Adnan Oktar, fiziki ve akli yönden son derece sağlıklı olduğu halde, 40 yıldan bu yana belli aralıklarla Adli Tıp Kurumu'na müşahadeye sevk edilme, akıl hastanesine gönderilme tehditleriyle karşı karşıya kalmaktadır.
Sağlıklı insanları akıl hastanesine gönderme yöntemi, dünyanın pek çok ülkesinde derin devlet yapılanmalarının kendilerine tehdit olarak gördükleri kişileri sindirmek, baskı altına almak, etkisizleştirmek, itibarsızlaştırmak, eziyet etmek, cezalandırmak gibi amaçlarla uyguladığı klasik bir zulüm yöntemidir. Bu yöntem, Adnan Oktar'a yönelik de daha önce defalarca denenmiş ve başarısız olunmuştur.
Adnan Oktar, fikir ve düşüncelerinden dolayı geçmişte çok sayıda haksız ve hukuksuz uygulamaya maruz kalmıştır. Adnan Bey'in fikirlerine karşı fikir getiremeyen ve bu fikirlerden rahatsızlık duyan bir kısım karanlık çevreler, Adnan Oktar’ı durdurmak ve mücadelesinden vazgeçirmek için 1986 yılında haksız şekilde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kapatmışlardır. Yaklaşık 10 ay süren bu süreç sonunda Adnan Oktar’ın akıl sağlığının tam ve yerinde olduğu ispatlandıktan sonra Adnan Oktar bırakılmıştır.
Adnan Oktar’ı akıl hastanesine kapatarak çevresinde oluşan genç ve modern dindar arkadaş grubunun dağılacağını hesaplayan odaklar bu amaçlarına ulaşamamıştır.
Bugün de yine benzer bir oyun oynanmaya çalışılmaktadır. Bu oyun, dünya literatüründe “cezalandırıcı psikiyatri” olarak bilinen uygulamanın devreye sokulmasıdır.
Adnan Oktar’ın geçmişte akıl hastanesine kapatılmasının ve günümüzde aynı oyunun tekrar planlanmasının detaylarına ilerleyen sayfalarda değineceğiz, ancak öncelikle bu çirkin yöntemin dünya çapında çok iyi bilinen bir yöntem olduğunu ve özellikle derin devlet yapılanmalarının buna başvurduğunu çeşitli ülkelerden örnekleriyle ortaya koymak istiyoruz.
“Cezalandırıcı Psikiyatri” olarak bilinen baskılama yöntemi, ilk ve en yoğun olarak Sovyetler Birliği’nde görülmüştür. Bu yöntem, bireylerin en temel haklarını ve hürriyetlerini çok basit sebeplerle baskı altına almak amacıyla kullanılır. Öncelikli gerekçe siyasidir. Rejime muhalif olan ve tehdit olarak algılanan kişiler başkaca bir yöntemle engellenememiş ise, psikiyatrik hastalığı olduğu bahanesiyle bir akıl hastanesine kapatılmaktadır. Gerçekte ise bu kişilerin ne psikiyatrik olarak izole edilmesini, ne de tedavi edilmesini gerektirecek bir rahatsızlıkları bulunmamaktadır. (Глузман, Семён (January 2010). Этиология злоупотреблений в психиатрии: попытка мультидисциплинарного анализа. Нейроnews: Психоневрология и нейропсихиатрия (in Russian) (№ 1 (20))
Sovyetler Birliği ile birlikte Doğu Bloku olarak anılan ülkelerde hüküm süren komünizmin 1990 itibariyle çöküşüne kadar olan süreçte bu ülkelerde baskıcı komünist yönetimlerin uyguladığı bu aşağılık yöntem, daha sonra temelde derin devlet yapılarının başvurduğu bir yönteme dönüşmüştür. Bununla birlikte, halen bazı ülkelerin yönetimleri tarafından da “politik itaatsizlik” yapanlara karşı başvurulan bir taktiktir. (Noll, Richard (2007). The encyclopedia of schizophrenia and other psychotic disorders. Infobase Publishing. p. 3. ISBN 978-0-8160-6405-2. (Bonnie, Richard (2002). "Political Abuse of Psychiatry in the Soviet Union and in China: Complexities and Controversies" (PDF). Journal of the American Academy of Psychiatry and the Law. 30 (1): 136–144. PMID 11931362. Archived from the original (PDF) on 28 September 2011. Retrieved 12 December 2010.)
Aslında modern tıbbın alanlarından birisi olan psikiyatri, ilgi alanı bakımından tıbbın diğer dallarından daha yüksek oranda istismara açıktır. (British Medical Association (1992). Medicine betrayed: the participation of doctors in human rights abuses. Zed Books. p. 65. ISBN 978-1-85649-104-4.) Zira, sözünü ettiğimiz “cezalandırıcı psikiyatri” yöntemiyle özellikle derin devlet yapılanmaları, hedeflerine giden yolda karşılarına engel olarak çıkan kişi, kuruluş ya da sivil toplum organizasyonlarını bertaraf etmek için bu karanlık yöntemi devreye sokmaktadır.
Cezalandırıcı psikiyatri, standart hukuki prosedürleri baypas ederek hedefteki kişileri cezalandırabilmek ve özellikle siyasi temelli yargılamalardaki haksızlık ve hukuksuzlukları örtbas etmek amacıyla kullanılmaktadır. (A.g.e.)
