168 kişinin sorgusuz, sualsiz ve gerekçesiz, tümüyle hukuksuz bir biçimde tutuklandığı bu davada, doğal hakim ilkesine aykırı şekilde ÖZEL BİR MAHKEME HEYETİ BELİRLENMİŞTİR. Bu heyet, yargılamanın hemen öncesinde BU DAVA İÇİN GÖREVE GETİRİLMİŞ ve yargılamayı yaklaşık bine yakın hukuksuzluk ve usulsüzlük işleyerek sonlandırdıktan sonra ALELACELE DAĞITILMIŞTIR.
Söz konusu mahkeme heyeti,
✘ SAVUNMALARI KESİP DURDURARAK,
✘ TEK BİR SANIK SAVUNMASINI DAHİ GEREKÇELİ KARARA KOYMAYARAK,
✘ Tek bir bilirkişi raporunu, hukuki mütalaayı, uzman görüşünü dahi GEREKÇELİ KARARA KOYMAYARAK,
✘ Savunma tanıklarının BİR TANESİNİ BİLE DİNLEMEYEREK, mahkemeye gelen tanıkların bile DİNLENMESİNİ REDDEDEREK,
✘ Davayla alakalı alakasız HER ŞİKAYETÇİYE KATILAN SIFATI VEREREK,
✘ AÇIK, ALENİ AYRIMCILIK VE TARAFGİRLİK göstererek ve bundan hiç çekinmeyerek,
✘ BASINA ŞOV YAPARAK, duruşmalarda husumetli müştekilerin yargılananlara yönelik en galiz hakaretleri defalarca sarf etmelerine dahi müdahale etmeden sonuna kadar konuşmalarına izin vererek, suç iddialarıyla hiçbir ilgisi olmayan özel hayatın mahremiyetiyle ilgili ve karalama içerikli gerçek dışı iftira senaryolarının anlatımlarını uzun uzun kesmeden yaptırtarak basına çarpık, gerçek dışı hikayelerden oluşan magazin ve televole malzemesi sağlamayı öncelik edinmiş, görülmemiş bir yargılama stili yürüterek,
✘ Müşteki ve etkin pişmanların sorgusu sırasında BÜTÜN SANIKLARI SALONDAN ÇIKARTARAK ve dolayısıyla SANIKLARA SORU SORMA HAKKI DA VERMEYEREK,
✘ Sanık müdafilerinin TEK BİR İTİRAZINI DAHİ KABUL ETMEYEREK
ve bu örneklerin benzeri yüzlerce galiz hukuksuzluğa imza atarak aleni bir kumpas yargılaması yapmıştır.
Heyet, bunlar gibi sayısız hukuksuzluk ve usulsüzlüğü işledikten sonra sanıkların hiçbir lehe delilini dikkate almadan, tüm sanıklara topyekün, en üst sınırdan ve mevcut olan her türlü artırımı yaparak cezalar vermiş ve toplamda birçok kişi başına yaklaşık 10 bin yıl olmak üzere, toplamda onbinlerce yıllık rekor cezalara hükmetmiştir.
İlginç olan heyet, daha yargılamanın en başından belirlenmiş bir kararı uyguladığını yargılamanın hiçbir aşamasında, hiçbir şekilde gizleme ihtiyacı bile duymadan, nereden geldiği meçhul bir cesaret ve pervasızlık içinde davranmıştır.
Nitekim, her biri alanında uzman duayen hukukçuların ortak tespiti, bu davanın bir kumpas davası olduğu ve söz konusu heyetin bu davada ceza hükmü vermek için özel olarak talimatlandırılmış bir heyet olduğudur. Bu tespiti resmi olarak onaylayan en önemli delil de Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Daire'sinin bozma kararı olmuştur.
14 ay süren inceleme sonucunda, Yargıtay kararlarıyla gerekçelendirilmiş ve neredeyse tüm hukuki deliller değerlendirilerek verilmiş olan bu 400 sayfalık karar ile yerel mahkemenin verdiği karar ve ceza hükümlerinin tamamına yakını, hem esastan hem de usulden olmak üzere 711 cihetten bozulmuştur.
Yerel mahkeme kararının, yüksek mahkeme tarafından esastan bozulmasının ardından, şu anda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi yeni heyeti tarafından yeniden yargılanmaları süreci bu Eylül ayı itibariyle başlamış ve halen devam etmektedir.
Bizler, bugüne kadar yaşanan bütün hukuksuzluklardan ve ilk derece mahkemesinin kararının neredeyse tüm cihetlerden bozulmasının ardından, bu kirli oyunun bundan böyle devam etmeyeceği yönünde güzel bir zan, olumlu bir beklenti içindeydik.
Yargılamayı halen sürdüren İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi yeni heyeti, Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi'nin bozma kararında belirttiği hususların sadece çok az bir kısmını yerine getirerek inceleme ve araştırma safahatını alelacele sona erdirme ve her türlü haksızlığı ve hukuksuzluğu işleme pahasına hızla karar aşamasına gitme amacında olduğunu açıkça göstermiştir.
