17 Mart 2022 tarihinde Artı TV’de yayınlanan Gündem Özel Programı’nda, sunucu Fatih Yapıcı, Av. Celal Ülgen ve Av. Ziya İlker Göktaş, camiamızla ilgili İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi'nin verdiği karar ve tahliyeler üzerine bazı yorumlarda bulundular.
İstinaf mahkemesinin, yerel mahkemenin verdiği bazı kararları bozması ve 68 arkadaşımız hakkında tahliye kararı vermesini “şok edici” bir gelişme olarak yorumlayan üçlü, camiamız hakkında asılsız iddialara yer verdi. Ne var ki program boyunca Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış tek bir suç isnadından dahi söz edilmedi.
Eğer ortada gerçekten silahlı bir suç örgütü olsaydı, iki avukat ve bir sunucudan oluşan ekibin, cinayetlerden, suikastlardan, darp olaylarından, mekan basmalardan, soygunlardan, uyuşturucu ticaretinden vb. gerçek suç örgütlerinin eylemlerinden söz etmeleri gerekirdi.
Oysa Sn. Fatih Yapıcı, Sn. Celal Ülgen ve Sn. Ziya İlker Göktaş'ın program boyunca konuştukları, kendilerinin karşı olduğu veya “anlamakta güçlük çektiklerini” belirttikleri inançlarımızdan, hayat şeklimizden, inancımızı, düşüncelerimizi yadırgamaktan öteye gitmemiştir.
Program boyunca camiamız hakkında eleştirdikleri konular; A9 TV’de dans eden hanımlar, Sayın Adnan Oktar’a olan sevgimiz, saygımız, güvenimiz, Mehdiyet inancımız, Yaratılış inancımız, Darwinizm'in, materyalizmin bilimsel geçersizliğini anlatmamız, Atatürkçü, milliyetçi ve dindar olmamızdır.
Bunların hiçbiri Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış bir suç değildir ve hiç kimse Anayasa'yla koruma altına alınmış inançları, fikirleri veya yaşam biçimleri nedeniyle kınanamaz, suçlanamaz, dahası cezalandırılamaz.
Dava dosyasında bizzat katılan olarak bulunan avukatlar tarafından dahi camiamızın yargılandığı konular hakkında bu kadar “boş”, “içeriksiz” konuşmalar yapılması, bu davanın içi boş, imha etme amaçlı bir kumpas olduğunun açık bir göstergesidir.
Söz konusu programda yer alan gerçek dışı iddialar ve yorumlarla ilgili açıklamalarımız şöyle:
Program sunucusu Fatih Yapıcı, “Daha önce de kendileri hakkında açılan bir çok davadan nasıl ceza almadan yollarına devam ettiler?” diye sormaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve camiamızın, milli şuur ve manevi değerlerin yüceltilerek güçlendirilmesi konusunda yaptığımız çalışmalar, geçmişte de bazı çevreler tarafından defalarca durdurulmaya çalışıldı. Ve her dönem, aynı yöntem kullanıldı, kirli oyunlar oynandı.
Ancak, Allah’ın izniyle Yüce Türk Adaleti her defasında doğruları, er ya da geç ortaya çıkardı ve Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız atılan iftiralardan aklandılar.
Geçmişte camiamıza yönelik kumpaslardan 12 kez beraat veya takipsizlik ile aklandık.
Türkiye’de, Sn. Celal Ülgen’in de mensubu olduğu bir kesimin, istemedikleri sonuçlar ortaya çıktığında hukuku yok saymaları, eğer aleyhlerine ise beraat veya takipsizlik kararlarını hukuksuzluk olarak addetmeleri klasik düşünce yapısıdır.
Hukuku, adaleti sadece kendi lehine olduğunda savunmak, karşısında olduğu kişiler için adalet istememek ülkemizin içinde bulunduğu en büyük belalardan biridir.