Hapishane yerine akıl hastanesine kapatma yönteminin devreye sokulması, sanıkların hukuki yardım almasını güçleştirmeyi, süresiz belirsiz şekilde ve kötü koşullarda hapsetmeyi mümkün kılmayı, aynı zamanda toplumda kişiye duyulan güveni sarsmayı ve itibarsızlaştırmayı hedeflemektedir. Ne zaman açık ve tarafsız bir yargılama yapılması istenmiyorsa, akıl hastanesine gönderme yoluyla adil yargılama süreci savuşturulmaktadır. (Veenhoven, Willem; Ewing, Winifred; Samenlevingen, Stichting (1975). Case studies on human rights and fundamental freedoms: a world survey. Martinus Nijhoff Publishers. p. 29. ISBN 978-90-247-1780-4.)
Adnan Oktar Davası'nda, 15 Mart 2022 tarihli İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin tüm ceza kararlarını esastan bozan ve hemen hemen tüm suçlamalar bakımından beraat kararları verilmesini gerektiğini açıklayan 400 sayfalık kararı sonrası, kumpas davasıyla amaçlarına ulaşamayacağını öngören derin devlet bağlantılı husumetli kişiler de, tüm güçleriyle bahsettiğimiz “cezalandırıcı psikiyatri” yöntemini devreye sokabilme çabasına girmişlerdir. Bu konunun detayları dilekçemizin ilerleyen sayfalarında açıklanacaktır.
Akıl sağlığı yerinde olan kişileri akıl hastanesine kapatarak hapsetme uygulaması, baskılama / boyun eğdirme yöntemlerinin en acımasızlarından birisidir. (Bonnie, Richard. Political Abuse of Psychiatry in the Soviet Union and in China: Complexities and Controversies. Journal of the American Academy of Psychiatry and the Law. 2002 [archived 28 September 2011; Retrieved 12 December 2010];30(1):136–144. PMID 11931362.)
Cezalandırıcı psikiyatri 1970 ve 80’lerin Sovyetler Birliği’nde öne çıkmış, psikiyatrinin politik baskı aracı olarak kullanılması arttıkça politik yargılamaların şüphelilerinin üçte biri akıl hastanelerine gönderilir olmuştur. Şüphelilerde yapılan muayenelerde şizofreni ya da diğer psikiyatrik rahatsızlıkların görülmemesi üzerine dönemin doktorları bu kişileri yine de akıl hastası gibi gösterebilmek adına bu kişilerin durumunu “yavaş ilerleyen şizofreni” gibi tanımlarla kitabına uydurma yoluna gitmiştir. (Hogg Foundation for Mental Health, Julia Sufrin | Feb 27, 2020 | 4ABHN, Blog, Hogg Blog, https://hogg.utexas.edu/the-political-abuse-of-psychiatry-against-dissenting-voices)
Bilimsel olarak uzun zaman önce tutarsız ve kabul edilemez olarak değerlendirilen “yavaş ilerleyen şizofreni”, güya hastanın toplumu reforme etme büyüklenmesine kapıldığını, reform sanrıları gördüğünü, gerçeği ortaya çıkarmak için mücadele ettiğini, fikirlerinde inatçı ve ısrarcı olduğunu öne sürmektedir. (A.g.e.)
Yıllar sonra akademik incelemeye açılan FBI belgelerinde, Malcolm X’in dahi “paranoid şizofren” olarak fişlendiği ve güya seçilmiş hükümeti düşürmek için gizli planlar yaptığı öne sürülmüştür. (A.g.e.)
Çeşitli ülkelerden örneklere baktığımızda, derin devletlerin son derece yaygın şekilde kullandığı bu zalim yöntemi, çıkarlarına aykırı gördükleri kişileri pasifize etmek, toplum nezdinde itibar suikastine uğratarak küçük düşürmek amacıyla uyguladıkları görülmektedir.
