– Metnin orjinal kaynağı:
https://adnanoktarbulten.blogspot.com/2023/08/muvekkil-adnan-oktardan-cemaat-mensubu.html
"Kıymetli kardeşlerim,
Birlik ve beraberliğimizin elzem olduğu şu günlerde Müslümanların arasını açmak, onları ayırmak, hatta birbirine düşürmek için çaba gösterenlerin sayıca çok olduğunu sürekli hatırda tutmak gerekir. Yaşadığımız dönem, Müslümanların birbirine düşmesinin değil, bilakis birlik olmalarının hayırlı olduğu bir dönemdir. Allah, Müslümanların birlikteliğini, ittifakını, birbirlerine olan hüsn-ü zanlarını ve birbirlerine olan güvenlerini güzel görmüştür.
Hatta Allah, Müslümanların birlik olmamasından razı olmamış ve bu olmadığında yeryüzünde büyük bir bozgunculuk ve fesat ortamı olacağını haber vermiştir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. EĞER SİZ BUNU YAPMAZSANIZ (BİRBİRİNİZE YARDIM ETMEZ VE DOST OLMAZSANIZ) YERYÜZÜNDE BİR FİTNE VE BÜYÜK BİR BOZGUNCULUK (FESAT) OLUR. (Enfal Suresi, 73)
Allah'ın önemli gördüğünü Müslümanın önemli görmesi şarttır. Bu, Allah'a sevginin, Allah'a içli bağlılığın bir gereğidir. Müslüman, Allah'ın beğendiğini yaparak güzelleşir, o şekilde bereketlenir. Yeryüzüne bereket de ancak o zaman yağar.
Bu nedenledir ki, "ben Müslümanım" diyen herkes, camiamız tarafından her zaman hüsn-ü zan ile değerlendirilmiş, herhangi bir Müslüman hakkında duyduğumuz aleyhe haber bizim için hiçbir zaman geçerli olmamıştır. Bir Müslüman aleyhinde söylenenler bizim için daima Kuran adaleti ışığında değerlendirilebilir ve ancak ve ancak o zaman doğru kabul edilebilir.
Yüce Allah, Müslümanların sadece duyduklarından hareket ederek hataya düşmemeleri, gıybette bulunup veya kötülük yapıp harama girmemeleri için Hucurat Suresinin 6. ayetini indirmiştir:
Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse, onu 'ETRAFLICA ARAŞTIRIN'. YOKSA CEHALET SONUCU, BİR KAVME KÖTÜLÜKTE BULUNURSUNUZ DA SONRA İŞLEDİKLERİNİZE PİŞMAN OLURSUNUZ. (Hucurat Suresi, 6)
Bu açıklamalar ışığında, aşağıdaki konuları gündeme getirmek ve takdirinize sunmak gerekli hale gelmiştir:
Çok iyi bilindiği gibi camiamıza son 5 senedir isnat edilmemiş suçlama kalmamış gibidir. Özellikle Müslüman toplulukları rahatsız etmek amaçlı olarak cinsel suçlamaların yakıştırılması geçmişten bu yana çok bilinen kirli metottur. Sevgili Peygamberlerimize dahi atılmış olan bu iftira, çağımız din alimlerine ve Müslüman cemaatlere de hep sinsice yakıştırılmıştır. Buradaki amaç, söz konusu Müslümanları sözde toplum nezdinde ayıplanacak bir hale düşürmek ve onları dinine muhalefet eden, güvenilmeyecek insanlar gibi göstermektir.
Hz. Yusuf (as)'a vezirin karısının cinsellik yoluyla attığı iftira, buna evine gelen kadınların da iştirak etmesi ve bu suçlamayı kabul etmeyen Hz. Yusuf (as)'un zindana konulmayı tercih etmesi ve 7 yıl boyunca orada unutulması hadisesi bu konuya önemli bir örnektir. Hz. Yusuf Peygamberin iffetini ve imanını tam takdir edememiş olanlar, belki de bu 7 yıl boyunca Hz. Yusuf (as)'ın böyle bir harama girdiği konusunda zanda bulunmuş ve hatta hakkında kötü düşünmüşlerdir. Ancak, gerçek 7 yılın sonunda ortaya çıkmış ve kadınların itirafı ile tertemiz Peygamberin bu iftiraya maruz kaldığı anlaşılmıştır. Zanda bulunanlar harama girerek kendileri kaybetmişlerdir.
