Adil, bağımsız ve tarafsız yagılamada esas olan, bazı derin yapıların ve çeşitli güç odaklarının istek, baskı ve talimatları, bunların suni olarak oluşturmaya çalıştığı kamuoyu algısı ya da infiali değil, anayasa, kanunlar, hukuk, vicdan ve hakkaniyet ölçüleridir.
Anayasamızın 24 ve 25. maddelerine göre her Türk vatandaşı:
➢ "Vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir",
➢ "Düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir",
➢ "Kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz",
➢ "Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."
Anayasamızın hükümleri bu kadar açık ve net biçimde ortadayken, ortak, fikir, düşünce ve inançlara sahip olduğumuz 30 yıllık arkadaşlarımızla görüşmemiz, faydalı, legal ve meşru faaliyetler için biraraya gelmemiz, birlikte hareket etmemiz engellenmek istenmektedir.
Tahliye olmak ya da tekrar cezaevine gönderilmemek için, onlarca yıllık arkadaş grubumuz ile her türlü bağlantıyı ve görüşmeyi kesmemiz şart koşulmaktadır. Derin devlet, 4 yıldan bu yana emniyet, yargı, siyaset, bürokrasi ve medyadaki çeşitli uzantıları üzerinden bu baskı ve yaptırımı sürdürmeye çalışmaktadır.
Sırf derin devletin kirli talimatlarının yerine getirilmesi için Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza tarihte benzeri görülmemiş türden sayısız haksızlık, hukuksuzluk ve eziyetler uygulanmaktadır. Medya ve sosyal medya mecraları üzerinden aralıksız bir karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası yürütülmekte, bu yoğun kara propagandayla hem aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı oluşturmak hem de bağımsız yargıyı etkilemek istenmektedir.
Diğer yandan derin devletin dayatmasına boyun eğerek söz konusu "Sayın Adnan Oktar ve diğer tüm eski arkadaşlarıyla bağlantıyı kesme", "bir daha kesinlikle görüşmeme" koşullarını kabul ederek (sözde) etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmayı kabul edenlere ise her türlü ayrıcalık, iltimas ve kolaylık sağlanmaktadır. Bu uygulamaların kanuna, hukuka, uyup uymama şartı ise kesinlikle gözetilmemektedir.
Örneğin, (sözde) etkin pişman olmayı ve Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızla her türlü sosyal bağlantıyı kesme şartını kabul eden sanıklar, üzerlerine (iftira olarak) atılı olan ve camiayı suçlu gösterebilmek adına kendilerinin de kabul ettikleri cinsel ithamlar bulunduğu halde cezaevinden tahliye edilmişlerdir. Oysa, hukuken örgüt suçları bakımından geçeri olan etkin pişmanlık hükümleri cinsel suçlardan tahliyeyi kapsamamaktadır.
Özetle, ortada kanun ve hukukun değil, "SİZ YETER Kİ ADNAN OKTAR VE DİĞER ARKADAŞLARINIZDAN ŞİKAYETÇİ OLUN, 'BUNLAR ÖRGÜTTÜR' DEYİN VE ONLARLA BİR DAHA GÖRÜŞMEME ŞARTINI KABUL EDİN, BİZ SİZİ CEZAEVİNDEN ÇIKARIRIZ, HER ŞEYİ DE KILIFINA UYDURURUZ, KANUN DA HUKUK DA BİZİZ" şeklinde, derin devlet kurallarının geçerli olduğu bir sistem varmış gibi görünmektedir.
Dolayısıyla, adil ve tarafsız bir yagıdan bahsedilebilmesi için, derin devletin kanunsuz baskı ve dayatmalarını ve onun kontrolündeki medya–sosyal medya güdümlü kara propagandanın etkisiyle oluşturulan bir kısım suni kamuoyu algısını karşılamaya çalışan değil, hakkı, hukuku, vicdanı gözeterek maddi gerçeklere ulaşmayı amaç edinen dürüst, onurlu, bağımsız ve özgür mahkemelerin olması gerektiği çok açıktır.
11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunun zeminini hazırlayan süreçte ve operasyonu takip eden soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde gerçek amacın bir suçu ya da suçluyu tespit etmek olmadığı açıkça gözler önüne serilmiştir. Nitekim, 4 yıldan bu yana dava dosyasında somut, hukuki ve gerçek anlamda ne bir suç ne bir suç delili ne bir suçüstü ne de bir suçlu ortaya konamamıştır.