Derin devletin, plan ve çıkarlarına tehdit olarak değerlendirdikleri kişileri, "akıl hastanesine gönderme", ya da "zorla ağır psikiyatrik tedaviye, ilaç uygulamalarına" tabi tutma gibi yöntemlerle nasıl ezmeye çalıştıklarına dair çeşitli ülkelerden bazı örnekler aşağıdadır:
– Kırım Tatarlarından olan Dr. Ilmi Umerov, Kırım’ın 2014 yılında Rusya tarafından işgalini eleştiren söylemlerde bulunmuştur. Kısa süre içinde 1 aylık gözlem amaçlı olarak akıl hastanesine yatırılmıştır. Umerov uluslarararı örgütlerin yoğun çabası sonucu serbest kalabilmiş ve yapılan teşhislerde de hiçbir akli problemi olmadığı tespit edilmiştir. (https://www.reuters.com/article/us-ukraine-crisis-crimea-idUSKCN11A0TI)
– Dr. Umerov ile birlikte Kırım Tatarları organizasyonunun Ukrayna ofisinde görev yapan Tanya Cooper cezalandırıcı psikiyatrinin özellikle susturma ve sindirme amacıyla kullanıldığını ve en önemlisi bu kişileri toplum nezdinde akıl hastası kişiler gibi göstermeyi hedeflediğini belirtmiştir. Cooper’a göre, insanların akıl hastası gibi gösterilmesi, bu kişilerin fikirlerini şeytanlaştırmak ve görüşlerini itibar edilmez hale getirmek amacıyla kullanmaktadır. (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5224961/)
– 6 Mayıs 2012'de tutuklanan Mikhail Kosenko ile, bundan 16 ay sonra doktorlar kısa bir görüşme yapmış ve neticesinde son derece şüpheli bir teşhisle, "Kosenko’nun kendisine ve topluma tehlike arz ettiği" iddiasıyla madde bağımlılarına uygulanan zorunlu tedaviye alınmasına karar verilmiştir. Kosenko’nun 16 ay boyunca tutulduğu Butyrka hapishanesinde hiçbir saldırgan davranış veya intihar eğilimi davranış sergilemediği tamamen gözardı edilmiştir. Netice itibariyle, mahkeme Kosenko’yu süresi belirsiz tedavi görmesi için akıl hastanesine göndermiştir. (Davidoff, Victor. Soviet Psychiatry Returns. The Moscow Times. 13 October 2013 [Retrieved 9 January 2014])
– Konstantin Zadoya, sırf Rusya Ortodoks Kilisesi savunucusu olan babasının şikayeti ile kendi taraftarı olan bazı resmi makamlar tarafından demokrasi karşıtı olduğu iddiasıyla akıl hastanesine gönderilmiştir. Zadoya akıl hastanesinde kötü muameleye ve hiç gerekli olmayan ağır tedavilere maruz bırakılmıştır. (Manyakhin, Petr (21 December 2016). "Погиб сын сибирского «православного активиста» Основная версия — самоубийство. Его отец призывал к закрытию «Тангейзера» и поместил сына в психиатрическую клинику". Meduza (in Russian))
– Nizovkina isimli bir Rus vatandaşı, masum olduğu halde tutuklanarak mahkeme tarafından suçlu olduğunu beyan eden bir kağıt imzalamaya zorlanmış, bunu reddedince de mahkeme tarafından 6 ay süresince akıl hastanesinde “tedavi edilmesine” karar verilmiştir. (Krainova, Natalya. Jailed Protester Put in Psychiatric Ward. The Moscow Times. 28 February 2012 [Retrieved 11 August 2014].)
– Yakut din adamı Alexander Gabyshev dini inanışları doğrultusunda bir dini ayin gerçekleştirmek istediği için 2020 yılında tutuklanmış ve hiçbir ilgisi olmadığı halde cezalandırma kastıyla madde bağımlılarına uygulanan zorunlu tedaviye mahkum edilmiştir. (Yusupova, Sania (26 July 2021). ""Фактически его посадили в тюрьму". Шамана Габышева будут лечить в психушке – бессрочно и принудительно". Radio Liberty (in Russian))
– Derin devlet zulmüyle karşı karşıya gelen yüzlerce insan haksız yere akıl hastanesine kapatılma uygulamasına maruz kalmıştır. Potansiyel tehdit arz eden kişiler, otobüslere doldurularak akıl hastanelerine götürülmüş, hizaya getirildikten sonra serbest bırakılmışlardır. (Mueller GOW, Ayat M, Adler N. Psychiatry Under Tyranny. An Assessment of the Political Abuse of Romanian Psychiatry During the Ceaucescu Years. Amsterdam, The Netherlands: IAPUP; 1998.)
– Hollanda Savunma Bakanlığı'na sızmış bazı derin devlet elemanları, sağlam insanları birtakım karanlık amaçları doğrultusunda akıl hastanesine gönderdikleri gerçeğini açığa çıkarmaya çalışan bir araştırmacıyı engellemek için çok sayıda psikiyatrik belgeyi imha ve tahrif etmiştir. Gerçeğin açığa çıkarılması uzun yıllar almış ancak araştırmacı suistimalleri ortaya çıkararak hem tazminat kazanmış hem de Hollanda Kraliçesi tarafından şövalye ilan edilmiştir. (Nijeboer A. Een man tegen de Staat. Breda, The Netherlands: Papieren Tijger; 2006.)
– Yüzyılın başından beridir psikiyatrinin çeşiti kirli amaçlar doğrultusunda suistimal edilmesi yükseliştedir ve uluslararası psikiyatri topluluklarında ağır eleştirilerin hedefi olmaktadır. Masum ve sağlıklı insanlara yönelik cezalandırıcı psikiyatri uygulamaları son derece vahim düzeylerdedir. Hukukla hakkını aramaya çalışanlar ve derin devlet yapılanmaları tarafından uğradıkları çeşitli haksızlıklar karşısında haklarını aramaya çalışanlar cezalandırıcı psikiyatri uygulamalarına maruz kalmaktadır. (Munro R. Judicial Psychiatry in China and its Political Abuses. Amsterdam, The Netherlands: GIP; 2001;Munro R. China’s Psychiatric Inquisition. London, UK: Wildy, Simmonds & Hill; 2006.)