Fatih Yapıcı’nın “Daha önce de kendileri hakkında açılan bir çok davadan nasıl ceza almadan yollarına devam ettiler?” sorusunun cevabı çok açıktır: Daha önce de camiamıza atılan iftiralardan hukuk ve kanun yoluyla aklandığımız için Türk İslam Birliği’ne giden yolumuza devam edebildik.
Bugün de Yüce Türk Yargısına güveniyoruz. Elbet bu sürecin sonunda, Allah’ın ve Türk Yargısının adaleti tecelli edecektir.
Celal Ülgen programda, “Bir defa zengin ailelerin erkek çocukları her nasılsa güzel kızlar kullanılarak elde ediliyordu” ifadesini kullanmıştır.
Bu camiamızı çirkin bir zan altında bırakmaya yönelik, gerçek dışı bir iddiadır. Hakkımızdaki dava dosyasında dahi böyle bir iftira veya itham bulunmamaktadır. Nitekim, Celal Ülgen’in sözlerindeki “her nasılsa” ifadesi de zaten ispatsız, delilsiz bir iftira attığının açık bir göstergesidir.
Camiamızda herkes üniversitede, yaşadığı semtte, veya tatilde, yazlıkta birbiriyle tanışmış ve nihayetinde geniş bir arkadaş grubu oluşmuştur.
Birilerini “kullanmak”, birilerini “elde etmek” gibi bir uygulama aramızda hiçbir zaman olmamıştır.
Arkadaş grubumuzda herkes, eğitimli, kültürlü, görgülü, yüksek ahlak seviyesine sahip, bilinçli ve aklı başında insanlardır. Gençlik yıllarımızdan bu yana, Türk İslam Birliği’ni ideal edinmiş, milli ve manevi değerlere sıkı sıkıya bağlı, bu kutsal değerlerin yüceltilmesi, benimsetilmesi için fedakarane çalışmalar yapan insanlarız.
Her ideal sahibi dava insanı gibi biz de çevremize, arkadaşlarımıza, yakınlarımıza ideallerimizden, inançlarımızdan bahsediyoruz. Anlattıklarımızı benimseyenler de bizle aynı idealde yol almak için arkadaş oluyor. Arkadaş grubumuz zaman içinde bu şekilde oluşmuştur.
Bunun dışındaki iddiaların tamamı iftiradır.
Av. Celal Ülgen “ve bu çocuklar zaman içerisinde örgüte kazandırılarak kendi ailesini bile düşman görmeye başlıyor ve kısa bir süre sonra da ailesinin bütün mal varlığını bu örgüte aktarıyordu.”, “Aileler çocuklarını Adnan Oktar’dan kurtarmaya çalıştılar ama doğrusu bir türlü beceremediler.” diyerek gerçek dışı bir iddiayı daha dile getirmiştir.
Arkadaşlarımızın hiçbiri ailesini düşman gibi görmemektedir. Bizler ailelerimizle birlikte bir camiayız. Et tırnaktan ayrılmaz. Arkadaşlarımızın aileleri de birbirleriyle görüşmekte, tanışmakta, anlaşmaktadırlar. Nitekim her yıl düzenlenen geleneksel A9 TV iftarlarında tüm aileler bir araya gelmekteydiler.
Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızdan şikayetçi olan birkaç aile, camiamıza husumeti olan kişilerin baskıları, aldatmaları ve tehditleri ile şikayetçi olmak zorunda bırakılmışlardır. Söz konusu birkaç aileden ikisi hariç diğer 3’ü oynanan oyunu görmüş, kendilerinin kullanılmaya çalışıldıklarını anlamış ve şikayetlerini geri çekmişlerdir.
Yaklaşık 300 aile bizlere destek verip yanımızda yer alırken, sadece 2 aile üzerinden sanki aileler bize karşıymış gibi gösterilmeye çalışılması tipik bir algı mühendisliğidir.