Allah korkusu zayıf olan insanlar, Allah'ın bu konudaki hükümlerini tam olarak bilmediklerinden, belki insanları yargılama konusunda böyle hatalara düşebilir, önyargılı davranabilirler. Ama MÜSLÜMANLARIN BÖYLE BİR HAKKI YOKTUR. Çünkü Müslüman KURAN'A GÖRE YARGILAMAYI ve ADALETLE HÜKMETMEYİ bilen bir insandır. Örneğin Kuran'da Allah, fuhuş/zina suçlamasının ispatı için 4 şahit getirilmesini şart koşmuştur:
Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden DÖRT ŞAHİT tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. (Nisa Suresi, 15)
4 şahit getirmedikleri halde fuhuş suçlamasında bulunanların ise BU SUÇLAMALARINI ALLAH BÜYÜK BİR SUÇ OLARAK GÖRMÜŞTÜR. Allah ayetinde şöyle buyurur:
KORUNAN (İFFETLİ) KADINLARA (ZİNA SUÇU) ATAN, SONRA DÖRT ŞAHİT GETİRMEYENLERE DE SEKSEN DEĞNEK VURUN VE ONLARIN ŞAHİTLİKLERİNİ EBEDİ OLARAK KABUL ETMEYİN. Onlar fasık olanlardır. (Nur Suresi, 4)
Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "BU, AÇIKÇA UYDURULMUŞ İFTİRA BİR SÖZDÜR" DEMELERİ GEREKMEZ MİYDİ?
ONA KARŞI DÖRT ŞAHİTLE GELMELERİ GEREKMEZ MİYDİ? ŞAHİTLERİ GETİRMEDİKLERİNE GÖRE, ARTIK ONLAR ALLAH KATINDA YALANCILARIN TA KENDİLERİDİR. (Nur Suresi, 12-13)
Görüldüğü gibi Allah, dört şahit getirmedikleri halde fuhuş/zina suçlaması ile gelenleri, YALANCI olarak nitelendirmiş, ONLARIN ŞAHİTLİKLERİNİN EBEDİYEN KABUL EDİLMEYECEĞİNİ belirtmiştir. Allah, fuhuş/zina iftirasını böylesine büyük bir suç olarak görmektedir.
Şu durumda bizler, camia olarak şimdiye kadar nasıl hakkında asılsız haberler çıkan pek çok cemaate ve gruba Kuran'a uyarak HÜSN-Ü ZAN İLE BAKTIYSAK, şahit getirmeyenlerin sözlerini ve suçlamalarını ASLA KABUL ETMEDİYSEK, bunun MÜSLÜMANLARI KARALAMAK İÇİN BİR OYUN olduğuna dair kanaat getirip BU SÖYLEMLERİN HİÇBİRİNE PRİM VERMEDİYSEK, diğer Müslüman cemaatlerin de HAKKIMIZDA YAYGINLAŞTIRILAN VE ALENİ ŞEKİLDE KUMPAS OLDUĞU BELLİ OLAN SUÇLAMALARA, KURAN IŞIĞINDA PRİM VERMEMELERİNİ BEKLERİZ. İSNATLAR HAKKINDA HUKUKEN GETİRİLEBİLMİŞ HERHANGİ BİR MADDİ DELİL, GETİRİLEBİLMİŞ HERHANGİ BİR ŞAHİT, KURAN'A GÖRE OLMASI GEREKEN BİR KANIT YOKTUR. Dolayısıyla, Müslümanların başka Müslümanlar hakkındaki bu iftiralara, ayette belirtildiği şekilde, "BU, AÇIKÇA UYDURULMUŞ İFTİRA BİR SÖZDÜR" demeleri gerekmektedir.