– 62 yaşındaki Stanislaw Bielski, Ryibnik Bölge Mahkemesinin basit bir hırsızlık suçunu kullanarak “paranoid şizofreni” tanısı koymasıyla 19. yüzyıldan kalma bir akıl hastanesine kapatılmıştır. Burada zihinsel hastalığı olan kişilerin arasında 8 yıl tutulmuştur. 2020 yılında akıl hastanesinde görevli doktorlar Bielski üzerinde bir seri ilaç tedavileri denemiştir. Bu tedavilerin hiçbiri, Adli Bilimler Enstitüsü uzmanlarına göre makul bir gerekçeye dayanmamaktadır. Bielski bu ilaçların yanında ihtilaflı bir elektroşok tedavisine de zorlanmıştır. Tüm bunlar Bielski’nin sağlığını olumsuz etkilemiştir. 8 yıl boyunca Bielski’ye benzer tedaviler uygulayan doktorlar her seferinde Bielski’nin şizofrenisinin daha yoğun tedaviye ihtiyaç duyduğunu düşünmüştür. Bielski’nin avukatları uzun uğraşlar sonunda Bielski’nin haksız şekilde akıl hastanesine kapatıldığını ispatlamış ve Bielski serbest bırakılmıştır. Bielski yaşadığı haksız uygulamalardan dolayı 500.000 Euro tutarında bir tazminata hak kazanmıştır.
– Polonya’da benzer koşullarla haksız yere akıl hastanesine kapatılan isimler arasında 19 yıl yatan Jan Kossakowski ve 8 yıl yatan Krystian Broll de yer almaktadır. İlgili yargıçlar da kendilerine psikiyatristler tarafından sunulan belgelerin hukuki geçerliliklerini ve hatasız olup olmadığını kontrol etmediklerini kabul etmektedir. Özel TV kanalı TVN24’ün 2019’da yayımladığı belgeselde bir yargıç, şüphelinin tıbbi dosyasına bakarak onu gözetim altına almanın son derece zor olduğunu belirtmiştir. Bir başka yargıç ise “TIBBİ DOSYALARDAKİ YORUMLARIN MEŞRUİYETİNİ HİÇ İNCELEMİYORUZ” şeklinde bir itirafta bulunmaktadır. (Malgosia Krakowska, 07.10.2020, “Polish courts use Soviet-era punitive psychiatry even for petty thefts”, https://www.trtworld.com/magazine/polish-courts-use-soviet-era-punitive-psychiatry-even-for-petty-thefts-40387)
– Sadece 2012 yılında bazı Kırım mahkemeleri sırf sindirmek ve baskılamak amacıyla 30’dan fazla kişiyi haksız yere akıl hastanelerine göndermiştir.
– 2019 yılı Ocak ayında, Nafosat Ollashukurova isimli bir vatandaş bazı derin devlet yapılanmalarının hedefi olduğu için haksız ve hukusuz olarak gözaltına alınmıştır. Savcılık mahkemeden, "gözaltına alındıktan sonra kişide -güya- psikolojik değişimler gözlendiği” şeklindeki uydurma bir gerekçeyle Ollashukurova’nın akıl hastanesine gönderilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine, Ollashukurova evinden 1000 km kadar uzaklıktaki bir akıl hastanesine kapatılmıştır. Salıverilme talepleri zihinsel rahatsızlıklar, psikopatik ve paranoid sendrom belirtileri gösterdiği gerekçesiyle reddedilmiştir. (Catherine Putz, 22.09.2021, “A Look at Punitive Psychiatric Detention in Uzbekistan”, https://thediplomat.com/2021/09/a-look-at-punitive-psychiatric-detention-in-uzbekistan/)
– Ardak Ashim isimli bir kişi Shymkent’te ikamet eden yukarıdaki örneklerde olduğu gibi derin devlet mekanizmalarıyla ters düşmüş bir bloggerdır. Ashim, tutuklandıktan sonra bir akıl hastanesine kapatılmış ve 1 ay süreyle orada tutulmuştur. Bu süre zarfında Ashim kendini iyi hissetmediğinden yakınmış, bunun sebebini de kendisini deli gibi göstermek amacıyla yemeklerine katılan ilaçlara bağlamıştır. 5 Mayıs 2018’de Ashim, uluslararası örgütlerin de baskısıyla serbest bırakılmıştır. (https://en.odfoundation.eu/a/8958,the-list-of-kazakhstani-political-prisoners-and-other-victims-of-politically-motivated-prosecution-updated/)
– Natalia Ulasik isimli kişi Zhezkazgan’da yaşayan bir başka bloggerdır. Derin devletin çıkarlarına dokununca, uydurma bir hakaret suçlamasıyla hakkında dava açılmıştır. Ardından, cezalandırmak amacıyla adli tıp incelemesine gönderilerek hakkında (sözde) kronik sanrı bozukluğu teşhisi konulmuştur. 14 Ekim 2016’da en tehlikeli akıl hastalarının kapatıldığı hastaneye kapatılmıştır. Temmuz 2017’da hastane doktorları Ulaik üzerinde zorunlu tedavinin gerekli olmadığı sonucuna varmıştır. Buna rağmen mahkeme, doktorların değerlendirmesini inandırıcı bulmamış, Ulasik’i toplum açısından tehlikeli olarak damgalamıştır. (A.g.e.)
Adnan Oktar 1986 yılında “Türk kavmindenim, İbrahim milletindenim” sözünden dolayı tutuklanıp 9 ay cezaevinde, daha sonra da 10 ay Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde tutulmuştur. Olay şöyle gelişmiştir:
Bulvar Gazetesi, 1986 yılında “Yahudilik ve Masonluk” isimli kitabıyla tüm Türkiye’de büyük yankı uyandıran, özellikle gençlerin tanışıp ilmi faaliyetlerini ilgiyle takip etmek istedikleri Sayın Adnan Oktar hakkında bir yazı dizisi hazırlamıştır. Dönemin derin devlet yapılanması, “Adnan Hoca ve Müritleri ile Gençler Tartıştı, Adnan Hoca’ya Niye İnandık?” başlıklı yazı dizisinin 30.06.1986 tarihli bölümündeki “Türk kavmindenim, İbrahim milletindenim” ifadesini çarpıtıp anlamı dışına taşıyarak Adnan Oktar hakkında sonradan yürürlükten kaldırılmış TCK 163. maddeye aykırılık iddiasıyla hemen soruşturma başlatılmasını sağlamıştır.