Bununla birlikte, 40-50 yaşlarında insanların aileleriyle ne kadar görüştükleri, ailelerinin mal varlıklarını nasıl değerlendirdikleri bir ceza davasının konusu değildir ve olamaz.
Sadece bu iddia dahi, camiamıza yönelik isnatların, gerçek bir suçluyu bulup cezalandırmak değil, camiamızı itibarsızlaştırarak, imha etmek, çalışmalarına son vermek olduğunun bir delilidir.
Sn. Celal Ülgen, camiamızın ayrılmamasını, Sn. Adnan Oktar’ın “sevgisinden kopmamamızı” büyüye, hipnotizmaya, beyin yıkamaya bağlamaktadır. Gülünç denecek kadar hayret verici olan ifadesi şöyledir:
“Bu konuda büyü olabilir, bu konuda hipnotizma yapılabilir yani her türlü yöntem kullanılıyor ama çıkan sonuçta şöyle bir durumla karşılaşılıyor; çocuğu bu örgütten, Adnan Oktar örgütünden, sevgisinden koparmak mümkün hale gelmiyor.”
Sn. Fatih Yapıcı ise, Sn. Adnan Oktar’a olan sevgimizin, birbirimize olan bağlılığımızın ancak uyuşturucuyla sağlanabileceğini iddia edecek kadar çaresiz izahlarda bulunmaktadır:
“Ailesine düşman edecek kadar, Adnan Oktar’ı Mehdi zannedecek kadar insanları genç, yüksek tahsilli, dünyayı bilen, iyi bir gelir seviyesine sahip insanları Çengelköy’ün ortasında bir villada, İstanbul’un da göbeğinde, bir de televizyon kanalları da var, bu nasıl oluyor dışarıyla bağlantılarını mı kesiyorlar, misal Hasan Sabbah’ın haşaşilerini ikna etmek için kullandığı uyuşturucu benzeri şeyler mi kullanıyorlar.”
Hayatında bir kez bile gerçek sevgiyi, güveni tatmamış, kendisine gönülden, çıkar olmadan, kalpten, samimi, coşkulu bir sevgi, saygı, şefkat, vefa hisleri duyulmamış kişilerin, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın arasındaki sevgiyi, vefayı, bağlılığı anlamaları mümkün olamamaktadır.
Aslında insanların bu sevgiye, vefaya, birlikteliğe bir anlam verememeleri, altında mutlaka bir çıkar, bir zorlama, büyü, hipnoz, ilaç aramaları, dünyanın yaşadığı sevgisizliğin, güvensizliğin oluşturduğu içler acısı durumun bir delilidir.
Tek bir seveni, tek bir güvenilir dostu bile bulmakta güçlük çeken insanların, yüzlerce insanın birbirine tutkulu bağlılığının verdiği acı ile, camiamızın gerçekten sevgi ve vefayı doyasıya yaşadığını bir türlü kabullenmek istememektedirler. İftira ile bu güzelliği kirletmeye, yok etmeye çalışmaktadırlar.
Ne var ki, Allah’a olan aşkımızdan kaynaklanan bu sevgi ve birlikteliği 4 yıldır her türlü iftira, baskı, tehdit, zorlama, imha etme planları yok edememiştir, çelik bir bina gibi sağlam duran beraberliğimize en küçük bir zarar verememiştir.
Büyü, hipnoz, uyuşturucu gibi etkenlerle Sn. Adnan Oktar’a bağlı kaldığımız iddiası, gülünç ve acınası bir iddia olmakla birlikte, yine de bir açıklama yapmak gereği oluşmuştur.
Hatırlanırsa 11 Temmuz 2018 tarihinde, tüm arkadaşlarımızın evlerine ve iş yerlerine yapılan ani baskınlarda, bir adet bile uyuşturucuya rastlanmamıştır. Dahası, gözaltına alındıktan hemen sonra tüm arkadaşlarımızın hastanelere götürülerek kan ve ağızdan sürüntü örneklerini alınmış, uyuşturucu kullanıp kullanmadığımıza bakılmıştır.