Söz konusu suçlamalar bahane edilerek yıllar boyunca tüm Müslümanlar tarafından takdir görmüş, tüm dünyaya ücretsiz olarak dağıtılmış Allah'ın isimlerini öven, iman hakikatlerini anlatarak Allah'ın varlığını ispatlayan, Kuran ahlakının güzelliklerini Kuran ayetleriyle açıklayan, Peygamberlerin hayatlarını anlatan, dünya çapında milyonlarca insanın imanına vesile olmuş olan HARUN YAHYA KİTAPLARI YASAKLANMIŞ; HATTA YAKILMAK İSTENMİŞTİR. Buradaki hedefin -uydurulmuş yalanlarla- suçlu aramak değil, FİKRİMİZİ, TEBLİĞİMİZİ YOK ETMEK OLDUĞU AÇIKTIR.
Amaç böylesine açıkken, cinsellik üzerinden yapılan bu sahte suçlamalara prim vermek Kuran'a aykırı gelmek olacağından samimi bir Müslümanın, cinsellik iftirası atan ve bunun için şahit getirmeyen kişileri dikkate almayacağına dair inancımız tamdır. Ancak çeşitli cemaatlerin veya bu cemaatlerden bazı kişilerin, kasıtlı olduğu belli olan bu suçlamalar üzerinden hakkımızda zanda bulunması mevzu bahis olabilmektedir. Bu, kötü bir zan ile zanda bulunmak, Kuran'a aykırı davranmak anlamına gelir. Belki de Allah'ın çok hayırlı gördüğü bir topluluğa suç atılmıştır. Buna iştirak ederek Allah'ın Katında yalancı konumuna düşmek, bir Müslüman için en büyük felaketlerdendir.
Gerek kamuoyunda gerekse yargılandığımız davalar esnasında, izlemiş olduğumuz tebliğ metodu eleştirilere sebep olmuştur. Bu, yargılandığımız mahkemeler tarafından bir "mahkum etme sebebi" olarak kullanılmıştır. Yoksa, gerçekte FUHŞUN, ZİNANIN DAHİ SUÇ OLMADIĞI, DEKOLTENİN ülkenin her yerinde, TELEVİZYONLARDA, DİZİLERDE, FİLMLERDE, KLİPLERDE RAHATLIKLA TERCİH EDİLDİĞİ ülkemizde, dekolte bayanların TV programlarına çıkmasının HERHANGİ BİR SAKINCA TEŞKİL ETMEYECEĞİ, kimsenin de BU KONUYLA İLGİLENMEYECEĞİ, bunun YARGININ BİR KONUSU OLMAYACAĞI açıktır. Bu konu, bizleri fikirlerimizden dolayı mahkum etmek için bir kılıf olarak gösterilmiştir.
Ancak bu konunun, bir kısım cemaat ve Müslüman topluluklar nezdinde önyargıyla değerlendirilmemesi açısından, konu hakkında açıklama yapma gereği doğmuştur.
TV yayınları esnasında stüdyoda konuk olarak dekolte bayanların bulunması özel bir amaçla yapılmış bir uygulamadır. Bu, özel olarak tercih edilmiş bir tebliğ metodudur. Öncelikle belirtmek gerekir ki, stüdyoda bulunan söz konusu dekolteli hanımlar, genellikle yurt dışından gelen yabancı mankenlerden oluşmaktadır. Böyle bir görselliğin tercih edilmesi ise, DEKOLTELİ BAYANLARA DA TEBLİĞ YAPILABİLECEĞİNİ GÖSTEREBİLMEK, BİR MÜSLÜMANIN TEBLİĞ AMACIYLA DÜNYADAKİ HER DÜŞÜNCE/YAŞAM ŞEKLİNE ULAŞABİLECEĞİNİ/ULAŞMASI GEREKTİĞİNİ İFADE EDEBİLMEKTİR.