Bir çok gazete bu konuyu günlerce birinci haber olarak kapaktan ve manşetten kamuoyuna duyurmuştur.
Örneğin, Hürriyet Gazetesi “Adnan Hoca deli çıktı” şeklinde karalama amaçlı bir iftira başlığıyla bunu duyurmuştur.
Adnan Oktar’ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde kaldığı dönem olan 1987-1988 yıllarına ait hastaların detaylı tedavi süreçlerini içeren tüm belgeler hastane arşivlerinden bir şekilde yok edilmiştir. Böylece, “cezalandırıcı psikiyatri” uygulamasıyla Adnan Oktar’ı sindirmek ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmak isteyen derin devletle bağlantılı kişiler, o dönemin tüm karanlık yönlerini soruşturma ihtimali olmayacak şekilde ortadan kaldırmıştır. 1927 yılından itibaren hiçbir eksiklik olmadan çok düzenli olarak tutulan bu arşivin sadece Sayın Adnan Oktar’ın tutulduğu döneme ait dosyalarının kayıp olması derin devletin kendisine karşı yürütülmüş olan psikolojik savaşın ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir.
Adnan Oktar, yukarıda görülen Osmanlı döneminden kalma taş binada 14A koğuşunda tutulmuştur.
Adnan Oktar akıl hastanesinin aşağıda görülen bu tarz bölümlerinde, cinayet işlemiş yüzlerce akıl hastasının içinde toplam 10 ay tutulmuştur. Bu görüntüler, hastanenin Adnan Oktar’ın tutulduğu zamana göre bakım yapılmış ve düzenlenmiş halini yansıtmaktadır. Adnan Oktar’ın kaldığı dönemde hastanenin çok daha bakımsız ve perişan olduğu ise bilinen bir gerçektir.
Adnan Oktar’ın tutulduğu 14A koğuşunda 300 tane cezai ehliyeti olmayan ağır akıl hastası bulunmaktadır. Adnan Oktar’ın hastanede tutulduğu dönemde doktorlarıyla görüşmesi yasaklanmış, yalnızca (aşağıda örnek resimlerini sunduğumuz türden) şuurları tamamen kapalı, çok sayıda cinayet işlemiş, en tehlikeli akıl hastalarıyla ve annesi, kardeşi ve avukatıyla konuşmasına izin verilmiştir.
Aşağıda yer verdiğimiz gazete haberinde de görüldüğü gibi, Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nden tahliye edilirken Sayın Adnan Oktar’ın dönemin başhekimi Yıldırım Aktuna'nın elini zorla öpmesine çalışılmıştır. Ancak, bu şekilde el yukarı kaldırılıp zorla yüze doğru uzatılarak el öptürme belki de tarihte ilk defa görülen bir tarzdır. Ortada, suni haberde yansıtılmaya çalışıldığı gibi gerçek bir el öpme olmadığı çok açıktır.
Adnan Bey'in, başını çevirerek kendisine uzatılan eli öpmeyi reddetmesi nedeniyle böyle garip bir görüntü oluşmuştur. Akıl hastanesinde bulunduğu dönemde Başhekim Yıldırım Aktuna, Sayın Adnan Oktar’ı, “sen bu şekilde dini anlatmaya devam edersen seni burdan ömrün boyunca çıkarmam, benim de üstümde olan güçler var” diye tehdit etmiştir. Sonrasında ise, kendince Adnan Oktar’ın yola geldiği düşüncesiyle tahliye kararını imzalamıştır.
Psikolojik savaş elemanları bu görüntü ile kamuoyuna güya Adnan Oktar hizaya getirildi imajını vermeye çalışmışlardır. Bu şekilde “bundan sonra daha dikkatli davran, ayağını denk al. Ayağını denk almazsan neler olacağını, başına neler geleceğini tahmin edersin” şeklinde bir mesaj verilmiştir.
Bir akıl hastanesinden tahliye edilen bir kişinin hastane başhekimin elini öpmeye mecbur bırakılması ve bunun da fotoğraflanarak gazetelere servis edilmesi dahi, işin içinde nasıl bir düzen olduğunun açık göstergesidir.
İlerleyen süreçte Adnan Oktar’a Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından verilen akıl sağlığının yerinde olduğunu belirten “SAĞLAM” raporu ise basında hiçbir yerde duyurulmamıştır. Adnan Oktar yıllar boyunca akıl hastası olarak kamuoyuna tanıtıldıktan sonra akıl sağlığının yerinde olduğu Askeri Hastane raporuyla açıklanmıştır. Derin devlet elemanları bunu yıllar boyunca Adnan Oktar’ı itibarsızlaştırmak için kullanılmıştır, ancak Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin vermiş olduğu bozma raporu hiçbir medya kuruluşu tarafından yayınlanmamıştır.