Tek bir kişide dahi uyuşturucu veya alkol tespit edilmemiştir.
Son derece gülünç ve mantıksız bir iddia olmakla birlikte iddianın saçmalığını şurdan kolayca anlaşılabilir: Camiamızdaki kişilere büyü veya hipnoz yapılmış olsaydı, arkadaşlarımızdan en az cezaevinde kalanlar 1,5 yıl kaldılar, diğerleri 4 yıla yakın süredir hala cezaevindeler. Arkadaşlarımız, savcılık talimatıyla farklı koğuşlara, hatta bir kısmı tek kişilik tecrit hücrelerine kondular. Bu kadar uzun süre boyunca, büyü ve hipnoz etkisinin devam etmeyeceği aşikardır. Bu bilimsel gerçeği bütün uzman psikolog ve psikiyatrlardan teyit etmek mümkündür.
Sn. Celal Ülgen ve Fatih Yapıcı, tüm arkadaşlarımızın Adnan Oktar’a ve birbirlerine olan sevgisinin, saygısının, bağlılığının, büyü, hipnoz veya ilaçla değil; Allah’ a olan derin sevgimizden kaynaklı, samimi, dürüst, candan, coşkulu bir sevgi olduğuna inanmalıdırlar.
Allah, iman edip Allah’ın beğeneceği gibi davrananlara bir sevgi yaratacağını bildirmektedir. Bu sevgi, Sn. Celal Ülgen’in bugüne kadar bilip tanıdığı sevgiden veya sevgi taklitlerinden çok farklı bir sevgidir. Materyalist bakış açısıyla istedikleri kadar analiz etsinler, bu sevgi ve bağlılık hissini anlamaları mümkün olamaz.
“İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem Suresi, 96. Ayet)
Bu konudaki düşüncelerimizi hem Sn. Adnan Oktar hem de bizler yüzlerce kez ifade etmemize rağmen, tekrar tekrar gündeme getirilmektedir.
Öncelikle, Sn. Adnan Oktar canlı yayında defalarca, dilekçelerinde ve yerel mahkeme huzurunda kendisini Mehdi olarak görmediğini, kendisini Mehdi olarak görmenin küfür olacağını, bir insanın asla kendisinin Cennetlik olduğunu iddia edemeyeceğini söylemiş, ve çok kereler Mehdilik iddiasında bulunmayacağına dair Allah’a yemin etmiştir.
Camiamızdan arkadaşlarımız da gerek yerel mahkeme huzurunda ifade verirken veya dilekçelerinde, Sn. Adnan Oktar’ı Mehdi olarak görmediklerini, inançları gereği kimseye “sen Mehdisin” diyemeyeceklerini açıklamışlardır.
Ortada garip bir durum vardır: Sn. Adnan Oktar “Ben Mehdi değilim” demektedir, bizler “Sn. Adnan Oktar Mehdi değildir” demekteyiz, Sn. Av. Celal Ülgen ve benzeri kişiler “Adnan Oktar Mehdi değildir” demektedirler. Herkes bu konuda hemfikir olduğuna göre sorun nedir?
Bununla birlikte, bir insanın başka bir insanı Mehdi olarak kabul etmesi veya birinin kendini Mehdi ilan etmesi Kur’an’a göre bir günah olabilir, ama Türk Ceza Kanununa göre bir suç değildir, bir inançtır. Dolayısıyla bir ceza davasının konusu olamaz, kınanamaz, yargılanamaz, cezalandırılamaz.
Sn. Adnan Oktar ve camiamız yıllarca yaptıkları titiz ve ısrarlı çalışmalarla Atatürk’ü dinsiz gibi gösteren, dindarların Atatürk’e düşman olmasına neden olan kasıtlı ve kötü niyetli propagandanın önünü kesmiştir.
