İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Sayın Adnan Oktar ve birçok arkadaşımızın yargılandığı davanın 26-27/02/2020 tarihli duruşmalarında Ayça Pars, Ece Koç ve Mustafa Arular ve Emre Teker isimli arkadaşlarımız ifade vermişlerdir.
Bu arkadaşlarımız, uzun yıllar boyunca vakıf camiamızın içinde yer almış ve birçok sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmış kişiler arasındadırlar. Camiamıza yönelik düzenlenen komplo neticesinde gerçekleşen 11.07.2018 tarihli polis operasyonunda birçok arkadaşımız gibi onlar da tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir.
Burada her tutuklu ve hükümlü gibi cezaevinin zorlu koşullarıyla karşı karşıya kalmalarının yanı sıra, bazı husumetli müştekilerin kontrolünde hareket eden Av. Celal Ülgen, Av. Fuat Selvi ve Av. Hüseyin Küçük gibi avukatların baskıları ve korkutmalarına da maruz kalmışlardır. Hiçbir suçları olmadığı halde haksız yere ceza alacakları, kendileri için hukuk ve kanunun işlemeyeceği, ömürleri boyunca hapislerde çürüyecekleri gibi telkinlerle korkutulmuş, bu durumdan TEK KURTULUŞUN İSE ANCAK SAYIN ADNAN OKTAR VE 20-30 YILLIK ARKADAŞLARINA İFTİRA ATMAKLA MÜMKÜN OLABİLECEĞİ YALANINA inandırılmışlardır.
Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan arkadaşlarımızın son derece zorlu cezaevi koşullarında bulunduklarını unutmamak gerekmektedir. Ayça Pars ve Ece Koç, tecrit hücrelerine konmuşlardır. Kendilerini bir anda aşırı küflü, kirli, havasız, dar, sıkışık bir ortamda, hiçbir teknolojik aletin bulunmadığı bir yerde buldular. Önceki hayatlarında, bizlerle birlikteyken, çok rahat, lüks ve zenginlik içinde bir yaşantıları vardı. Bir anda tüm sahip olduklarını, evlerini, arabalarını, çok sevdikleri eşyalarını, kıyafetlerini, makyaj malzemelerini, parfümlerini, bilgisayarlarını, telefonlarını, ipadlerini, takılarını, süs eşyalarını, son derece güzel döşenmiş manzaralı evlerini kaybetmenin ve hiçbir suçları yokken son derece ilkel koşullarda yaşamak zorunda bırakılmanın şokunu yaşadılar.
Ama tabi ki asıl onları korkutan, cezaevinde kalmak, hiç çıkmamak ve burada ölmekti. Özellikle Ayça Pars, aşağıda detaylarını vereceğimiz gibi, ileri derecede alerji hastasıdır ve anaflaktik şok geçirebilmektedir.
Zorlu cezaevi koşullarına ve sözde itirafçı olmaları için yapılan bu baskılara bir müddet direnmeye çalışan arkadaşlarımız, bir süre sonra dozu giderek artırılan bu tehdit, baskı ve korkutmalar yüzünden ve içinde bulundukları zor, kötü ve ürkünç cezaevi ortamından kurtulabilmek için, ve özellikle Ayça Pars hakkında konuşursak, sahip olduğu hastalığın öyle bir ortamda doğurabileceği hayati tehlikenin ortadan kalkması için kendilerinden istenenleri yapmak zorunda kalmışlardır.
Cezaevinden tahliye edilmek için hiç işlemedikleri suçları üstlenmeye, Sayın Adnan Oktar'a ve uzun yıllardır tanıyıp güvendikleri, canları gibi sevdikleri arkadaşlarına, kardeşlerine olmadık asılsız ve hayali suçlamalar yapmaya mecbur bırakılmışlardır. Camiamızı dağıtmak amaçlı kurgulanmış komploya acımasız yöntemlerle alet edilmişlerdir.
Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmalarının ardından tahliye edilen Ayça Pars, Ece Koç ve Mustafa Arular 26-27 Eylül 2020 tarihli duruşmalarda mahkeme ifadelerini vermişlerdir. Tahliye olmak için söylemeye mecbur kaldıkları iftiraları, karalama ve itibarsızlaştırma amaçlı hayali ve çirkin senaryoları, tekrar tutuklanıp cezaevine gönderilme korkusuyla bu kez de mahkeme huzurunda tekrarlamışlardır.
Ne var ki medyamızın, yukarıda kısaca özetlediğimiz zorlayıcı etkenler nedeniyle anlatılmış bu tümüyle gerçek dışı, hayali ve uydurma iftiraları adeta kanıtlı ve belgeli somut gerçeklermiş gibi, üstelik karşı tarafın savunmalarına da hiçbir şekilde yer vermeden kamuoyuna servis ederek çok yanlış, taraflı ve ilkesiz bir davranış sergilemiştir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yargılandıkları davada, 26 Şubat 2020 tarihi itibariyle, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalananların savunmalarının dinlenmesine Ayça Pars isimli arkadaşımızla başlandı.
Ayça Pars'ın ifadesinde gerçeklerle bağdaşmayan, çelişkili ve yanlış birçok iddia yer almaktadır. Birçok medya kuruluşu ise, tüm bu iddialara geniş çaplı yer verdi. Oysa, Ayça Pars arkadaşımız, aşağıda açıklayacağımız nedenlerle, ciddi bir psikolojik ve fiziksel baskı altında olarak bu ifadeleri vermiş, bu ifadeler kendisine zorla söylettirilmiştir. Anlattıkları bir suç teşkil etmemekle birlikte, iyi eğitimli, mazbut, dindar bir hanımı mahcup edecek konulardır. Ancak arkadaşımız, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmek için bu ifadeleri vermeye zorlanmıştır. Basının bu iddiaları, adeta bir müjde verir gibi haber yapması, zaten baskı altında olan bir insanı daha da zor bir duruma sokmaktadır.
Duruşma sırasında, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZIN AVUKATLARI AYÇA PARS'A SORU DAHİ SORMAMIŞLAR, ifadesindeki çelişkileri, gerçek dışı noktaları, delillerimiz çok net ve kesin olmasına rağmen dikkate getirmeyerek, kendisini daha da mahcup etmemeye büyük özen göstermişlerdir. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın, bu iftiralar nedeniyle cezaevinde oldukları, bir kısmının ise ev hapsinde olduğu düşünülürse, arkadaşlarımızın ve avukatlarımızın gösterdikleri bu hassasiyet daha da önem kazanmaktadır.
Ayça Pars, 30 yıl camiamızda kalmış, büyük fedakarlıklarla, çok şevkli ve etkili olarak camiamızın çalışmalarına katkı sağlamış, arkadaşlarımızla kardeşten de öte yakın ilişki içinde 30 yılını bizlerle geçirmiş, çok sevdiğimiz bir arkadaşımızdır. Gördüğü baskı ve zorluklar nedeniyle, 30 yıllık arkadaşlarına iftira atmak zorunda kalmasının, ona ne kadar büyük bir yük olabileceğini görüyor ve yaşadığı zorluklardan dolayı ona daha da çok sevgi duyuyoruz.