Günümüzde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından iftiharla dile getirilen “Türklerin İbrahim milletinden gelmeleri” konusu o dönemdeki bir komploya malzeme yapılmış, Adnan Oktar bu yöntemle azılı akıl hastalarının arasında tutulacağı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gönderilmiştir. O dönemde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde Adnan Oktar’ı denetleyen kişilerden birisi de, Adli Servislerin Sorumlu Hekimi sıfatıyla görev yapan SEFA SAYGILI olmuştur.
Sefa Saygılı kendisi de Adnan Oktar’ın “paranoid şizofren” olmadığını çok iyi bilmektedir. Nitekim bu gerçeği, 05.08.2018 tarihinde Habertürk’e verdiği röportajda da dile getirmiştir. Video görüntüleri de bulunan söz konusu röportajda Sefa Saygılı “paranoid şizofren” tanısıyla getirilen Adnan Oktar’ın gerçekte akli yönden her dönem sağlıklı olduğunu şu cümlelerle açığa vurmuştur:
"… Hekim arkadaşlarımdan akıl sağlığı yerinde raporu almış. TELEVİZYONDA GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ BUGÜN DE AKIL SAĞLIĞI YERİNDE. Yine rapor istenirse hasta-hekim ilişkisi içinde normal görevimizi yapacağız. Olağanüstü bir şey değil yani, bu şekilde çok kimselerle görüştük..."
Görüldüğü gibi Sefa Saygılı, Adnan Oktar hakkında “BUGÜN DE AKIL SAĞLIĞI YERİNDE” ifadesiyle, geçmişteki “paranoid şizofren” raporunun bilimsel bir değeri olmadığını açıkça ifade etmiştir. Aynı zamanda birçok röportajında Adnan Oktar hakkında sürekli olarak “paranoid şizofren” tabirini kullanmasının da bizzat kendisiyle çelişen haksız bir tavır olduğunu ortaya koymuştur.
Dolayısıyla, bugün başka, geçmişte başka konuşan Sefa Saygılı, açıkça görülmektedir ki gerçekleri kendisi de gayet iyi bilmektedir. Tecrübeli bir psikiyatri uzmanı olmasına rağmen böyle bir çelişkiye düşmesinin tek nedeni ise, varlığını bildiği, ancak deşifre ederse kendisini de kurgulayanları da zor duruma düşürecek büyük bir komplonun üstünü örtme gayretidir.
Adnan Oktar’ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde, her türlü suikast girişimine açık, can güvenliğini tümüyle tehlikeye atacak şekilde en azılı, kriminal, cezai mesuliyeti bulunmayan ağır akıl hastalarının bulunduğu koğuşa kapatıldığını Sefa Saygılı 28.12.2020 tarihli “Gece Kuşu” isimli programda şu sözleriyle itiraf etmektedir:
"Ama Adnan’ın yattığı o zaman koğuş, suç işleyen akıl hastalarının yattığı koğuştu yani hırsızlıktan, yağmadan, gasptan buna benzer suçlardan gelen hastaların olduğu bir kısımdı. Bunlar hem mahkumlar hem hastalar, yani TEHLİKELİ BOYUTTA insanlar. Orada kapalı bir servis, GİRİŞİN ÇIKIŞIN OLMADIĞI bir servis."
Adnan Oktar’ın geçmişte haksız ve hukuksuz şekilde maruz bırakıldığı cezalandırıcı psikiyatri uygulamasının bir benzeri bugün de planlanmaktadır. Bununla ilgili olarak, Adnan Oktar ve arkadaşlarına husumeti olan kişilerce yönetilen bir sosyal medya hesabından aralıksız olarak paylaşımlar yapılmaktadır.
Bu sosyal medya hesabını yöneten kişiler, derin devlet elemanlarıyla bağlantılı hareket ettiklerinden dolayı, davamızda yaşanacak birçok gelişmeyi önceden haber almakta ve yaptıkları manipülasyonlar ve sahte ihbarlarla adli teşkilatları yönlendirmeye çalışmaktadır.
Söz konusu sosyal medya hesabından Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında sürekli olarak karalama, iftira, hakaret ve tehdit içerikli paylaşımlar yapılmaktadır. Diğer yandan, bu sosyal medya hesabındaki paylaşımların içerikleri incelendiğinde, dava sürecindeki kritik gelişmelerin hep önceden haber verildiği görülmektedir.
Örneğin;
✘ Adnan Oktar’ın farklı bir cezaevine nakledileceği,
✘ Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanacak yeni kişilerin olacağı,
✘ Bu (sözde) etkin pişmanların gizli savcılık dosyasına ne ifadeler verdikleri ya da verecekleri,
✘ Adnan Oktar ile aynı davada ve tutuksuz olarak yargılananan bazı arkadaşlarının nasıl ve ne zaman tutuklanacakları, aleyhlerinde ne gibi gelişmeler yaşanacağı
şeklindeki paylaşımlar, söz konusu hesaptan, olay gerçekleşmeden önce haber verilen bilgilerden bazılarıdır.
Normal şartlarda sadece Emniyet ve Yargı mensupları tarafından bilinebilecek bu tür bilgilerin, bu kişilerin eline geçmesi ve bu hesaptan paylaşılan her şeyin, tam da belirtildiği zamanda ve belirtilen şekilde gerçekleşmesi ise, oldukça endişe verici ve ilgili resmi makamlarca acilen tespiti gereken bir durumdur.