Hem Atatürkçü olup hem Darwinizme karşı olmamızda da bir çelişki bulunmamaktadır. Atatürk Allah’a inanan, Kur’an okuyan, her akşam evinde Kur’an okutan, Türkçe okunması için Diyanete ilk Türkçe meali hazırlatan, Peygamber Efendimiz sav’i daima sevgi ve saygıyla anan, devlet adamı olarak onu örnek alan, samimi bir dindardı. Atatürk yobazlığa, bağnazlığa karşıydı.
Dolayısıyla, Sn. Adnan Oktar ve camiamız Atatürkçü söylem ve çalışmalarında son derece samimidir.
Ayrıca, Atatürkçü olmamız bize kazanç değil kayıp getirecek bir durumdur, çünkü sağ kesimden büyük tepki alınmasına sebep olmuştur.
Buna rağmen Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız Atatürk’e olan sevgi ve saygımızı göstermekten hiçbir zaman imtina etmedik.
Türkiye’de şu anda tarikat ve cemaatlere yönelik büyük bir saldırı olduğu görülmektedir. Bazı kişiler de bilerek veya bilmeyerek bu saldırıya destek olmaktadır.
Cemaatler ve tarikatlar Selçuklu’dan bu yana milletimizin ve devletimizin çimentosudur. İslami cemaat ve tarikatlar, 1. Dünya Savaşı’ndan 15 Temmuz hain darbe girişimine kadar birçok zorlu olayda Türkiye Cumhuriyeti devletini ve milletimizi en ön saflarda savunmuşlardır.
Cemaatler ve tarikatlar, komünizmin, sosyalizmin, vb. din ve devlet düşmanı ideolojilerin topraklarımızda yayılmasına mani olmuşlar, insanlarımızın, samimi dindar olmalarında, dinlerine sahip çıkıp korumalarında önemli rol üstlenmişlerdir.
Günümüzde PKK’ya karşı doğu ve güneydoğu illerimizde cemaatler ve tarikatlar adeta bir kalkan görevi görmektedir.
Osmanlı’nın çöküş döneminden bu yana, devletimizin bekasını hedef alanlar cemaatleri ve tarikatları hedef almaktadırlar. Hatta zaman zaman tarikatlar içine sızmaya çalışarak bu topluluklardan kendilerine adamlar devşirmeye çalışmışlar zaman zaman da iktidarların bu toplulukları doğrudan hedef almasını sağlayarak onları baskı altında tutmaya çalışmışlardır. Bir ülkeyi parçalamak istediklerinde ilk yöneldikleri hedeflerden biri her zaman cemaatler olmuştur.
Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatması bambaşka bir konudur. O dönemde Atatürk, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğurmaya çalıştığı laik cumhuriyete yönelik olarak dış güçler tarafından kışkırtılan bazı bağnaz veya bilgisiz din adamlarının oluşturduğu tehlikeyi bertaraf etmek için tekke ve zaviyeleri kapatmıştır.
Av. Ziya İlker Göktaş’ın, “Ama zaten bizim en büyük sorunumuz zaten bu tarikat ve cemaatlere ilginç bir şekilde bir müsamahamız var. Oysa ki asla olmaması gerekiyor” Sözleri, milli ve manevi değerleri zayıflatılmış, komünizme, Maoculuğa, bölücü ideolojilere ve PKK gibi terör örgütlerine teslim olmakla sonuçlanır. Bu ise felaketlerin en büyüğü olur.
Tarikat ve cemaatleri yok etmek ateşle oynamak demektir, devletin bekasına yönelik büyük bir tehdittir.
Yargılama boyunca defalarca anlattığımız bir konuyu Av. Celal Ülgen ve Av. Ziya İlker Göktaş da dile getirmişlerdir: Dava dosyasında yer alan delillerin tamamı usulsüz yöntemlerle elde edilmiştir, dolayısıyla bu sözde deliller üzerine hüküm kurulamaz.