Camiamıza yönelik operasyondan sonra bizlerle birlikte 8 gün gözaltında bulunan, polis sorgusunda etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istemediğini belirterek, kendisine, Sayın Adnan Oktar'a ve camiamıza yönelik hiçbir suçlamayı kabul etmeyen Ayça Pars, arkadaşlarımızla birlikte tutuklanmış, önce Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na ardından ise Kocaeli Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu'na nakledilmiştir. Yaklaşık 1,5ay cezaevinde kalan Ayça Pars, burada çok zorlu günler geçirmiştir.
Ayça Pars ileri derecede alerjik bir bünyeye sahiptir. Birkaç kez anaflaktik şoka girmiştir, her seferinde camiamızdan arkadaşlarımız hayatını kurtarmışlardır. İlk şoka girdiğinde, yanındaki arkadaşlarımız anında müdahale etmişler, dilini çekerek nefes almasını sağlamışlar ve ambulansla hastaneye yetiştirmişlerdir. Ani bir şoka tekrar girme ihtimaline karşı boynunda sürekli adrenalin enjektörü taşımaktadır.
Ayça Pars'ın Kocaeli F Tipi Kapalı Cezaevinde bulunduğu hücre, 4 metrekare büyüklüğünde, küflü, sıcaklığın 40 derecenin üzerine çıktığı, koridordan ve yan koğuşlardan yoğun sigara dumanının geldiği, havasız bir yerdi. Ayça Pars, bu koğuşa konulduğunda arkadaşlarına avludan, "BİZİ BURADA ÖLÜME TERK ETTİLER" diye seslenmiştir. Gerçekten de bu koşullarda Ayça Pars'ın anaflaktik şoka girmesi ve Allah korusun hayatını kaybetmesi kaçınılmazdır. Tek başına bulunduğu hücrede, şok durumunda yardım istemesi ise imkansızdır. İnfaz Memurlarını çağırmak için butona basma imkanı bulsa bile, bu butona genelde çok geç ve çoğu zaman da hiç yanıt gelmemektedir. Oysa anaflaktik şokta, anında müdahale gerekmektedir.
Ayça Pars, cezaevi koşullarını gördüğünde, ölüm korkusuyla sarsılmıştır. BU ZORLU KOŞULLARDA DAHİ, KOCAELİ CEZAEVİNDE İÇ POSTAYLA, ARKADAŞIMIZ PINAR AKKAŞ'A SEVGİSİNİ, ŞEFKATİNİ, DÜŞKÜNLÜĞÜNÜ, SUÇSUZLUĞUMUZU, ADALETİN TECELLİ EDECEĞİNE OLAN İNANCINI ANLATAN ÇOK GÜZEL BİR MEKTUP GÖNDERMİŞTİR.
Ayça Pars'ın, camiamızdan Pınar Akkaş'a yazdığı güzel sevgi dolu mektuplarından bazı alıntılar şöyledir:
Ne var ki, cezaevindeki şartların giderek ağırlaşması, öncelikle sağlığı hakkındaki endişeleri ve ardından etkin pişman olması için camiamıza husumetli kişilerin yönlendirdiği avukatlar tarafından, "en az 70 yılla yargılanıyorsunuz, Cumhurbaşkanı üzerinizi çizdi, bir daha güneşi göremeyeceksiniz" şeklindeki asılsız tehdit ve korkutmalarla yaptıkları baskı ve telkinler neticesinde AYÇA PARS, 30 YILLIK ARKADAŞLARINA İFTİRA ATMAK ZORUNDA KALMIŞTIR.
Ayça Pars gibi tertemiz, vicdanlı bir mümine hanımın, hiçbir suçu olmadığı halde, hem kendisine hem de hiçbir suçu olmadığını bildiği arkadaşlarına iftira atması, onun ne kadar büyük bir tehdit altında olduğunu, nasıl korktuğunu göstermektedir. Tahliye olabilmek, cezaevinden kurtulabilmek için bir kez iftira atınca, şimdi de geri döndürülme korku ve endişesiyle bu iftiraları sürdürmek zorunda kalmış, ve 30. Ağır Ceza Mahkemesinde hakim karşısında da bu ifadeleri vermiştir.
Arkadaşımız Ayça Pars'ın basında yer alan ifadelerindeki gerçek dışı iddialar ve bu iddialara yanıtlarımız aşağıda sunulmaktadır.
Ayça Pars ifadesinde "Adnan Oktar dağılmaya karşı iki kavram sundu. Birincisi Kur'an'dandı. 'Biz hak cemaatiz, bu yüzden bana itaat etmek zorundasınız. Bana itaat eden Allah'a, Peygamber'e itaat eder. Bana ihanet eden Allah'a peygambere ihanet eder' demektedir. Ayça Pars'ın bu iddiası akla ve mantığa kesinlikle uygun değildir.
Ayça Pars, son derece iyi eğitimli, zeki bir hanımdır; Beyoğlu Anadolu Lisesini bitirmiş, Boğaziçi Üniversitesi Matematik bölümünde dört yıl öğrenim görmüştür. Sonrasında ise son derece başarılı bir iş hayatı olmuş, dünyanın en büyük uluslararası firmalarında satış-pazarlama ve pazarlama departmanlarında hem ulusal hem de yurt dışı operasyonlarında yönetici pozisyonlarında görev almıştır. Uluslararası reklam ajanslarında önemli projeler yönetmiştir. Ayrıca bilişim teknolojilerinde uzmanlık derecesinde bilgi ve donanım sahibidir. Teknolojiyi, internet platformlarını en gelişmiş düzeyde ve çok aktif bir şekilde kullanmasıyla tanınır.
Ancak Ayça Pars ifadesinde, dini telkinlerle kandırıldığını iddia etmiştir. Bu derece kültür ve bilgi birikimi olan, aydın ve her türlü iletişim, eğitim ve bilgiye ulaşım imkanlarına sahip bir kişinin kandırılabilmesi kesinlikle söz konusu olamaz. Ayça Pars için bir bilgiyi Google'a yazıp araştırmak ve doğru bilgiye ulaşmak 1 dakika bile sürmez. İstanbul gibi bir metropolde istisnasız neredeyse herkesin elinin altında internet imkanı vardır. Küçük bir çocuk dahi kendisine yapılan "dini telkini" araştırıp doğruluğunu kontrol etme imkanına sahiptir. Ayça Pars ise, Sayın Adnan Oktar'ın sözde, "Ben imamım bana karşı gelen Allah'a karşı gelmiş olur" şeklinde bir telkinine inandığı için aramızda kaldığını iddia etmektedir. Oysa ki bu tümüyle gerçek dışıdır, iftira olduğu da apaçık ortadadır.
Sayın Adnan Oktar asla böyle bir iddiada bulunmamıştır ve bulunmaz da. Çünkü böyle bir söz söyleyen kişi Allah korusun dinden çıkmış olur. Bu, haşa, Allah adına yalan söylemek olur ki Sayın Adnan Oktar Allah'tan korkan bir insandır, asla böyle bir söz söylemez. Zaten Ayça Pars da dinde böyle bir hüküm olmadığını ve olamayacağını çok iyi bilmektedir. Bilmeseydi bile araştırıp öğrenmesi en fazla bir iki dakikasını alırdı. Dolayısıyla Ayça Pars'ın bu sözleri baştan sona gerçek dışıdır. Ayça Pars bu arkadaş camiasıyla burada gördüğü güzel ahlak dolayısıyla görüşmüş, Sayın Adnan Oktar'ı ve arkadaşlarını gerçekten sevdiği için bu camiayla 30 yıl birlikte olmuştur.