Pek çok Müslüman cemaati bizlere, camiye gidip tebliğ yapmamızı önermektedir. Oysa bu etkili bir tebliğ metodu değildir. Camiye giden kişi zaten Müslümanlığı sevmiş, Allah'ın huzurunda alnını secdeye koymayı kabul etmiş kişidir. Tebliğde önemli olan, Allah'ı hiç tanımayan, İslam'ın güzelliklerini hiç bilmeyen veya İslam'ı bilen fakat kabul etmek istemeyen, Allah'a imanda zorlanan, inkar içinde olan kesimlere ulaşabilmektir. Allah'ın ayetlerini her kesimden insanın bilmeye hakkı vardır. Yaşam şekli ve yetiştiği çevre nedeniyle Allah'ın varlığından ve ayetlerinden uzak kalan ve yakınlaşmak için hiçbir yolu olmayan insanlara BİZ DE ULAŞMAYACAKSAK KİM ULAŞACAKTIR?
Bu insanların büyük kısmı, sırf yaşam şekilleri ve tercihleri nedeniyle hayatlarında hiçbir zaman Allah'a yakın olamayacaklarına inanmış olan kişilerdir. Bu insanlara, yaşam şekilleri ne olursa olsun Allah'a yakın, iman dolu bir hayat ile yaşayacaklarını göstermek gerekmektedir. Tebliğ, bu demektir.
Bir İslami kaynakta bu konu şöyle özetlenmiştir:
"Tebliğ 'bir haberi veya bilgiyi duyurmak' demektir. Hz. Peygamber kendisine gelen her ayeti insanlara duyurmakla görevliydi. (Maide, 67; Rad, 40; Hud, 57) Bizim bugün üzerinde düşünmek istediğimiz şey ise Peygamberimiz’in bu tebliğ için seçtiği mekânlardır. Vahyin ilk günlerinden itibaren Peygamberimiz MÜŞRİKLERİ TOPLAYARAK (Ebû Kubeys tepesine çağırması, kendi evinde yemek davetleri vermesi, gelen her ayeti müşriklere okumak üzere birisini Kâbe’ye yollaması vs.) onlara hitap etmiş, ayrıca onları TOPLUCA OTURDUKLARI YERLERDE ziyaret etmişti. ÇARŞI, PAZAR, PANAYIR gibi insanların topluca bulunduğu her yeri tebliği için kullanmıştı.
Biz tebliğ için nereye gidiyoruz? Camiye. Oysa, camide yaptığımız tebliğ değildir. Olsa olsa vaaz ve irşattır. TEBLİĞ, ALLAH'IN SÖZLERİNİ CAMİYE HİÇ YOLU DÜŞMEYENE ULAŞTIRMAKTIR." (https://sonpeygamber.info/peygamberimiz-in-teblig-mekanlari)
Burada belirtildiği gibi Peygamberimiz (SAV) tebliğ için özellikle çarşı, pazar ve panayırları tercih etmişti. Ukaz panayırı, Peygamberimiz (SAV)'ın her kesimden insana tebliğ yaptığı hareketli ve büyük bir etkinlikti. Peygamberimiz (SAV), Ukaz panayırında dönemin en bilinen müşriklerine, ateşe hatta şeytana tapanlara, paganlara, Musevilere, Hristiyanlara, hatta o dönemde de sayıları çokça olan masonlara tebliğ yapıyordu. TEBLİĞDE ASLA AYIRIM YAPMIYORDU. Çünkü tebliğ görevinin bu şekilde olduğunu çok iyi biliyordu.
Nitekim, Milli Görüş hareketinin temsilcileri de yıllar boyunca içkili ortamlara girip tebliğ faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Çünkü onlar, tebliğin amacının, kendilerinden olanlara değil, kendilerinden olmayanlara ulaşmak olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu vesileyle de çok başarı kaydetmişlerdir.
