ki, bugüne kadar bu ve benzer açıklamaların tamamı düşünce ve inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir. Bu sözlerin sahipleri hakkında kamuoyunda oluşan tepkileri bastırmak amaçlı yürütülen göstermelik birkaç soruşturma ya da inceleme dışında herhangi bir ceza ya da yaptırım da uygulanmamıştır.
Buna karşın, Kuran'a dayalı modern İslam görüşünü savunan, uyguladıkları en etkili tebliğ metodu ile gençlerdeki derin manevi tahribatı, imani eksikliği ortadan kaldırmayı, onları deizm ve ateizm batağından kurtarıp imana, Kuran'a yöneltmeyi amaçlayan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız ise feci şekilde cezalandırılmaya çalışılmaktadır.
Hiçbir suç işlememiş masum erkek arkadaşlarımız mesnetsiz ve delilsiz tecavüz iftiraları sebebiyle, tertemiz hanım arkadaşlarımız ise dekolte giyinip dans ettikleri ve eğlendikleri için adeta idam hükmünde on binlerce yıllık mahkumiyetlere çarptırılmışlardır.
40 yılı aşkın bir süredir “milli ve manevi şuura sahip, dindar bir nesil” yetişmesine vesile olmak amacıyla yürüttüğümüz imani, ilmi ve kültürel faaliyet ve çabalarımızın görmezden gelinmesi bir yana, üstüne bir de Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın güya dini bozmakla itham ediliyor olması çok büyük bir zulümdür.
Dinin dejenere edilmesi tehlikesine karşı samimi ve gerçekçi bir tedbir alınmak isteniyorsa buna, Allah'ın varlığını ve Yaratılış gerçeğini inkar eden evrim teorisiyle İslam’ı bağdaştırmaya çalışanların, radikalliği İslam’mış gibi göstermek isteyenlerin tahribatlarına karşı ilmi tedbirler alınarak başlanmalıdır.
Ayrıca, Adnan Bey'i sevip sayan ve kendisiyle birlikte onyıllardır ilmi ve kültürel faaliyetlerde bulunan yüzlerce hanım arkadaşımızdan sadece bir avuç kişinin ve yayınlara katılan bazı konukların kimi zaman bazı A9 TV programlarında veya kendi özel arkadaş ortamlarında dekolte giyinmiş olmaları, Adnan Bey'le ilgisi olmayan bir konudur ve onların kişisel seçimleridir.
Dolayısıyla, sokaktaki kadınların giyim kuşamlarına karışmak veya hayat tarzları konusunda onlara telkinde bulunup akıl-fikir vermeye kalkışmak nasıl ki hiç kimse için doğru bir davranış biçimi değilse, Adnan Bey de insanların özgür tercihlerine müdahale edilip kıyafetlerine, giyim kuşam tarzlarına karışılmasını veya yalnızca belli tip ve kalıptaki kıyafetleri giymeleri konusunda onlara baskı ve zorlamada bulunmasını hiçbir zaman doğru bulmamaktadır.
Bu sebeple, tıpkı milyonlarca vatandaşımız gibi kendi hür iradeleriyle hareket eden ve dekolte kıyafetlerden, dans edip eğlenmekten hoşlanan A9 Tv yayınlarına katılmış bazı hanımların giyim kuşamlarından, yaşam tarzlarından rahatsızlık duyulmasının, bundan da Sayın Adnan Oktar'ın sorumlu tutulmaya çalışılmasının da makul ve mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır.
Bu itibarla, her zaman saygı duyduğumuz, her daim hakkı, adaleti gözeten muhterem bir ağabeyimiz olarak bu hatırlatmalarımızı dikkate alacağınızı ümit etmekteyiz.
Saygı ve hürmetlerimizle...