Diğer yandan da Ayça Pars'ın sözde dini telkinle 'Adnan Oktar'ı imam olarak gördüğü iddiası' akla ve mantığa da aykırıdır. Türkiye'de ilkokul çağından itibaren her vatandaş dini bilgiye sahip olarak yetişmekte ve neyin haram neyin helal olduğunu çok iyi bilmektedir. Bir kişinin kendi kendisini "imam" ya da "ululemir" ilan etmesinin mümkün olmadığını, böyle bir düşüncenin dinimizde olmadığını ortalama her Müslüman bilir. Dolayısıyla Ayça Pars gibi eğitimli bir insanın bu tip iddialarda bulunması ve "Bana dini telkin yaptılar, o yüzden ben de bunlara inandım, kandırıldım" demesi, hayatın kesin gerçekleriyle, akıl ve mantıkla tümüyle çelişmektedir.
Arkadaşımız Ayça Pars ifadesinde "Adnan Oktar'ın çevresinden ayrılanların münafık ilan edildiğini ve sözde örgütün münafıklık kavramını kullanarak ayakta tutulduğunu" iddia etmiştir.
Ayça Pars arkadaşımız, ne Sayın Adnan Oktar'ın ne de arkadaşlarının böyle bir inanç ve anlayış içinde olmasının mümkün olmadığını gayet iyi bilmektedir. Çünkü Kur'an'a göre bir insanın bir diğerine münafık teşhisi koyması, bir kişiyi münafık ilan etmesi mümkün değildir. Bir kişinin münafık olup olmadığını yalnızca Allah bilir. Allah dilerse bunu Peygamberlerine vahyedebilir. Ancak vahiy olmadan kimin münafık olup olmadığını kullar bilemez. Dolayısıyla Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, kendileriyle bir sebeple görüşmemeye başlayan insanlar için münafık nitelemesi yapmaları imkansızdır.
Kaldı ki Sayın Adnan Oktar yaklaşık 40 yıldır imani ve kültürel çalışmaları devam eden bir insandır. Bu süre zarfında binlerce insan camiamızda bulunmuş ve sonrasında bizlerle yollarını ayırmıştır. Sayısı neredeyse 10 bini bulan bu insanların hiçbiri için bugüne kadar ne Sayın Adnan Oktar'ın ne de arkadaşlarının "siz münafıksınız" ithamı olmadığı gibi, büyük çoğunluğuyla da dostane ilişkileri devam etmektedir. Kimsenin "bana münafık dediler", "beni münafıklıkla itham ettiler", "münafık olmaktan korktuğum için yanlarından ayrılamadım" diye bir şikayeti olmamıştır. Örneğin, Acun Ilıcalı, Aylin Kotil, Esat Yontuç, Caner Taslaman... gibi kamuoyunun da yakından tanıdığı BİNLERCE KİŞİ geçmişte camiamızdan ayrılmış, ancak herhangi bir baskı veya kötü söz işitmemişlerdir.
Daha da önemlisi, Ayça Pars’ın ablası Ayda Pars, çok uzun yıllar önce camiamızdan ayrılmış, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Bir kez bile aleyhinde bir söz söylenmemiş, herhangi bir karalama yapılmamıştır. Ayça da bunu çok iyi bilmektedir.
Ayça Pars ifadesinde, sözde bir hiyerarşik yapılanmadan söz etmektedir. Bu sözde yapıya göre, bacılar ve kardeşler olarak iki ayrı grup bulunmaktadır, bu iki grup birbirleriyle görüşmemektedirler, konuşmaları yasaktır, sözde örgüte karşı gelenlerin ise ayrı bir grupta tutulduklarını iddia etmektedir.
Camiamıza atılan TCK m.220 kapsamındaki suç örgütü iftirasına dayanak olması için, üyeler arasında sözde bir hiyerarşik yapı olduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Suç örgütü adeta bir güç kaynağı haline gelmeli ve üyeleri üzerinde de bir hâkimiyet oluşturmalıdır. Arkadaş camiamızda ise ilgili kanun maddesinde bir koşul olarak belirtilen bu hiyerarşik yapılanma ve emir-talimat ilişkisi kesinlikle bulunmamaktadır.
Savunmasını tamamlayan yaklaşık 170 arkadaşımızın tamamı bu grupları ve sözde hiyerarşiyi kesin olarak reddetmiştir.
Ayrıca, sözde örgüte karşı gelenlerin ayrı bir grupta tutulmaları hayatın olağan akışına, akla ve mantığa aykırıdır. Bir gruba karşı olanlar yine o grupta kalmaya devam etmezler. Onlar kalmak istemeyecekleri gibi, hiçbir grup veya camia kendi fikirlerine, inancına karşı kişileri bünyesinde tutmak istemez.
Sözde bacı ve kardeşler grubunun birbirleriyle konuşmalarının ve görüşmelerinin yasak olduğu iddiası da kesinlikle gerçek dışıdır. Camiamızdaki hanımlar ve erkekler, birlikte çalışmakta, etkinlikler organize etmektedirler.
Ayça Pars, akıl ve can sağlığını koruyabilmek ve tahliye olabilmek için, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak zorunda kalmıştır. İfadelerinin bu hüküm kapsamına girebilmesi içinse, sözde örgütün varlığını gösterecek gerçek dışı iddialarda bulunmaya zorlanmıştır.
Ayça Pars'ın açıklamalarında dikkat çeken hususlardan biri de "Adnan Oktar'a sormadan saçına toka bile alamadığı" ithamıdır. Ayça Pars'ın dayatmayla yapmak zorunda kaldığı bu açıklamalarla hayatı arasında ise büyük bir uyumsuzluk vardır. Cemiyet hayatının içinde yer alan, sık sık davetlerde boy gösteren, hayatını dolu dolu yaşayan Ayça Pars'ın kredi kartı dökümleri incelendiğinde alışverişten çok zevk aldığı görülecektir. Değil tek bir toka bile alamamak bir çok hanıma kıyasla oldukça sık ve çok alışveriş yaptığı kolaylıkla anlaşılacaktır.
Benzer şekilde Ayça Pars'ın arkadaşlarımızın mal varlıkları, bu mülklerin kimin üzerine nasıl yapılacağı konularında güya Adnan Oktar'ın yönlendirme yaptığı, tek kişi üzerine ev alınmadığı, birkaç ortakla alındığı iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır. 40-50 yaşında insanların mülk sahibi olması konusunda başkasının tasarrufunda olmaları mümkün değildir.
Dahası, arkadaşlarımızın Mahkeme huzurundaki hür ifadelerinde belgelerle ortaya koydukları gibi bu ithamların aksine bir çok arkadaşımızın kendi üzerinde, herhangi bir ortak olmadan mülkü bulunmaktadır. Banka hesaplarında oldukça yüklü tutar bulunan ve bu hesabı başka hiç kimse ile ortak kullanmayan arkadaşlarımız olduğu da somut bir durumdur. Kişisel konular olduğu için burada arkadaşlarımızın isimlerine, mülklerinin ve banka hesaplarının detaylarına yer vermiyoruz. Ancak istenildiği takdirde bu bilgiler kolaylıkla Mahkeme tutanaklarından temin edilebilir ve öne sürülen bu ithamların geçersizliği görülebilir.