Bu nedenle, hukukun ayaklar altına alındığı operasyonlara, haksız gözaltı ve tutuklulamalara, hukuksuz ceza kararlarına sözde gerekçe olarak yalnızca, birtakım iftira senaryoları, soyut, mesnetsiz ve gerçek dışı müşteki beyanları ve masa üzeri kurgularıyla üretilen sahte ve hayali suçlar, gösterilmeye çalışılmıştır.
Kısaca, bu süreçte adeta gözü dönmüşçe sergilenen sayısız adaletsizlik, hukuksuzluk ve usulsüzlük Adnan Oktar Davası'nın, daha en başındaki hazırlık sürecinden itibaren her aşamasıyla dev bir kumpas davası olduğunu açık seçik ortaya koymuştur.
KUMPAS DAVASININ TEK AMACININ, HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN CAMİAMIZI DAĞITMAK OLDUĞU 80 MİLYONUN GÖZLERİ ÖNÜNDE GÜN IŞIĞINA ÇIKMIŞTIR.
Söz konusu dehşetli hukuksuzlukların, yakın zamandaki en bariz olanlarından biri de dosyanın İstinaf değerlendirmesi aşamasında yaşanmıştır:
1– İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, bir yılı aşkın bir zaman zarfında yaptığı kapsamlı hukuki inceleme ve değerlendirme sonucunda, yerel mahkemenin kararlarını 400 sayfalık, gerekçeli "esastan bozma" ve "beraat" kararları ile bozmuştur.
2– Bunun sonucunda, davanın açık bir kumpas davası olduğu resmen ilan edilmiş olup 4 yıla yakın bir süredir tutuklu olan 68 arkadaşımız tahliye edilmiştir.
3– Ancak, BAM 1. Ceza Dairesi'nin verdiği bu beraat kararının üzerinden birkaç gün geçmesinin ardından, "Ankara"dan apar topar geldiği söylenen bir talimatın ardından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi'nin alelacele yazdığı bir paragraflık bir kararla tahliye olan arkadaşlarımızın yeniden tutukluluğu istenmiştir.
4– Yoksa, beraat kararını iptal ederek tahliye edilmiş arkadaşlarımızın yeniden tutuklanmasını isteyen İstinaf 2. Ceza Dairesi'nin, bu birkaç gün içinde ne onbinlerce sayfalık dava dosyasını ne de 1. Ceza Dairesi' nin 400 sayfalık gerekçeli kararını inceleyip değerlendirmesinin ve bunun sonucunda 1. C.D.'nin kararının aksi yönünde bir karara varmasının teknik olarak mümkün olmadığı çok açıktır.
4– BAM 2. C.D.'nin bu yeniden tutuklama kararı üzerine, tahliye olan arkadaşlarımız bizzat kendileri İstanbul Vatan caddesindeki Emniyet Müdürlüğü'nün önüne giderek teslim olmuşlardır.
5– Ne var ki, hayatlarında tek bir suça karışmadıkları, adli sicilleri tertemiz olduğu ve Yüksek Mahkeme kararıyla tahliye oldukları halde, sırf kanuna ve yargıya olan saygılarından dolayı kendi ayaklarıyla teslim olmaya gittikleri Emniyet binası önünde, bazı Mali Şube polisleri tarafından durdurularak, sözde "yakalanarak ele geçirildikleri" şeklinde tutanak tutulup öyle içeri alınmışlardır.
6– Böylelikle, derin devletin beslediği bir kısım talimatlı medya ve yazarlar için, arkadaşlarımız sanki kaçıyorlarmış da yakalanmışlar şeklinde bir kamuoyu algısı yaratmaya yönelik "yakalandılar", "ele geçirildiler" başlıklı karalama haberleri yapma fırsatı oluşturulmuştur.
Bunlar, camiamıza yönelik sürdürülen binlerce zulüm ve haksızlıktan sadece son birkaç örnektir.