Mahkeme başkanı, yargılananların ifadelerini alırken ihsas-ı rey yapmaktan çekinmemiş ve davanın tarafı olduğunu açıkça göstermiştir. Bu tür ürkütücü gelişmeler, daha önce yaşadığımız tiyatronun yeniden yargılanma sürecinde de aynen hatta daha da gözü kara bir tutumla devam ettirilmekte olduğuna dair bir izlenim oluşturmuştur.
15 günlük celsenin son günü uzun uzun alınan tevsi tahkikat talepleri, günün sonunda sadece bir cümle ile TOPTAN REDDEDİLMİŞTİR. Reddedilmiş, "delil toplamaya gerek yok" denmiş ancak tutuklu sanıklar hakkında "kuvvetli suç şüphesi" gerekçe gösterilerek tutukluluğa devam kararı verilmiştir. Oysa, tevsi tahkikat taleplerinden sadece birkaçı bile kabul edilseydi, bahsedilen bu şüphe ortadan kalkmış olacaktı. Ancak, HER NEDENSE MAHKEME, ŞÜPHEYİ KALDIRACAK DELİLLERİN ORTAYA ÇIKMASINI İSTEMEMİŞTİR.
Yeni mahkeme başkanı, bir önceki yerel mahkeme sürecinden de alışkın olunduğu üzere TÜM TALEPLERİ REDDETMİŞTİR. Ardından ise apar topar savcıdan esasa dair mütalaasını istemiştir. 400 sayfalık gerekçeli kararla bildirilen yüksek mahkeme talimatlarının neredeyse hiçbirini yerine getirmemiştir.
İddia makamı, 15 günlük yargılama sırasında sanıklardan tek bir tanesinin yüzüne dahi bakmamış, savunmalarla ilgilenmemiş, defaatle ve ayrıntılı olarak sunulan sayısız lehe delilin belli ki tamamını görmezden gelmiş ve 10 saniye içinde kurduğu kısa bir cümle ile TÜM SANIKLAR HAKKINDA TUTUKLULUK DEVAMINA dair mütalaa vermiştir. Toptancı karar daha önce de olduğu gibi bir kez daha karşımızdadır ve anlaşıldığı üzere yargılama hala aynı hukuksuzluk kalıpları üzerinden ilerlemektedir.
Cumhuriyet savcısı adeta kendini aşarak, mütalaayı rekor bir hızla hazırlamıştır. Mahkeme başkanı 16 Eylül 2022 Cuma gecesi saat 23.30 civarlarında savcıdan mütalaasını istemiş, savcı ise 19 EYLÜL 2022 PAZARTESİ GÜNÜ ÖĞLEDEN SONRA SAAT 15.00-16.00 CİVARINDA MÜTALAASINI AÇIKLAMIŞTIR. Yani savcı, 72'si tutuklu 218 sanıklı, 31 sevk maddesinin bulunduğu, 400 sayfa açıklama ile 711 cihetten bozulmuş bir dava hakkında yaklaşık YARIM İŞ GÜNÜ içinde mütalaa yazmıştır. EVET BU REKORDUR. ANCAK, BİR HUKUK KATLİAMI REKORUDUR.
–Sözde– yeni esasa dair mütalaa kısaca incelendiğinde, bir önceki "esastan bozulmuş" yargılamanın mütalaasının nerdeyse tamamının BİREBİR KOPYALAMASIYLA oluşturulduğu görülmüştür. Sözünü ettiğimiz görülmemiş hız ve rahat tavırların kökeni de böylece ortaya çıkmıştır. |
ÖYLE Kİ ESKİ MÜTALAADA YER ALAN "HATALAR", UZUN SÜREDİR GEÇERLİLİĞİ KALMAMIŞ KONULAR VE OLAYLAR DAHİ HİÇ OKUNUP İNCELENMEDEN OLDUĞU GİBİ KOPYALANIP ALINARAK YENİSİNE YAPIŞTIRILMIŞTIR.
Microsoft Word işletim sisteminin bir özelliği olarak yazılan metinlerde, metnin hangi bilgisayarda, kim tarafından oluşturulduğunu görmek mümkündür. Yeni mütalaanın word dosyasını incelediğimizde ise metin yazarı olarak BİR ÖNCEKİ ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAANIN YAZARI ESKİ SAVCI SERDAR AKAN'IN İSMİNİN geçtiği görülmüştür (aşağıda) :
Ekim ayının ilk iki haftasında sanıklar, 4 sene boyunca defalarca açıklamasını yaptıkları, delillerini getirdikleri, BAM 1. Ceza Dairesi'nin de haklı bulduğu savunmalarını yapmak üzere yeniden mahkeme karşısında olacaklar. Şu ana kadar yaşadıklarından yine kurgu bir mahkeme önünde olduklarını ve "ne anlatırlarsa anlatsınlar, ne delil getirirlerse getirsinler" baştan belli olan sonucu dinleyeceklerini de tahmin etmektedirler.