Arkadaşımız Ayça Pars, maaş kartının önceleri Alev Babuna, daha sonra da Pelin Akçalı isimli arkadaşlarımızda bulunduğunu, maaşlarının bu kişiler tarafından bankadan çekilip alındığını iddia etmektedir.
Camiamıza 1999 yılında düzenlenen operasyon sonrasındaki süreçte de, aynı iddia dile getirilmiştir. Daha sonra yargı sürecinde bu iddianın geçersizliği ve bir iftira olduğu anlaşılmış ve bu iddiadan beraat edilmiştir. Hatta arkadaşlarımızın el konulan söz konusu maaş kartları kendilerine iade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 7 No.lu Protokol'ün 4. Maddesine göre aynı suçtan iki kez yargılanmama ve suçlanmama ilkesi vardır. Bu ilkeye göre, arkadaşlarımızın beraat ettikleri bir konuda tekrar suçlanmaları mümkün değildir.
Mahkemede ifade veren 170 arkadaşımızın tamamı bu iddiayı reddetmiştir. Arkadaşlarımız son derece medeni, hür, kendi kararlarını kendileri verebilen kişilerdir. Böyle bir uygulamayı kabul etmeyecekleri açıktır.
Daha da önemlisi, 11 Temmuz 2018 tarihinde yaklaşık 125 eve yapılan polis operasyonunda yaklaşık 125 evde yapılan aramada, bir araya toplanmış kredi kartlarına ne ismi zikredilen arkadaşlarımızda ne de başka bir evde rastlanılmamıştır. Dolayısıyla bu iddialar doğru değildir.
Ayça Pars, Boğaziçi Üniversitesi'nde 4. Sınıfa devam ederken, "Sayın Adnan Oktar'ın talimatıyla" üniversiteyi bıraktığını iddia etmektedir. Bu, sözde öğretim hakkının engellendiği iddiasına bir zemin hazırlamak için uydurulmuş bir iddiadır.
Ayça Pars camiamızda bulunduğu süre boyunca okuluna devam etmiş, 4. sınıfa kadar eğitimini sürdürmüştür. Ancak okulunu bitirememesinin sebebi muhtemelen matematik bölümünün zorluğu ve çok çalışma gerektirmesi olabilir.
Ayrıca Ayça Pars bu yıllarda ailesiyle birlikte kalıyordu. Dolayısıyla herhangi bir baskı görmüş olması söz konusu değildir.
Bununla birlikte, camiamızda Ayça Pars'ın eğitimine devam ettiği yıllarda üniversiteye devam eden ve mezun olan, hatta ardından yüksek lisansa devam eden çok kişi vardır. Ayça Pars gibi üniversite eğitimini yarıda kesen çok az kişi bulunmaktadır.
Diğer yandan da Ayça bu yıllarda iş hayatına atılmış ve çalışmaya başlamıştı. Dolayısıyla bir yandan çalışırken, bir yandan da okuduğu matematik bölümündeki derslerine devam etmek ve çalışmakta zorlandığı için de eğitimini sürdürmemiş olabilir.
İlginç olan, camiamızın genel olarak Ayça Pars'ın üniversiteden mezun olduğunu düşünmemizdir. Mezun olmadığını ilk kez iddianameden öğrenmiş bulunmaktayız. Bizler bu durumdan dahi habersizken, Ayça Pars bizleri sözde onun eğitim hakkını engellemekle suçlamaktadır. Bu da tamamen Etkin Pişmanlık hükümlerinden faydalanıp tahliye olabilmek için kendisine söyletilen bir yalan ve iftiradır. Ve hiçbir gerçekliği, somut delili, itibar edilebilir ve inandırıcı yönü de yoktur.
Ayça Pars'ın, Sayın Adnan Oktar'ın kendisinin ve camiamızdaki diğer kişilerin toplumla bağını koparmaya çalıştığı gerçek dışı bir iddiadır.
Ayça Pars'ın yaşantısı bu iddianın geçersizliğinin en açık delillerinden biridir. Ayça Pars, Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenim görmüştür, ardından da pek çok yerli ve Heidelberger Druckmaschinen AG (Alman İş Makineleri firması) ve Procter&Gamble gibi yabancı şirketlerde çalışma hayatına devam etmiştir. Bu şirketlerin ilgili departmanlarında, yıllarca tek başına çalışmış, idari görevlerde bulunmuştur.
Sonraki süreçte de A9 TV'nin kurulmasıyla birlikte, kendi isteğiyle bu televizyon kanalının yayın ekibinde yer almıştır. Diğer yandan da bu 30 yıl boyunca, TBAV camiası bünyesindeki tüm toplantılara, konferanslara, sergilere, yemeklere, iftar programlarına katılmış hatta bu organizasyonların düzenlenmesinde büyük bir şevk ve istekle gönüllü olarak en başta bizzat aktif rol almış ve her aşamasıyla bizzat kendisi ilgilenmiştir.
Ayça Pars yine Adnan Oktar ve pek çok arkadaşlarımızın da katıldığı, 19 Mart 2018 tarihinde İstanbul Raffles Otel'de düzenlenen A9 TV'nin 8. Kuruluş Yıldönümü'ne, 8 Nisan 2018'de Shangri-La Bosphorus İstanbul'da gerçekleştirilen Atatürk ve Aydınlık Türkiye Konferansı'na, 28 Nisan 2018 tarihinde İstanbul Fairmont Quasar Oteli'nde gerçekleştirilen 3. Uluslararası Yaşamın ve Evrenin Kökeni Konferansı'na, 24 Mayıs 2018'de Çırağan Palace Kempinski İstanbul'da düzenlenen A9 TV Geleneksel İftar Daveti'ne, 20 Haziran 2018'de A9 TV'nin Feriye Sarayı'nda düzenlediği Bayram Sonrası Daveti'ne katılmıştır.
Bu toplantılarda yüzlerce gazeteci, güvenlik görevlisi, otel yetkilisinin yanı sıra, dünyanın dört bir yanından ve ülkemizden katılan onlarca bilim adamı, siyasetçi, akademisyen, din adamı, barış elçisi, ünlü sanatçılar gibi pek çok insanla bir araya gelmiş, sohbet etmiş, fikir alışverişlerinde bulunmuştur. Ayça Pars tüm bu konuklara Sayın Adnan Oktar'ın ahlakının güzelliğini ve kendisinin Devletimizin, milletimizin bekasını korumaya yönelik cansiperane çalışmalarını çok büyük bir övgüyle anlatmıştır. Ayça Pars'ın, bu organizasyonlarda pek çok yerli ve yabancı misafirle olduğu gibi, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızla da çektirdiği, kendisinin son derece özgür, sağlıklı ve mutlu olduğunu net bir şekilde ortaya koyan yüzlerce fotoğrafı ve bu davete ilişkin medyada da yer alan videoları vardır.
Bunların yanı sıra Ayça Pars, camiamızla bir arada olduğu dönem boyunca gerek iş hayatında gerekse de sonraki dönemlerde, istediği zaman, istediği her yere, istediği şekilde arabasıyla veya taksi ile gidip gelmiştir. Ayça Pars tüm çalışma ve sosyal hayatı boyunca hep istediği şekilde özgürce hareket etmiş ve geniş sosyal çevresi ile de hep iletişimde olmuş, hayatının her anını kendi tercihleri doğrultusunda geçirmiş bir insandır.