Söz konusu sosyal medya hesabından, son günlerde yine benzer nitelikteki paylaşımların yapıldığı dikkat çekmektedir. Sayısız hakaret ve aleni ölüm tehditleriyle birlikte yapılan bu paylaşımlarda, "Adnan Oktar’ın Adli Tıp'a sevk edileceği" söylenmekte ve bunun için aynı hesaptan bir de “geri sayım” başlatılmış bulunmaktadır.
Ortada hiçbir hukuki ve tıbbi gerekçe olmadığı halde, sırf zorluk ve eziyet vermek kastıyla Adnan Oktar’ın Adli Tıp'a sevkini sağlamaya yönelik bu tür hukuksuz ve kanunsuz kumpas girişimleri, kendisi onyıllardır birçok suikast girişimine de maruz kaldığı ve söz konusu paylaşımlar sürekli ölüm tehditleri eşliğinde yapıldığı için aynı zamanda, “ACABA MÜVEKKİLE YÖNELİK YENİ BİR SUİKAST PLANI MI DEVREDE” endişesini uyandırmaktadır.
Adnan Oktar ve arkadaşlarına husumeti olan kişilerce yönetildiği bilinen bu hesaptan son günlerde yapılan paylaşımların bazıları şu şekildedir:
PAYLAŞIM 01
Bu paylaşımda, “miss, miss, misss” şeklindeki açıklamalarıyla birlikte Adli Tıp Kurumu’nun bir fotoğrafı paylaşılmış ve Adnan Oktar’ın sebepsiz yere Adli Tıp'a sevkine yönelik bir çabalarının olacağının ilk işareti verilmektedir:
PAYLAŞIM 02
“Önce bir 15 gün, sonra ordan servis servis dolaşsa meselaaaa :)) ne olur? Ne hisseder?” açıklamalarıyla yine Adnan Oktar’ın Adli Tıbba sevk edileceği ve orada “servis servis dolaştırılacağı” tehdidinde bulunulmaktadır:
PAYLAŞIM 03
“Herkesi Yenibosna’ya çağır Hande Yenibosnaya” şeklindeki açıklamayla "Yenibosna" semtine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi İstanbul Adli Tıp Kurumu Yenibosna semtindedir:
PAYLAŞIM 04
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü Genel Kurul eski üyelerinden Doç. Dr. Kriton Dinçmen’in fotoğrafı paylaşılarak, “bu adamı unutturmazsak adam değiliz” açıklaması yapılmıştır. Dr. Dinçmen 1984 yılında, Adnan Oktar’ın akıl sağlığının yerinde olduğu, kendisinin “tutkulu idealist” olarak tanımlanabileceği yönünde görüş bildirmiştir. Dolayısıyla bu paylaşımda da, Adli Tıp’ta tekrar bir müşahade yapılacağına dair imada bulunmaktadır:
PAYLAŞIM 05
“Önce Yenibosna, oradan Zincirlikuyu istikametine” denilerek, Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu'na ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na dikkat çekilmektedir. Söz konusu Instagram hesabında 4 yıldan beri Adnan Oktar sürekli olarak öldürülmekle, cezaevinden cenazesinin çıkmasıyla tehdit edilmektedir. BU PAYLAŞIM ALENİ BİR ÖLÜM TEHDİDİR:
PAYLAŞIM 06
Aynı sosyal medya hesabından 08.08.2022 tarihinde yapılan bir paylaşımda bu kez, “Adli Tıbba sevk için 4 gün kaldığı ve orada Adnan Oktar’ın Süleyman Aktaş ve diğerlerine kavuşacağı” ifadesine yer verilmiştir. Bilindiği gibi, Süleyman Aktaş kamuoyunda “ÇİVİCİ KATİL” lakabıyla tanınan bir seri katildir ve halen Akıl ve Ruh Hastalıkları hastanesinde bulunmaktadır:
PAYLAŞIM 08
10.08.2022 tarihli paylaşımda ise Adnan Oktar’ın Photoshop programında hazırlanan montaj bir fotoğrafı yayınlayarak kamuoyunda “Çivici Katil” olarak bilinen seri katil Süleyman Aktaş'la yan yana gibi gösterilmiş, müşahede altında hayatının da risk altında olacağıyla tehdit edilmiştir:
PAYLAŞIM 09
Yapılacak kumpasın gün ve saatine kadar detay verilmiş ve 12.08.2022 cuma günü saat 17:30 son denmiştir:
PAYLAŞIM 10
“Tıbbi durum tespiti” ve “Tıpkı 1980’lerdeki gibi hastalara tebliğ yapar” ifadeleriyle 1986 yılında yaşanan kumpasın bir benzerinin planlandığı ima edilmektedir.
PAYLAŞIM 11
Aralıksız tehdit ve hakaretlerin devam ettiği bu paylaşımlarda da Akıl Hastanesi imaları yapılmaktadır:
Dünyada, “cezalandırıcı psikiyatri” olarak bilinen uygulama, düşüncelerinden rahatsız olunan kişileri bastırmak, sindirmek ve halk nezdinde itibarsızlaştırmak için sıklıkla kullanılan bir uygulamadır. İlk olarak Sovyetler Birliği döneminde örnekleri görülen bu uygulamayı günümüzde bir yöntem olarak kullanan derin devlet elemanları mevcuttur.