Ceza Muhakemeleri Kanunu 134. Maddesinde, delillerin hangi usule göre toplanması gerektiği detaylı olarak izah edilmiştir. Bu usullere göre toplanmayan deliller hukuken geçersiz ve değersizdir, karara dayanak yapılamaz. Çünkü söz konusu usullere uymadan toplanan deliller güvenilirliğini yitirir, içeriğine gerçek dışı bilgi, belge yerleştirilmesi mümkün hale gelir.
Hukukta. “Zehirli Ağacın Meyvesi de Zehirlidir” prensibine binaen hukuki yollarla elde edilmemiş olan delillerin yargılamada kullanılamayacağı ve yargılamaya esas teşkil edemeyeceği temel ve önemli bir ilkedir.
Nitekim, camiamıza yönelik 11 Temmuz 2018 tarihli operasyonda el konan tüm eşya, dijital materyal ve cihazlar, usule uygun olmayacak şekilde toplanmıştır. Eşyalar ve belgeler olay yerinde mühürlenmeden, ağzı açık çöp torbalarında taşınmış; dijital materyallerin imaj kopyaları şüpheli veya avukatların önünde değil aylar sonra emniyette alınmış, elektronik cihazların hash değerleri alınmamış ve bu şekilde tüm materyaller içine sonradan bilgi eklenmeye müsait hale getirilmiştir. Dahası, 12 kişinin telefonlarının el konmadan günlerce sonra Mali Şube’de açılarak kurcalandıkları da tespit edilerek delillendirilmiştir. |
Av. Ülgen ve Av. Göktaş da, yargılama süreci boyunca deliller konusunda hukuka aykırı davranıldığını, delillerin hukuka aykırı usullerle toplandığını, delillerin tartışılmadan yargılama yapıldığını bizzat ikrar etmişler ve bu nedenle bu sözde delillere dayanarak bir ceza verilmemesi KONUSUNDA İSTİNAF MAHKEMESİNİN KARARININ HUKUKEN DOĞRU OLDUĞUNU belirtmişlerdir.
Ne var ki, Celal Ülgen, akla mantığa ve hukuka aykırı bir şekilde; “Şimdi biz bir şey biliyoruz Adnan Oktar’da üretilmiş delil çıkmayacak. Bunu biliyoruz.” demiştir.
Celal Ülgen ve benzerlerinin mantık yapısını ve olayları değerlendirme şeklini anlamak için bu ifadeler çok tipik bir örnektir.
Celal Ülgen, bir hukukçudur. Kendisiyle aynı ideolojiye sahip olanlar bir haksızlığa, hukuksuzluğa uğradığında onları çok kuvvetle ve hukuk kurallarını kullanarak savunmakta, haklarını aramaktadır.
Ancak eğer söz konusu kendi ideolojisinden olmayan kişilerse, o zaman hukukun uygulanmaması gerektiğini savunmaktadır. Kendi inancına göre suçlu gördüğünü hukukun da suçlu görmesi gerektiğini zanneden akıllara ziyan, vicdana uymayan bir anlayışa sahiptir.
Daha çok yakın bir zaman önce, Müyesser Yıldız’ın dijitallerine usulsüz şekilde el konulduğunu, bu nedenle dijital verilere ekleme yapılarak sahte suçlar üretilmesinden korktuklarını söyleyenlerin, Adnan Oktar için aynı endişeyi taşımamalarının nedeni hukukla, vicdanla, akıl ve mantıkla açıklanamaz.
Tamamen ideolojik husumet nedeniyle hukukun Sn. Adnan Oktar ve bizler için işlememesi gerektiğine dair bir inanç Celal Ülgen ve benzeri birçok kişide hakim durumdadır. Bu nedenle de Türkiye bir hukuk devleti olmasına rağmen, hukuk gereği gibi işlememektedir.