Dolayısıyla Ayça Pars'ın toplumdan engellendiği iddiası da diğer tüm iddiaları baştan sona mesnetsiz, mantıksız ve gerçek dışıdır. Aynı zamanda da tarihi, açık ve kesin gerçeklerle de tümüyle çelişmektedir.
Ayça Pars ifadesinde, suç olmayan bazı söz ve davranışları bir suçmuş gibi anlatmış, basın da bu ifadeleri abartarak vurgulamıştır . Bu iddianamenin genelinde de olan bir yaklaşımdır. Sözde bir silahlı suç örgütünün yargılandığı dava sırasında, 30 yıllık arkadaşımız olan Sayın Adnan Oktar'a ilk ismiyle hitap edilmesi sanki bir suçmuş gibi anlatılmaktadır. Her vesile ile sık sık dile getirdiğimiz gibi biz birbirinin çok seven bir arkadaş grubuyuz. 30 yıllık dostumuz olan kişilere, Sayın Adnan Oktar da dahil olmak üzere, ilk ismiyle hitap ediyor olmamızın bir silahlı suç örgütü iddianamesinde veya etkin pişman bir sanığın ifadelerinde nasıl yer bulduğu gerçekten anlaşılır değildir.
Yine bir suç örgütü davasında sıkça yöneltilen "suçlamalardan" biri, arkadaşlarımızın birbirine söyledikleri sevgi sözcükleridir. "Aşkım" hitabı duruşma boyunca ifade veren arkadaşlarımıza da sanki bir suç unsuru gibi sorulmuş, Adnan Oktar'a neden "aşkım" diye hitap ettikleri sorgulanmıştır. Bu bir sevgi ifadesidir, arkadaşlarımız sosyal medya hesaplarında da sık sık Sayın Adnan Oktar'a ve birbirlerine "Allah aşkıyla sevdiğim" diye hitap ederler.
Derin iman sahibi sevgi insanları birbirlerine hep aşk ve sevgiyle hitap eder, iltifat ederler.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in, Arvasi Hazretleri'ne ithafen söylediği sevgi sözleri bunun güzel bir örneğidir:
"Benim kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, efendim, topyekûn hayatım… Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder? Sen benim böyle bir şeyimsin! Hayatım sensin!..
Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!"
Aslında sevgi sözcükleri konusu bir suç unsuru değil, bilakis camiamızın bir suç örgütü olmadığının, Sayın Adnan Oktar'ın da silahlı bir suç örgütü lideri olmadığının delilidir. Suç örgütlerinde sevgi, bağlılık, iltifat olmaz. Suç örgütleri çıkara dayalı, öfkeli, tedirgin, birbirine şüpheyle bakan ve aslında birbirine düşman kişilerden oluşan yapılanmalardır. Camiamız ise bunların tam aksidir. Tam anlamıyla bir sevgi camiasıdır.
Ayça Pars, son derece çalışkan, özverili, zeki, üretken bir arkadaşımızdır ve camiamızda bulunduğu 30 yıl boyunca, Sayın Adnan Oktar ve tüm camiamız gibi hiçbir ücret veya karşılık beklemeden, sadece Allah'ın rızası, rahmeti ve Cenneti için gece gündüz, tatil yapmadan, Allah'ın varlığını birliğini, dinimizi, vatan ve millet sevgisini anlatmak için çalışmıştır.
Ne var ki, etkin pişman olarak kabul edilebilmesi için, camiamıza örgüt suçlaması yapmak zorunda bırakılmıştır, bu nedenle de 30 YIL BOYUNCA İŞLEDİĞİ SALİH AMELLER İÇİN "ÖRGÜTSEL FAALİYET" DEMİŞTİR. Bu arkadaşımızın ne kadar baskı altında olduğunun en önemli delillerinden biridir. 30 yıl Allah için yaşayıp, çok hayırlı ve fedakarane çalışmalar yapıp, sonra tüm yaptıklarım boşa gitti, örgütsel faaliyetlerdi diyebilmek için bir insanın şiddetli bir baskı görüyor olması gerekmektedir.
Ayça Pars camiamızdayken, tüm içerikleri Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak hazırlanmış olan, 'Allah'ın varlığının delillerini, Kuran-ı Kerim'de yer alan mucizeleri, canlılarda ve yeryüzünde bulunan sayısız iman hakikatlerini, Peygamberlerimiz (sav)'in hayatını, Kur'an-ı Kerim'de kadınlara verilen önemi, evrim teorisi, ateizm, komünizm gibi dinsiz fikir akımların geçersizliğini ve FETÖ, PKK, DAEŞ gibi terör örgütleriyle fikri mücadelenin önemini anlatan, gençlerimizi maneviyata yönelten, Müslüman ülkelerin birlik olmasının gerekliliğini ortaya koyan ve daha pek çok ilmi ve kültürel konuya vurgu yapan yüzlerce internet sitesinin hazırlanmasını ve güncellemesini yapmıştır.
Allah'ın adının anıldığı, Kur'an ayetlerinin yazıldığı bu çalışmalar için "örgütsel faaliyet" ifadesini kullanmak için gerçekten bir şeylerden korkuyor, çekiniyor olmak gerekir.
Ayça Pars, A9 TV'de yayınlanan programlarda, bazı hanımların dans etmelerinden ve giyim tarzlarından rahatsızlık duyduğunu, bunu kabullenemeyeceğini ifade etmiştir. Öncelikle bu yayınlar, yaklaşık 10 yıldır devam etmektedir. Ayça Pars, A9 TV'nin reji sorumlusudur, yani 10 yıldan fazla süre bu yayınların çekimini ve yayını yapan kişidir. Bu denli rahatsız olduğu bir ortamda neden bulunmuştur ve bu çekimlerin yayınlanmasında neden rol almıştır? Neden emniyetteki sorgusu sırasında kendisine sorulduğunda, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istememiştir? Çünkü Ayça Pars, aslında camiamızla isteyerek, gönülden, şevkle birlikte olmuştur. Kendisi zeki, kültürlü, mazbut, kaliteli bir insandır. İddia ettiği gibi gerilimli, esir hayatı yaşanan, gayri ahlaki görünen bir ortamda asla bulunamayacak bir yapıdadır. Dolayısıyla eğer iddia ettiği gibi bir gayri ahlaki örgüt olsa idi, Ayça Pars değil 30 yıl 30 dakika bile böyle bir ortamda kalamazdı. Ayça Pars arkadaşımız, cezaevindeki zorluklara ve kendisine yönelik manevi işkenceye dayanamamış ve son çare olarak etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmaya karar vermiş, ancak cezaevinde bu görüntüden rahatsız olduğu aklına gelmiştir.