Günümüzde, İngiliz derin devletini merkez üssü olarak kulanan Deccaliyet, yüzlerce yıldır adım adım inşa ettiği küresel sömürü düzenini korumak, geliştirmek ve bugün geldiği nihai safhada Mesih Deccal'in liderliğinde mutlak bir yeryüzü hakimiyeti sağlamak amacıyla;
⫸ Ateist, materyalist ve Darwinist zihniyeti, dejenere ahlak anlayışını, sapkın yaşam biçimini tüm dünya toplumlarına empoze etme, böylelikle dinsiz, imansız, inançsız, davasız, ülküsüz, ahlaksız, vicdansız, sırf dünyevi ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda yaşayan, kendine bağımlı ruhsuz, köle toplumlar oluşturma,
⫸ İlkelliği, bağnazlığı, çağ dışılığı, kalitesizliği, Kuran dışı safsata ve hurafeleri haşa Allah'ın emri, İslam'ın hükmüymüş gibi göstermeye çalışıp insanları dinden soğutma, İslamofobiyi yayma ve Müslümanlığı yeryüzünden silme
yönündeki fitne ve fesat planları karşısında en amansız tehdit olarak Sayın Adnan Oktar'ın 40 yıldan bu yana devam eden ilmi ve imani mücadelesini, eserlerini, anlatımlarını, aynı inanç, fikir ve davayı paylaşan biz arkadaşlarını, Türk-İslam Birliği davamızı, bu yöndeki fikri ve kültürel faaliyetlerimizi görmektedir.
İşte bu mübarek insanların birbirlerini terk etmeleri, onlarca yıllık can dostlarına, inançlarına, davalarına ihanet etmeleri tekliflerini reddeden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza 4 yıldan bu yana uygulanan zulüm ve haksızlıkları saymakla bitirmek mümkün değildir.
Diğer yandan, cezaevinden kurtulmak için atılan iftiraları kabul eden, üstlenen sanıklar ise 4-5 sahte cinsel suçlama ile yargılanmalarına, yüz yıla yakın hapis cezaları almalarına ve etkin pişmanlık hükümlerinin cinsel suçlara uygulanamamasına rağmen, sırf bir daha Sayın Adnan Oktar ve arkadaş grubumuzla görüşmeyeceklerini söyledikleri için 30. Ağır Ceza Mahkemesi eski heyeti tarafından serbest bırakılmışlardır.
Yerel mahkemenin verdiği hükümle 7 yıllık ceza alan sanıklar, arkadaşları hakkında "İFTİRACI OLMAYI" kabul etmedikleri için tutuklanmalarına rağmen, örneğin sanık Mustafa Arular 71 yıl ceza almasına rağmen (sözde) etkin pişman olmayı kabul ettiği için hakkında tutuklama kararı verilmemiş, derhal tahliye edilmiştir.
Bununla birlikte, İstanbul Emniyeti, Mali Suçlar Şubesi Bürosu'nda gözaltındayken husumetli müştekiler Özkan Mamati ve Fırat Develioğlu'nun talimatıyla bazı memurlar tarafından gördüğü kötü muamele, baskı ve tehditler nedeniyle yalan yere sanıklar aleyhinde asılsız ve uydurma cinsel saldırı ithamları yapmaya mecbur bırakılan, ancak Mahkeme huzurunda bu asılsız ithamlarını geri çekerek gerçekte adı geçen sanıklar tarafından hiçbir zaman cinsel saldırıya maruz kalmadığını açıklayan bir hanım arkadaşımız hakkında ise, sırf "KENDİSİNE ZORLA SÖYLETİLEN VE İMZALATILAN YALAN VE İFTİRALARI REDDETTİĞİ İÇİN" önceki yerel mahkeme heyeti tarafından alelacele tutuklama kararı çıkarılmıştır.
Tüm bunlara ek olarak, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan sanıkların tümü için HAGB uygulanması ve alt sınırdan ceza verilmesi, diğer sanık arkadaşlarımız için ise herhangi bir kişiselleştirme yoluna gidilmeksizin en üst sınırdan ceza verilmiş olması, kararlardaki tek kıstasın "camiayla bağlantının sürdürülüp sürdürülmemesi" olduğu ve ana amacın arkadaş grubumuzun dağılmasını sağlamak olduğunu bariz bir biçimde göstermektedir.
Arkadaşlarımıza ifadeleri sırasında, bir önceki Mahkeme Başkanı ve katılan vekilleri tarafından herhangi bir suça yönelik sorular değil, "neden bir arada yaşadıkları", "neden aynı evde oturdukları", "neden birlikte seyahat ettikleri", "neden çocuk yapmadıkları", "neden dövme yaptırdıkları", "neden dans ettikleri", "neden saç stillerini o şekilde yaptıkları", "namazı nasıl kıldıkları", vb. gibi Anayasa'yla koruma altına alınmış özgürlüklerini, legal ve meşru özel hayatlarını sorgulamaya yönelik sorular sorulmuştur. Aynı evde göz altına alınan kişiler için iddianamede hayali, uydurma örgüt şemaları oluşturulmuş, hiçbir suç unsuru bulunmayan, namaz kıldıkları, ailelerini, akrabalarını, arkadaşlarını ağırladıkları evler “örgüt evi” olarak yaftalanmıştır.