Bizler de Müslümanlar olarak, o ateisttir, bu masondur, şu inkarcıdır diyerek tebliğde ayırım yapamayız. Hepsine tebliğ yapmak, hepsine ulaşmamız gerekmektedir. ÇÜNKÜ İSLAM, HERKESE TEBLİĞ EDİLMESİ GEREKEN BİR HAKİKATTİR; BİR NİMETTİR. Tebliğde kişi ayırımı yaparsak, sadece Müslümanları tercih edip olayın kolayını tercih edersek bu Kuran'a uygun olmaz.
Sadece cami cemaatine vaazlar yapmak ve bunu tebliğ olarak görmek, takva alameti değildir. Bu Müslüman toplulukların gözüne girebilmek ve dindar görünebilmenin kolay yoludur. Tebliğ adına asıl yapılması gereken şey, ateistlere, dinsizlere, Hristiyanlara, Musevilere, deistlere, kısacası her kesimden insana ulaşmanın yollarını bulabilmek ve İslam'ın güzelliğini onlara tanıtabilecek bir azim ve yetenek içinde olmaktır. Ahirette Rabbimize hesap verirken, tebliğ görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimizi ancak bu şekilde söyleyebiliriz.
Ülkemizde bazı kesimler tarafından sırf dekolteli olduğu için bir kısım kadınlara -4 şahit getirmeksizin- zina iftirası atmak kolay gözükmektedir. Bu kişiler genellikle, "dekolteli kadınlara İslam anlatılmaz", "onlar İslam'ı yaşayamaz", hatta "onlarla muhatap olunmaz" gibi düşünceler içindedirler. Bu zihniyetteki kişiler, sırf dekolte giydikleri için kadınların bir kısmı hakkında kötü zanda bulunmakta, bu kadınları yok saymakta, hatta hapsetmek istemektedirler.
Bunun sonrasında neler olacağını asla düşünmemektedirler. Bunun sonrasında olacak olan şey, dekolteli kadınların karşılaştıkları bu nefretin din kaynaklı olduğunu zannederek Allah inancı ve imandan iyice uzaklaşmaları ve toplumun bir kesiminin Türkiye'de yüzdesi fazla olan dekolteli kadınları, dizilerde, filmlerde, magazin programlarında, kliplerdeki kadınları, plajlardaki kadınları fasık ilan edip onlara karşı savaş açması ve hapsetmeye çalışması olacaktır.
Bizler Müslüman olarak insanların İslam'ı ve Kuran'ı sevmeleri için gayret etmekle yükümlüyüz. Her kesimden insana ulaşmadığımız sürece, İslam ahlakının dünyaya hakim olmasını nasıl sağlayacağız? Eğer bir Müslüman, gerçekten, kalpten bu hakimiyeti istiyorsa, hiçbir insanı ve hiçbir düşünceyi ayırt etmeksizin hepsine tebliğ yapmakla yükümlüdür.
Bir Müslümanın bu yükümlülüğün farkında olması da gerekir. Küçük yaşlarından itibaren cami cemaatinde büyümüş ve hocalarından sadece camide tebliğ yapıldığını görmüş bir kişi, anlattığımız bu tebliğ metoduna uzak olabilir; asıl yapması gerekeni anlamamış olabilir. İşte, A9 TV yayınlarında her kesimden insanın konuk edilip onlara Kuran ayetlerinin okunması, yöntemin bu olduğunu göstermek bakımından da önemlidir.
Nitekim, yayınlar vesilesiyle milyonlarca insana ulaşmak mümkün olmuş ve oldukça farklı kesimden sayısız insan, İslam'ın güzelliğiyle tanışmıştır.
Şu anda, yaptığımız yayınlara tebliğ amaçlı davet ettiğimiz dekolteli bayanlardan rahatsızlık duyan bir kısım Müslümanlar, zulüm gören Müslümanları savunmuyorlar. OYSA ALLAH ONLARI BUNDAN SORUMLU KILAR. Gerçek Müslümanların zaten sayısı çok azdır. Sayısı az olan Müslümanlar birlik ve beraberlik farzını yerine getirmediklerinde, birbirlerine cephe aldıklarında, zor zamanlarda birbirlerini savunmadıkça, bunun karşılığı Allah katında büyük olabilir.