Çünkü aslında bundan rahatsız değildir. Çünkü Ayça Pars, A9 TV'deki yayınların formatının hikmet ve nedenlerini çok iyi bilmektedir. Bu programlarla, Cumhurbaşkanımıza ve devletimize çok önemli bir destek hedeflenmektedir. Bazı hanım arkadaşlarımızın dekolte giymelerinin, programlarda dans etmelerini bazı hikmetlerini şu başlıklarla özetleyebiliriz:
Ayça Pars mahkemedeki sorgusu sırasında "örgütteki kişilerin ailelerine cinsel içerikli iftiralar atılıp küçük düşürüldüklerini" ve "ailelerin çocuklarını görmek istediklerini fakat görüştürülmediklerini" iddia etmektedir. Daha da ileri giderek Sayın Adnan Oktar'ın çocukları tarafından ailelerine hakaret ettirildiğini iddia etmektedir.
Söz konusu ifadeler Ayça Pars'a etkin pişmanlıktan yararlanıp hapisten çıkabilmesi için özel olarak söylettirilmiş olan gerçek dışı ifadelerdir. Adnan Oktar davasında, toplumun en hassas konuları arasında olan "aile" konusu özellikle gündeme getirilmektedir. Bu yüzden de ortada çok fazla şikayetçi aile varmış gibi bir algı yaratılmakta ve özellikle çocukların aileleriyle görüştürülmediği hatta ailelerine iftira attıkları gibi toplum içinde infial yaratacak, geleneklerimize düşkün insanlarımızı ajite edecek ifadelere yer verilmektedir. İşte bu nedenle, zaten sayısı 5-10 kişiyi bulmayan etkin pişman ifadelerinde de bu şablon cümleler özellikle yer almış, bu kumpası kuran kişiler tarafından tehditle eklenmiştir.
Adnan Oktar davasında şikayetçi aile sayısı 6-7 aileyi geçmemektedir. Bu aileler de, genel olarak bizlere yönelik kumpası kuran kişiler tarafından çeşitli şekillerde aldatılmış, maalesef farkında olmaksızın onların ağına düşmüş kişilerdir. Bu organize oluşum tarafından söz konusu ailelere tehditler hala yoğun olarak devam etmektedir. Aslında anlatılanın tam tersi olmuş, söz konusu kumpas grubu tarafından bu 6-7 aile kendi çocuklarından uzaklaştırılmıştır. Bu çocuklar, mahkeme sırasında da ailelerinin bu tehditlerden kurtarılmalarını istemişler ve ailelerini düşürüldükleri bu ağdan kopararak geri kazanmak istediklerini belirtmişlerdir.
İlginç olan, Adnan Oktar davası sırasında sürekli olarak söz konusu 6-7 ailenin gündem yapılması, fakat geri kalan yaklaşık 250 aileden hiç bahsedilmemesidir. Camiamız içinde herkes aileleriyle oldukça iyi ilişkiler içindedir; irtibatları hiçbir zaman kesilmemiştir. Yıllardır hemen herkes sosyal medyada aileleriyle fotoğraflarını paylaşmakta, aileleriyle birlikte girişimlerde bulunmakta, iş kurmakta, hatta kimileri, ilerlemiş yaşlarına rağmen halen ailelerinin yanında yaşamaktadırlar. Kimi aileler çocuklarının yanına taşınmışlardır. Bakıma muhtaç olan ailelerle başta Sn. Adnan Oktar olmak üzere camiamızdaki herkes yakından ilgilenmektedir. Ameliyatlarıyla, bakımlarıyla ilgilenenler, hastanede kaldıklarında başlarında refakatçi olarak bekleyenler, kan ihtiyacı olduğunda koşarak kan verenler ve yaşlılıktan kaynaklanan sorunlarına çözüm yolları bulanlar yine bu gruptan kişiler olmuştur. Aile kutsaldır ve bunu en iyi bilen ve yaşayanlardan biri, Allah'a, Kur'an'a bağlı yaşamayı kendine düstur edinmiş olan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarıdır.
Söz konusu aileler, cezaevi dönemlerinde kendi çocuklarına en büyük desteği göstermiş, onları hiçbir şekilde yalnız bırakmamış ve onların uğradıkları iftiralara hiçbir zaman inanmamışlardır. Cezaevlerinin açık görüş günlerinde kumpasçı grubun tehditlerine ve baskılarına maruz kalmalarına rağmen hep kendi çocuklarının daima yanında olmuşlardır. Hemen her aile, çocukları İstanbul dışında farklı şehirlerde cezaevlerine gönderilmiş olmalarına rağmen, onlara destek olmak için oldukça uzak şehirlere neredeyse her hafta ziyarette bulunmuşlardır. Bunun bir kumpas davası olduğunu çok iyi bildikleri için her aşamada desteklerini daha da artırmışlardır. Cezaevi sürecini takiben İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davamızın hemen her celsesine katılmış ve oturdukları koltuklardan sevgi gösterileri içinde bizlere olan desteklerini esirgememişlerdir.
Bu süreç boyunca, kumpasçı grup tarafından aldatılan 6-7 ailenin tamamen gerçek dışı açıklamaları basında oldukça geniş yer tutarken, kendi çocuklarını destekleyen yaklaşık 250 ailenin fikrine kimse danışmamıştır. Onların görüşünü kimse almamıştır. Onların destek mesajları gündem olmamıştır. Daha da ilginci, çocuğunu destekleyen bir anne, yaptığı bir basın açıklaması sonrası tutuklanmış ve 14 ay cezaevinde kalmıştır.
Ayça Pars'ın da grubun içinde bulunduğu dönemlerde kendi ailesiyle görüştürülmediği iddiası tümüyle gerçek dışıdır. Sadece telefon ve HTS kayıtları bile bunu ispat etmeye yetecektir ki bu kayıtlar şu an mahkemeye sunulmuş durumdadır. Ayrıca Ayça Pars, çok uzun yıllar boyunca sık sık ailesini ziyarete giden ve onlarla görüşen bir kişidir. Tek başına dilediği gibi dışarı çıkıp dolaşmaktadır. Dolayısıyla, dilediği zaman ailesini ziyarete gitme gibi bir özgürlüğe de sahiptir. Sadece ailesinin evine değil, ailesinin şehir dışındaki yazlığına bile çeşitli ziyaretlerde bulunmuştur. Burada dehşet verici bir baskı ve yaptırım altında anlatmak zorunda bırakıldığı bu senaryo, kendi yaşam tarzına asla uymamaktadır.
Nitekim, bizlere operasyon yapılmadan önce bir operasyon yapılacağına dair haberi de bizzat kendi annesinden almıştır.
Yine dava dosyamıza girmiş olan bir whatsapp görüşmesinde Ayça Pars, kendi kuzeni Serdar Pars ile oldukça samimi bir konuşma yapmaktadır. Konuşma içerik ve üslubundan, böyle konuşmaların aile arasında sıklıkla ve benzer samimiyette yapıldığı anlaşılmaktadır. Kendi kuzeniyle böylesine bir samimiyet içinde olan bir kişinin, kendi anne-babasıyla bundan daha samimi ve yakın olduğu kolaylıkla anlaşılabilecektir. Belli ki akraba ilişkileri yoğun ve güçlü olan bir kişidir.