Arkadaş grubumuzu dağıtma çabalarının en sonuncusu ise 2 Ağustos 2022 tarihinde arkadaşlarımız Eda Babuna ve Meltem Daban isimli kişilerin gözaltına alınarak tutuklanmaları şeklinde kendini göstermiştir.
Savcılık sorgularında, Eda Babuna ve Meltem Daban’a "neden hala arkadaşlarıyla aynı evde kaldıkları", "2020 yılında tahliye olduktan sonra kimlerle birlikte oturdukları" sorulmuştur. 40-50 yaşlarındaki özgür ve reşit insanlara, hem de bir Cumhuriyet Savcısı tarafından 'kimlerle kaldıklarının, neden hala 30 yıllık arkadaşlarıyla görüştüklerinin, neden annesinin yanında kalmadığı' gibi sorular sorulması, kişinin en temel Anayasal hak ve özgürlüklerine yönelik alenen hukuksuz bir müdahaledir.
Nitekim, seneler süren soruşturma ve yargılama boyunca sözde suç örgütü olduğumuzu iddia ettikleri arkadaş grubumuzun hangi amaç suçu işlemek amacıyla biraraya geldiği ne savcılık makamı, ne de mahkemeler tarafından ortaya konamamıştır. Çünkü ortada ne bir suç ne de bir suç örgütü yoktur !!!
Medyada konuyla ilgili çıkan haberlerde de, özel seçilmiş "suç örgütü", "örgüt üyeleri", "örgüt yöneticileri", "örgütün devamlılığı" gibi algı ifadeleri kullanılarak, arkadaşlarımızın birbirleriyle görüşmeye devam etmesi, birbirlerine yardımcı olması, birlikte yargılandıkları dava için legal yollarla lehe savunma delilleri araştırmaları ve elde etmeleri gibi meşru fiilleri adeta suç unsuru gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa, ortada ne bir örgüt ne bir örgüt üyesi ne bir örgüt yöneticisi ne de bu sözde örgütün devamlılığı yoktur.
Ortada olan, derin devletin her türlü baskısına rağmen, Allah rızasına ve Kur’an’a uygun olarak 30-40 yıllık arkadaşlığımızın, kardeşliğimizin, fikir inanç ve ülkü birliğimizin, sevgimizin, fedakarlığımızın, vefamızın devamlılığıdır.
Ne var ki 40 yıldan uzun bir süredir her daim Devletine sadık ve emrinde olmuş, her vesileyle vatanını, milletini savunmuş güzide bir camiaya karşı, son 4 yıldır küresel Deccaliyetin ve yerli derin uzantılarının son derece yoğun bir sindirme, yıldırma, dağıtma ve parçalama operasyonu yürütülmektedir.
Kaldı ki bir an için bir daha birbirimizle görüşmediğimizi varsaysak dahi, söz konusu derin devlet baskısı ve zihniyeti devam ettiği sürece, başka kimlerle görüşürsek görüşelim inancımız gereği onlara da Allah'ın varlığını birliğini, Allah aşkını, İslam'ın hak din olduğunu, Kur’an ahlakını, vatan-millet sevgisini, Devlete bağlılığın önemini, Türk-İslam Birliği ülküsünü anlatmaya devam edeceğimiz için, yine aynı suni ve asılsız örgüt ithamlarıyla karşı karşıya kalacağımız açıktır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaş grubumuza dikte edilmeye çalışılan, "eğer özgür kalmak istiyorsanız, Adnan Oktar’la ve arkadaşlarınızla bir daha görüşmeyin, aksi halde cezaevinden çıkamazsınız veya tekrar cezaevine girersiniz" tehditleriyle yapılan psikolojik baskının, ANAYASAL VE EVRENSEL TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERE AYKIRILIĞININ yanında AKLA ve MANTIĞA AYKIRI OLDUĞU da açıktır.
İnananların dağılıp ayrılmadan birlikte, dayanışma, velayet ve kardeşlik ruhu içinde yaşaması, Kuran’ın emridir. Aksini talep etmek ise Kuran'ın hükmüne aykırıdır. Bizler Kuran’a uyduğumuz için biraradayız, Kuran’ın emirleri doğrultusunda da asla birbirimizden ayrılamayız. Bir mümin için cezaevi de ölüm de diğer mümin kardeşlerini terk etmekten, onlara sırt çevirmekten daha sevimlidir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.