Cezalandırıcı psikiyatri uygulaması Adnan Oktar üzerinde de 1987 yılında denenmiştir. Akıl hastanesine kapatılmasıyla eş zamanlı olarak bazı basın yayın organlarında yoğun bir kara propaganda ve psikolojik savaş başlatılmış, Adnan Oktar halk içinde küçük düşürülmeye ve güya akıl sağlığı bozuk olduğundan dolayı fikirlerine itibar edilmemesine çaba harcanmıştır.
Sırf bunun için Adnan Oktar haksız yere 10 ay süresince bir akıl hastanesinin en tehlikeli bölümünde, her an cinayet işleme potansiyeli olan ama aynı zamanda cezai ehliyeti de bulunmayan gerçek akıl hastalarının arasında tutulmuştur. Ancak, bu uygulama o dönemde sonuçsuz kalmış, daha sonra resmi devlet kurumlarından alınan raporlarla Adnan Oktar’ın hiçbir akli ve fiziki rahatsızlığı bulunmadığı ispatlanmıştır.
Adnan Oktar hakkındaki bu art niyetli "cezai ehliyetinin araştırılması" taleplerine mahkemeler hiçbir dönemde itibar etmemiştir. Geçmiş dönemlerdeki bazı davalarda da maksatlı ve art niyetli olarak Adnan Oktar hakkında, cezai ehliyetinin olup olmadığının tespit edilmesi talepleri yapılmıştır. Ancak, bu art niyetli talepler de yine ilgili mahkemeler tarafından her defasında reddedilmiştir.
Mahkemeler, kendilerine sunulan “Adnan Oktar’ın akıl sağlığının yerinde olduğuna dair” 18 ayrı uzman hekim raporu, 5 ayrı tam teşekküllü devlet hastanesi tarafından verilmiş sağlık raporu, GATA tarafından verilmiş rapor ve 3 ayrı uzman mütalaasını incelemiş ve başka hiçbir araştırmaya gerek duymaksızın Adnan Oktar’ın akıl sağlığının güya yerinde olmadığı iddiasının gerçek dışı olduğuna karar vermiştir.
Söz konusu raporlarda şu temel tespitler yer almaktadır:
Öte yandan, Adnan Oktar 4 yılı aşkın süredir tutukludur. Bu süre zarfında;
➢ Hergün ceza infaz kurumu personelleri ile muhatap olmaktadır,
➢ Her gün müdafileri ile görüşmeler yapmaktadır,
➢ Mahkeme huzuruna defalarca çıkmıştır,
➢ SEGBİS kanalıyla devam eden yargı süreçlerinin savcıları hakimleri ile muhatap olmaktadır,
➢ Noter memurları gelerek çeşitli resmi işlemler yapmaktadırlar,
➢ Birçok yakınından, seveninden mektuplar almakta ve onlara mektuplar göndermektedir...
Bu örneklerde sayılan kişilerin hiçbirinden bugüne kadar Adnan Oktar’ın akıl sağlığıyla ilgili tek bir iddia dahi dile gelmemiştir.
Ayrıca, Adnan Oktar’ın cezaevi sürecinden önceki yaşantısı da benzer şekilde örnektir.
➢ Adnan Oktar’ın seçme/seçilme hakkı vardır, oylarını kullanmıştır,
➢ Anayasal kapsamdaki haklarını arayabilmiş, şikayetler yapmıştır,
➢ Devam eden yargılama süreçleri olmuştur,
➢ Noterlerde ve resmi makamlarda işlemler takip etmiştir,
➢ A9 TV haricinde pek çok televizyon programına katılmıştır,
➢ Gazeteci, sanatçı, bilim insanı, aktivistler gibi pek çok kişiyle görüşmüştür,
➢ Yüzlerce kişinin katıldığı organizasyonlarda bulunmuştur.
Adnan Oktar hayatı boyunca, kamuoyunun gözü önünde olan, günlük hayatını dolu dolu yaşayan bir insandır. Kendisini uzaktan yakından tanıyan, muhatap olan kişilerin hiçbirisi onun akıl sağlığı hakkında en küçük bir şüphe dahi duymamıştır. Aksine, herkes kendisinin şuuru son derece açık, dikkati keskin, aklı, zekası, algılama hızı ve kavrama yeteneği normalin çok üzerinde bir kişi olduğu hakkında hemfikirdir.
Hepsinin ötesinde, 45-50 YAŞ SONRASINDA KUMPASÇILARIN İDDİA ETTİĞİ TÜRDEN BİR PSİKİYATRİK HASTALIĞIN GELİŞMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI DA TIBBEN BİLİNEN BİR GERÇEKTİR.
Mevcut art niyetli, karanlık girişimler, 40 yıldır belirli dönemlerde ısıtılıp gündeme taşınan sözde "akli yetersizlik" iftiraları, Adnan Oktar’ın varlığından büyük rahatsızlık duyan bir takım kirli ve derin odakların kendisini pasifize etmek, eziyet vermek, zararlandırmak ve itibar suikastı yapmak amacıyla kalkıştıkları ucuz oyunlardır. Aynı oyun geçmişte de denenmiş ve başarısız olmuştur. Şimdi de tarihin tekerrür edeceğine ve yapılmak istenen komplonun başarısız olacağına, Devletimizin kumpasçılara gereken dersi kanunla ve hukukla vereceğine olan inancımız tamdır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.