Ailelere cinsel içerikli iftiralar atılması yalanı, ortada herhangi bir delili olmayan, karalama kampanyasının bir parçası olarak üretilen ciddi bir iftiradır. Özellikle aile ve cinsellik gibi toplumun iki hassas noktası kullanılmaktadır. "Çamur at, izi kalsın" mantığından yola çıkarak, böyle bir ifade ile karşı tarafta ilk planda sarsıcı bir etki bırakmak amaçlanmıştır. Bu iftirayı ilk planda duyan kişiler mutlaka bundan irrite olacaklar ve bu konu mahkeme huzurunda aklansa da –ki mutlaka aklanacaktır– yine de bu iftira bir şekilde zihinlerde yer etmiş olacaktır. Bu sözlerle amaçlanan budur.
Yine ailelerle ilgili sorgu sırasında geçen bir başka ifadede, Ayça Pars "ailelerin mirasını ailesine kaptırmayıp örgüte kaydırmak amaçlı olarak sözde sahte evlilikler yapıldığını" iddia etmiştir. Bu gerçekliği olamayacak kadar baştan savma bir iddiadır. Arkadaş grubumuz içinde ailesi zengin olup evli olmayan oldukça fazla kişi vardır. Evli olmayan, ailesini kaybetmiş ve ailesinden büyük bir miras gelmiş ve söz konusu mirası halen muhafaza eden kişiler vardır. Aile şirketlerini devam ettirmekte, aileden kalan gayrimenkulleri kendi inisiyatifi ve tasarrufu gereğince tutmaktadır. Dolayısıyla burada anlatılan mantık, yine toplumun hassas noktalarına dokunmak için kurgulanmış bir mantıktır.
Ayça Pars, arkadaş grubumuz içinde 30 yıl boyunca kalmış ve 30 yıl boyunca arkadaşları arasında son derece huzurlu yaşamış, bu dönem boyunca geçirilen soruşturmalar dahilinde de hiçbir zaman bizlerden şikayeti olmamış bir insandır. Ancak hiçbir suçumuz olmaksızın hapis gerçeğiyle karşılaşmamız, kendisine hapiste yıllarca tutulacağına dair yapılan tehditler ve hastalığından dolayı hapis şartlarına dayanamama korkusu nedeniyle etkin pişmanlığı tercih etmiş; cezaevinden çıkabilmek için de kumpas grubu tarafından bize yöneltilen suçlamaları tekrar etmek zorunda kalmıştır.
Ayça Pars'ın bilgisayarlarda operasyondan önce sözde arka plan temizliği yapıldığı ve format atıldığı iddiası tamamen gerçek dışıdır. Amaç, sanki bir suç örgütü var ve bu örgütün gizlemeye çalıştığı bazı şeyler bulunmakta görüntüsü vermektir.
Ayça Pars savunmasında operasyondan önce bilgisayarlarda arka plan temizliği yapıldığı, format atıldığı ve hatta daha da ileri giderek önemli hard disklerin imha edildiğini iddia etmiştir. Ayça Pars'ın bu asılsız iddiası öncelikle iddianamenin kendisiyle çelişmektedir. Çünkü;
Bilgisayarların temizlenmesi iddiası, camiamıza bir örgüt görünümü verilmesi için kurgulanmış bir iddiadır. Herhangi bir delili bulunmayan, sadece iki kişinin dile getirdiği son derece soyut bir beyandır. Bu görev için de, bilgisayarlara ilgisi olan Sayın Serap Akıncıoğlu seçilmiş ve kendisine böyle suni bir suç isnadından bulunulmuştur.
Ayça Pars, "Hem bayanlarda hem erkeklerde düzenli nöbet sistemi vardır" iddiasında bulunmuştur.
Ayça Pars'ın bu ifadesine dikkatlice bakıldığında, söylenen her cümlenin 'özel olarak seçilmiş olduğu', belirli bir sahte suç isnadı oluşturmaya yönelik bir açıklama yapıldığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Etkin pişman olmasaydı, belki de bu dava dosyasında kendisinin de 'yönetici olma suçlamasıyla' karşı karşıya kalabileceğini düşünen ve bunun sonucunda da 'tutuklanmaktan' ve yine bu şekilde 'hayali iddialarla yöneticilik suçu isnat edilen diğer sanıklar gibi 870 yıldan fazla ceza alma ihtimaliyle karşı karşıya kalmaktan korkan' arkadaşımız Ayça Pars kendisine dayatılan cümleleri art arda sıralamak zorunda kalmıştır. Birkaç cümle içerisinde arka arkaya defalarca 'nöbet', 'nöbetçi kardeş' ve 'silahlı bir kardeş' kelimelerini tekrarlamıştır.
Ancak sözde nöbet tutulduğu iddiası baştan sona 'somut delillerle' çürütülmüş durumdadır:
Dolayısıyla Ayça Pars'ın nöbet tutulduğu ve silahlı kişilerin kapıda Adnan Oktar'ı korumak için görevli oldukları iddiaları baştan sona uydurmadır. Ve bu hayali iddiaları destekleyen tek bir somut delil de yoktur. Nitekim nöbet tutan tek bir kişinin dahi olmadığı güvenlik kamerası kayıtlarından kolaylıkla ispatlanabilir durumdadır.
Ayça Pars, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanıp tahliye olduktan sonra, camiamızın kendisine baskı yaptığını iddia etmiştir. Ancak buna hiçbir belge, delil, ses kaydı, görüntü göstermemiştir. Kaldı ki, camiamız mensuplarının neredeyse tamamı 17 ay cezaevinde kalmıştır. Cezaevindeki kişilerin kimseye baskı yapamayacakları ortadadır. 13 Aralık 2019 tarihinden bu yana ise, 95 kişi tahliye olmuş ancak konut hapsindedir, diğer arkadaşlarımız halen cezaevindedirler. Bu durumdaki kişilerin herhangi birine baskı veya tehdit unsuru olması mümkün değildir.
Sayın Adnan Oktar ve camiamız mensupları kimseye asla baskı, tehdit veya zor kullanmazlar ve hiçbir zaman da kullanmamışlardır. Bugüne kadar bunun herhangi bir örneği bulunmamaktadır. Tüm arkadaşlarımız son derece nezaketli, hukuka saygılı, her zaman sevgiyi, merhameti ön planda tutan insanlardır. Öyle ki duruşmalar sırasında ifade veren arkadaşlarımız, kendilerine çok ağır iftiralar atan kişiler için dahi olumsuz bir ifade kullanmamışlardır.
Söz konusu asılsız iddianın tam aksine, Sayın Adnan Oktar ve camiamız, davamızdaki etkin pişmanlık hükümlerinden faydalana arkadaşlarımıza büyük bir sevgi ve şefkat duymaktadır.
Ayça Pars ve diğer Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan arkadaşlarımız 30 gün değil, 30 ay değil tam 30 yıl bizimle birlikte olan, Vatan'da gözaltında bulunduğumuz 8 günlük zor şartlarda ve sonrasında cezaevinde bu şartlara dayanan, cezaevinde kaldıkları süre içinde arkadaşlarımıza sevgi dolu mektuplar yazan, gelecekte birlikte yaşama isteklerini büyük bir sevgi ve özlemle anlatanarkadaşlarımızdır.
Ayça Pars arkadaşımız ve diğer arkadaşlarımız bir süre boyunca tehditlere boyun eğmemiş ve sanık konumuna düşmüş ancak cezaevinin yıpratıcı koşullarına sadece birkaç hafta kadar dayanabilmiş ve camiamıza iftira atmak zorunda kalmışlardır. Hem cezaevinin ağır şartları hem de husumetli çevrelerden gelen yoğun psikolojik baskı ve tehditler neticesinde, Sayın Adnan Oktar'a ve arkadaşlarımıza iftira atarak hayatlarını kurtarmak zorunda kalmışlardır. Açıktır ki müşteki ve etkin pişmanlara asıl baskı, camiamıza husumetli kişiler tarafından yapılmaktadır.