Masonluk konusu, tüm dünyaya ilk defa olarak yazmış olduğum kitaplar ve çalışmalar sonucunda tanıtılmış bir konudur. İlk başlarda ateizme yönelen masonları da, onların birtakım sapkın inançlarını da, üst düzey masonların dünyaya yönelik kapsamlı planlarını da ilk olarak deşifre eden ve bu konuda onlara kitapları yoluyla eleştiriler yapan dünyada ilk ve en etkili çalışmaları gerçekleştiren kişiyim. Bu çalışmaların ardından masonluk da kendi içinde değişim yaşamış ve pek çok mason locası KURAN, İNCİL VE TEVRAT'I KENDİ LOCALARINDA BAŞ KÖŞEYE KOYMUŞLARDIR. BU BAŞARI -ALLAH'IN İZNİYLE- GERÇEKLEŞTİRDİĞİMİZ ÇABALAR SONUCUNDADIR.
Masonluk konusunda benim şahsıma ve camiamıza eleştiri yöneltenler yukarıda anlattığımız bu unsurları bilmeyen veya bilen fakat bu konuda samimi davranmayan insanlardır. Çünkü tarihte kimse BİR MASON LOCASINA KURAN-I KERİM SOKAMAMIŞTIR. KURAN'IN BAŞ KÖŞEDE SERGİLENMESİNİ SAĞLAYAMAMIŞTIR. Dünyaca tanınmış localardan gelen MASONLARIN NAMAZ KILMALARINA vesile olamamıştır. Bizim çalışmalarımız vesilesiyle, yıllardır ALLAH İNANCINDAN UZAK OLARAK VARLIĞINI SÜRDÜREN MASON LOCALARI DİNDARLAŞMIŞTIR.
Aşağıda, benim şahsi konuğum olarak ülkemize gelen ÜST DÜZEY MASONLARIN arkadaşlarımızla birlikte Sultanahmet Camii'ne NAMAZ KILARKEN görüntüleri yer almaktadır:
Yüzlerce yıldır Allah inancından uzak bir politika sergilemiş olan masonların, İSTANBUL'A GELEREK SULTANAHMET CAMİİ'NDE MÜSLÜMANLARLA BİRLİKTE NAMAZ KILMASI, TAKDİR EDİLMESİ GEREKEN BİR BAŞARI, TÜM MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR SEVİNÇ VESİLESİDİR.
Bazı kesimler benim mason diploması almış olmamı da eleştiri konusu haline getirmişlerdir. Oysa mason diploması almamın sebebi de yukarıda anlattığımız başarıya vesile olması içindir.
Müslümanların, -taassup yapmadan- bunun da bir tebliğ metodu olduğunu ve Allah'ın dilemesiyle İslam adına elde ettiği başarıyı görmeleri gerekmektedir.
Ben, herhangi bir locaya gidip mason diploması almış değilim; söz konusu diploma bana getirilmiş, hatta canlı yayında bana sunulmuştur. Aldığım bu diploma ile MASONLARIN İÇİNE GİREBİLMİŞ, bu sayede SIRLARINA VAKIF OLABİLMİŞ, onların ZİHNİYETLERİNE ULAŞABİLMİŞ ve İZLEYECEĞİM TEBLİĞ YÖNTEMLERİNİ TESPİT EDEBİLMİŞ bulunuyorum. Yoksa MASONLUK VEYA ORADA ELDE EDİLMİŞ MERTEBE BENİM İÇİN BİR ŞEY İFADE ETMEMEKTEDİR.
Nitekim, bu konuda amacıma ulaştıktan ve başarı sağladıktan sonra CANLI YAYINDA MASON DİPLOMASINI YIRTIP ATTIĞIM bilinen bir gerçektir; tüm Türkiye'nin gözleri önünde gerçekleşmiştir. Dünyada bir canlı yayında mason diplomasını yırtan ilk ve tek kişiyim.