Duruşmalara sıkça katılan ve dava dosyasına hakim olan Av. Ziya İlker Göktaş, dosyadaki cinsel suç isnatlarının yerine oturmadığını, dolayısıyla böyle bir suç olmadığını şöyle itiraf etmiştir:
"… Kendilerini bir kılıfa sokuyorlar, ediyorlar ama suçlamalar yerine oturmadı."
"Tabi ki yani iradenin fesata uğratılması kavramı yerine oturmadı, açıkça söylemek gerekirse."
"Rızamla oldum. O zaman işte burada iradenin fesata uğratılması falan kavramı yerine oturmuyor. Yargıtay içtihatlarına, daha önceki bu suçla ilgili görülen davalarda üst mahkemelerin aldığı kararlar falan oturan şeyler değil bunlar."
Şu önemli noktayı da belirtmek gerekir ki, her ne kadar İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin beraat kararı, müştekilerin rızası olduğuna dayandırılsa da, gerçekte iddia edilen ilişkiler hiç yaşanmamıştır, tamamı kurgudur.
Aslında bu durum, kurulan kumpasın ne kadar büyük ve kapsamlı olduğunun bir göstergesidir.
Av. Göktaş, Sn. Adnan Oktar cezaevine girsin diye bir uygulama yapıldığını ve bu uğurda hukuksuzluklar yapılarak bunlara göz yumulduğunu da şöyle itiraf etmiştir:
"Şimdi şöyle ceza kanunu soyut normlardan oluşan CMK soyut normlardan oluşan şeyler. CMK’da ki usulleri uygularken karşınızdaki Adnan Oktar da olsa aynı şekilde uygulayacaksınız, sokaktaki herhangi vatandaşta olsa aynı şekilde uygulayacaksınız. Uygulamadığınız taktirde bir takım müdahalelerle, eğer varsa siyasi müdahalelerle BU ADAM CEZAEVİNE GİRSİN DİYE HAREKET EDERSENİZ, DAHA SONRA TABİ Kİ BU ŞEKİLDE RAHAT DAVRANIRSANIZ DAHA SONRA BUNLARIN BOZULMASI TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA KALIYORSUNUZ ki burada gerçekten öyle bir durum söz konusu. Doğru söylüyorsunuz, bizim de incelediğimiz kadarıyla cinsel suçlar yönünden o verilen cezalar ortadan kalktı."
Av. Ziya İlker Göktaş’ın “Baskılarla şikayetini geri çekenler elbette oldu.” iddiası kesinlikle gerçek dışıdır. Müştekilerden veya etkin pişman sanıklardan herhangi birine baskı yapıldığına dair tek bir delil dahi yoktur.
Şikayetini geri çekenler, bilakis şikayetçi olmak için baskı gördüklerini, cezaevine girmekle veya çocuklarını kaybetmekle tehdit edildiklerini ifade etmişler; oynanan oyunu gördüklerinde zorla ve suni olarak yaptıkları, inanmadan verdikleri ifadelerini geri çekmişlerdir.
Asıl baskı ve tehdit, arkadaşlarımıza müşteki veya etkin pişman olmaları yönünde yapılmıştır. Camiamız bir anda sanık ve müşteki olarak ikiye bölünmüştür. Bu arkadaşlarımız, sosyal medyadaki sahte hesaplardan, telefonla aranarak, whatsapp mesajı gönderilerek, ya da en son emniyete ifadeye çağırılarak kumpasçıların talimatıyla hareket eden bazı polis memurları tarafından şikayetçi olmaya zorlanmışlardır. Şikayetçi olmadıkları durumda, sanık konumuna gelecekleri ve tutuklanacaklarını söylenerek göz dağı verilmiştir. Bu tehdit ve baskılara dair yazışmalar, tutanaklar ve beyanlar dosyada bulunmaktadır.