Zorlu gözaltı sürecinden sonra tutuklanarak, Türkiye'nin dört bir yanındaki cezaevlerine dağıtılan arkadaşlarımız, cezaevlerinde de son derece zor koşullarla karşılaştılar. Havasız, bakımsız, soğuk, suyu akmayan, çok kısıtlı saatlerde sıcak su verilen, böceklerin, farelerin yaşama alanı olmuş koğuşlarda, bazıları tek başına bazıları ise azılı suçlular, seri katillerle, dengesiz, cana kastetme riski olan akıl hastalarıyla, her an haşlanma, şişlenme, dövülme endişesiyle, can güvenlikleri olmadan yaşamak zorunda kaldılar.
Bu süreçte, hem aileleri hem de kendileri "sözde itirafçı" olmaya zorlandılar. Görüşe gelen tanımadıkları avukatlar, bazı cezaevi yönetimleri arkadaşlarımıza 'itirafçı olmadan cezaevinden çıkmalarının mümkün olmadığını, en az 60 yılla yargılanacaklarını, Devletin üzerlerini çizdiğini' söylediler. Çocuklarını ziyarete gelen aileler, yaşlı anne, babalar cezaevi önlerinde yollarını kesen husumetli müştekiler ve yanlarındaki bazı avukatlar ve polis olduğunu söyleyen kişiler tarafından korkutuldu, tehdit edildi, iftiracı olmaya zorlandı.
İşte bu dehşet verici ortama bazı arkadaşlarımız sadece birkaç hafta, bazıları da 6-7 ay dayanabildi. Ancak bir süre sonra hayatlarından endişe etmeye başladılar ve camiamıza iftira atarak hayatlarını kurtarmak zorunda kaldılar.
Bu süreci, bu arkadaşlarımızın yaşadıklarını çok iyi bildiğimiz için, 30 yıllık arkadaşlarına, can kardeşlerine iftira atmak zorunda bırakılarak müşteki veya etkin pişman yapılan bu kişilere karşı hiçbir husumet veya öfke duygusu içinde değiliz. Ayça Pars ve diğer arkadaşlarımız cezaevi korkusuyla bu yolu seçmişlerdir. Cezaevinde hayatlarını kaybetmekten endişe etmektedirler.
Bu nedenle onları anlıyor ve seviyoruz. Bu arkadaşlarımızın üzerlerindeki baskı ve tehditten kurtulmalarını istiyoruz. Can, mal ve ailelerine bir zarar gelecek korkusuyla iftira atmalarını da Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerle değerlendiriyoruz. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah, can tehlikesi olduğunda, inkâr için dahi ruhsat vermektedir.
Cenab-ı Allah, birçok ayetinde ise bağışlayıcı olmayı emretmektedir.
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, en iyi olanla karşılık ver! Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi sanki candan bir dostmuş gibi olur. (Fussilet Suresi, 34)
Peygamber Efendimiz (sav), amcası Hazreti Hamza'yı vahşice şehit eden Hazreti Vahşi'yi dahi bağışlamış, onu İslam'a davet etmiş ve İslam'ı kabul etmesiyle birlikte din kardeşi olarak görmüştür.
Hz. Yusuf (as) da, kendisini kuyuya atarak neredeyse ölümüne neden olan kardeşleriyle yıllar sonra karşılaştığında, onları bağışlamış ve şöyle demiştir:
Dedi ki: 'Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.' (Yusuf Suresi, 89-93)
Sayın Adnan Oktar ve camiamız, daima Kur'an-ı Kerim'e, Peygamber Efendimiz (sav)'in güzel ahlakına ve sünnetine uyan, kanunlara, hukuka saygılı, sevecen, barışçıl, merhametli insanlardır. Bizler camiamıza yönelik saldırı ve iftiralarda da kendimizi sadece kanun ve hukukla savunuruz, bunlar dışında bir yola başvurmak imanımıza, ahlakımıza ve vicdanımıza uymaz.
Ayça Pars, eğer iddia ettiği gibi camiamızdayken mutsuz olsaydı, 30 yıl bu grupta kalmaya ne fiziksel ne de ruhsal olarak güç yetiremezdi. Bilakis, Ayça Pars hem Sayın Adnan Oktar'ı hem de arkadaşlarını çok severdi. Çok güçlü bir sevgisi ve bağlılığı vardı.
Nitekim Kandilli'de kalırken, anaflaktik şoka girmesine bahçedeki bir bitkinin ve bir eşyanın neden olması ihtimaline karşı evden taşınmak zorunda kalmıştı. Ancak Ayça Pars arkadaşımız, hayati tehlike olmasına rağmen evden ayrılmak istememişti. Sayın Adnan Oktar'da ayrı kalacakları için çok acı çekmiş, ancak Ayça Hanımın sağlığı için mecburen orada kalamamıştır.
Ayça Pars, A9 stüdyosunda hep rejide bulunması gerektiği halde, her fırsatta Sayın Adnan Oktar'ın yanına giderdi. Aşağıda sunacağımız fotoğraflar, Ayça Pars'ın bizlere olan sevgisinin ve yanımızdaki mutluluğunun, canlılığının, zindeliğinin bir delilidir. Hiç kimse bu ruh halinin taklidini yapamaz. Neşesi ve sevgisi yüzünden, gözlerinden okunmaktadır.
Ayça Pars da, diğer bazı müşteki ve etkin pişman arkadaşlarımız gibi, cezaevi korkusuyla bize iftira atmak zorunda kalmıştır. Cezaevinde kalma korkusu küçümsenmemelidir, özellikle de Ayça Pars gibi, eğitimli, naif, kibar, titiz, aynı zamanda da çok ciddi hastalığı olan hanımlar için son derece büyük bir tehdittir.
Ayça Pars, Sayın Adnan Oktar'ı ve arkadaşlarımızı canı gibi sever; bizlerle 30 saat, 30 ay değil, tam 30 yıl birlikte olan çok yakın bir arkadaşımızdır. 30 yıllık kadim dostluğun 30 dakikada, 30 günde bozulması mümkün değildir. Allah'ın izniyle, hiç kimse, sadist ve ahlaksızca oyunlarla sevgimizi bölemez.
Basın, canını kurtarmak için etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak zorunda kalan arkadaşlarımızın duruşma sırasında verdikleri çoğu yalan ve çelişkili ifadeyi sürekli afişe ederek bu arkadaşlarımızın yaşadığı zorlukları, sıkıntı ve baskıyı daha fazla artırmamalıdır. Bu vicdana uygun olmaz.
Yazının başında da belirttiğimiz gibi, Sayın Adnan Oktar'ın ve arkadaşlarımızın avukatları, duruşma sırasında, bu arkadaşlarımızı mahçup etmemek, üzmemek için soru dahi sormamaktadırlar.
Basınımızın da aynı şefkati, hassasiyeti göstermesini arzu ediyoruz.
Kamuoyunun bilginlerine saygılarımızla sunarız.