Bu tebliğ metodundaki incelikleri ve İslam'ın dünyaya fikren hakimiyeti ve yayılması adına sağlanmış üstün başarıları iyi kavramak gerekmektedir. Dışarıdan sadece bildiklerimizi anlatmak, masonluk gibi içe dönük bir yapılanmaya ulaşabilmek için yeterli değildir. Ancak, onların zihniyetlerini ve hayat ve inanç anlayışlarını anladıktan sonra Kuran ile onlara ulaşmak son derece kolaylaşır. Bu durum, orada belki de inkar içinde olan insanlara ulaşmamıza vesile olmuş, yıllardır dinsizlikle özdeşleştirilen masonluk kavramının değişmesini sağlamış ve bir Müslümanın isteyeceği hayırlı netice ortaya çıkmıştır.
Şu anda ülkemizde ateistlik ve deistlik oranları çığ gibi artmış durumdadır. Gençlerimiz önüne geçilemez bir hızla dinsizliğe sürüklenmektedir. Devletin kanalı olan TRT'de dahi dinsizliğin ideolojisi olan Darwinizm propagandası yapılmaktadır. Durum çok vahimdir.
Faaliyetlerimizin devam ettiği sürede sayısız kitap, belgesel, canlı yayın ve konferans ile DİNSİZLİKLE MÜCADELE VE DEVLETİN BEKASI için çok çaba gösterdiğimiz ortadadır. EVRİM TEORİSİNİ TAM ANLAMIYLA SONA ERDİRDİĞİMİZ VE İNSANLARIN "ALLAH YARATTI" DEMELERİNE VESİLE OLDUĞUMUZ bilinmektedir. DİNDAR BİR NESLİN YETİŞMESİ, SEVGİNİN, HOŞGÖRÜNÜN, ADALETİN ANLATILMASI için gösterdiğimiz gayret herkesin malumudur. HER KESİMDEN GENÇLERE ULAŞTIĞIMIZ, PLAJDAKİ, GECE KULÜBÜNDEKİ GENÇLERİN DAHİ NAMAZ KILMALARINA VESİLE OLDUĞUMUZ, Z KUŞAĞINA ULAŞABİLDİĞİMİZ bilinmektedir. Yokluğumuzda bu gençlerin hiçbirine ulaşılamamakta ve dinsizlik çığ gibi yayılmaktadır. Bunun önlenmesinin tek yolu, birlik olmamızdadır.
Müslümanlara yakışan, diğer Müslüman kardeşlerine hüsn-ü zan etmek, gerçekleştirdikleri başarıları görmek ve bunları takdir etmek ve birlikte, el ele, bir bütün olarak hareket etmektir. Kuran ahlakını birlikte ayakta tutmazsak, birbirimizi zor zamanda savunmazsak, bugün karşımıza çıkan adaletsizlik ve hukuksuzluklar, yarın -Allah Korusun- bir başka Müslüman kardeşimize sirayet edebilir.
Ayrıca, Müslümanlar çok iyi bilir ki, bir Müslümanın hapiste olması, onun suçlu olduğu anlamına gelmez. Hz. Yusuf (as) 7 yılını hapiste geçirmiştir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 33 yılını hapislerde geçirmiştir. Yusuf Medresesi, Müslümanların haksızlıklar sonucunda girdiği, fakat hayatlarında kıymeti büyük olan eğitim ve tefekkür sınıflarıdır.
Ben ve arkadaşlarım hayatımız boyunca birlik çağrısını yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü Müslümanların ittifakının, bereket ve nimet kapılarını açacağını, İslam ahlakının dünyaya yayılması için önemli bir şart olduğunu ve her şeyin ötesinde Allah'ın Müslümanlardan isteği olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu birlik ve beraberliğin en kısa zamanda sağlanması dileğimizle Allah'a emanet olunuz."
Müvekkil Adnan Oktar'ın yukarıdaki açıklamalarını saygılarımızla takdirinize sunuyoruz.
Adnan Oktar müdafi,
Av. ...