Programda sunucu Fatih Yapıcı, güya camiamızın elinde müstehcen görüntülerden oluşan bir arşiv olduğu ve bu arşivle siyasileri, bürokratları, hakim ve savcıları güya yola getirdiğimiz iddiasını sormuştur.
Uzun yıllardır camiamızın güya şantaj videolarından oluşan bir arşivi olduğu iddiası sık sık gündeme getirilir. Ancak bugüne kadar camiamıza yönelik 2 büyük polis operasyonunda ve diğer bazı daha küçük çaplı aramalarda, bir tane bile bu tür bir videoya veya fotoğrafa rastlanılmamıştır.
Bugüne kadar tek bir kişi bile kendisine bu tür görüntülerle şantaj yapıldığına dair suç duyurusunda bulunmamıştır.
Bu içi boş iddia sadece camiamızı karalamak, itibarsızlaştırmak ve suçlu göstermek için yıllardır kullanılan bir yöntemdir.
Nitekim Av. Ülgen de, Fatih Yapıcı’nın bu sorusuna şöyle yanıt vermiştir:
“Bildiğim kadarıyla böyle bir ize rastlanmadı. Ama İlker Bey daha iyi bilir. Fuat Bey’le İlker Bey tam davanın göbeğindelerdi. Fakat benim bildiğim kadarıyla böyle birşey ortaya çıkmadı. Ama hakikaten söylediğiniz gibi başlangıçta böyle bir iddia vardı.”
Fatih Yapıcı, Sn. Adnan Oktar’ın henüz cezası kesinleşmediği için, kanuna göre yakın bir zamanda cezaevinden çıkması gerektiğini söylemiştir.
Bu hukuki açıklama karşısında Av. Celal Ülgen, “Sanmıyorum. Yani şunun için sanmıyorum; Adnan Oktar’ı tahliye ederek büyük bir şey almak istemezler.” demiştir.
Celal Ülgen’in sözleri, Sn. Adnan Oktar’a yönelik kumpasın şiddetini göstermektedir.
Kumpasın ardındaki derin devlet çetesinin baskısı ve tehditleri nedeniyle, yargının hukuk kurallarını uygulaması bir hukukçu tarafından dahi mümkün görülmemektedir.
Nitekim, arkadaşlarımızı beraat ve tahliye ettiren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin uğradığı linç, karalama ve iftira cinnet boyutundadır. Yargı tüm Türk Halkının gözleri önünde baskı görüp tehdit edilmektedir.
Bu durumda adaletten, haktan, hukuktan, kanundan bahsetmek mümkün olamaz. Korkunç bir güvensizlik ortamı ülkeyi sarar.
Kanunlar insanların güvencesidir. Ancak sosyal medyada veya basında yer alan birkaç derin devlet çetesinin piyonu düğmeye basıp, azgınca hukuku, kanunu hiçe sayarak saldırmaya başladığında, insanlar dehşete kapılmakta, kendisine, ailesine, kariyerine zarar gelecek endişesiyle, Celal Ülgen’in de ifade ettiği gibi “büyük bir şey almak istememektedirler”.
Bu güvensizlik, tedirginlik ortamı son bulmalı, iftiralara dayalı linç kampanyaları, trol saldırıları durdurulmalı, hukukun işlediği bir güven, saygı ve sevgi ortamı acil olarak sağlanmalıdır.
Hz. Yusuf (as) döneminde de, hiçbir suçu olmamasına rağmen tertemiz bir Peygamber, iftira, söylenti ile linç edilmiş, suçsuzluğu bilinmesine rağmen hapsedilmiştir.
Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)
Masum ve suçsuz olarak hapis yatmak Hz. Yusuf (as)’ın sünnetidir. Bu nedenle Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, masum olarak cezaevinde kalmayı Allah’tan bir güzellik olarak görmektedirler.
Ancak, masum insanları, tepkiyle karşılaşmamak, linç edilmemek için cezaevinde tutmak zulümdür.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.