✘ Savcının, yüksek mahkemenin neredeyse hiçbir talimatı yerine getirilmeden, 200 küsür sanığa ve yüzbin sayfanın üzerinde dosyaya sahip böyle dev bir davanın, yeniden yargılanmasının daha ilk 2. haftası dolar dolmaz, kendisine verilen esas hakkında mütalaayı yazma talimatını yerine getirirkenki rahatlığı,
✘ Mahkeme başkanının oyunu ve tarafını ihsas-ı reylerle bu kadar aleni açık ediyor olması, sanıkların lehine olan hemen her şeyi reddediyor olması ve yargılamayı bir an önce sonlandırmaya yönelik akıl almaz acelesi
Türk hukuk tarihine "kara leke" olarak geçecek bir yargılamanın daha ekleneceğinin en açık işaretleridir.
Derin devletin belirlediği kararları verenler, sonucunda derin devlet tarafından bir şekilde ödüllendirilmişler, vermeyenler ise cezalandırılmışlardır. Bu ödül ve ceza sisteminin ezici şiddetli baskısı, bu davanın da hemen her aşamasında karşımıza çıkmaktadır.
Mevcut mahkemenin bu telaş ve acelesinin, sene sonundaki Yargıtay seçimlerinden önce mahkemeyi sonuçlandırmak olduğuna dair birtakım şüphe ve duyumlar ortada dolaşmaktadır. Bizler ise, bu süreçte karşılaştığımız tüm anormalliklere, haksızlık ve hukuksuzluklara rağmen, bir mahkeme heyetinin sadece terfi için adaletten ve hakkaniyetten ayrılmayı göze alabileceğine inanmıyoruz.
Eğer bazı yargı mensupları, sırf Yargıtay koltuğuna oturabilmek için yüzlerce kişinin vebalini üzerine alıyor ve rahatça adalet ve hakkaniyetten uzaklaşabiliyorsa, bu durum Türk hukuk sisteminin çöküşü anlamına gelir. Böyle dehşet verici, kirli bir zihniyet devlete ve millete yönelik büyük bir hıyanettir. Gayri ahlaki yollarla, insanlara zulüm ve haksızlık yaparak, adaletin temsilcisi olarak görünüp adaletten uzaklaşarak bir koltuk kazanmak, o insanın kendisi için de olabilecek en büyük aşağılanmadır. Bağımsız ve tarafsız yargı sistemimizde derin odaklara yaranma, çıkar sağlama, terfi etme, makam, mevki kazanma ve talimata uyma amaçlı hukuki eylemlerin asla olmaması gerekir. İçinde bulunduğumuz hukuki süreci de bu tür kirli emellerin yönlendirmeyeceğine inanıyoruz. |
Devletin bekasına bu tür karanlık bir zihniyetle sahip çıkılamayacağı açıktır. Adalet gibi en hayati mekanizmalardaki suistimal, yozlaşmışlık ve çürümüşlükle, sevgi, şefkat, vicdan, merhamet ve acıma gibi en insani hislerden yoksun tavır, karar ve eylemlerle devletin baki kalması mümkün değildir. Derin devletin kirli taleplerini her türlü zulmü, ahlaksızlığı, gaddarlığı ve acımasızlığı yerine getiren sistemlerin hakim olduğu tüm ülkeler mutlaka yıkıma uğramışlardır.
Günden güne tırmanan bu adaletsizlik, toplumsal huzursuzluk ve güvensizlik atmosferi yüzünden Türkiye, Avrupa Birliği'nden uzak tutulmakta, NATO'da kalamayacak hale gelmekte, Şangay Beşlisi'ne bile dahil edilmemektedir.
Her zaman vurguladığımız şu önemli hususları konunun hassasiyetine binaen bir kez daha hatırlatmak istiyoruz:
– Adalet duygusunun yitirildiği bir ülkenin milleti güvensiz, mutsuz ve isyankar olur.
– Adalet duygusunun yitirildiği bir ülke, kendi ülkesinin vatandaşını koruyamayan ülke konumundadır; daima diğer devletler tarafından dışlanır.
– Adalet duygusunun yitirildiği bir ülkede adaletsizlik bugün birine sirayet eder, yarın ise diğerine. Sınırı yoktur.
– Böyle bir ülke ne bilimde, ne sanatta, ne teknolojide ilerleyebilir. Kendi vatandaşının bile güvenini kaybettiği bir ülkeye hiçbir yabancı ülke yatırım yapmaz.
– Kendi vatandaşı için adalet sağlayamayan bir ülkeyi hiçbir uluslararası birlik karar merciine taşımaz.
– Milletinin desteğini almayan devletlerin ise çöküşü kaçınılmazdır.
– Buna adaletin temsilcisi bir kısım kişilerin önayak olmalarını izlemek, sarsıcı bir durumdur; bunun olmaması gerekir.
Bir avuç masum insanı tutuklayarak kamuoyuna gösteriş yapmak, masum genç kadınları haksız ve hukuksuz olarak yıllarca hapislere tutmak bir BAŞARI, KAHRAMANLIK YA DA YİĞİTLİK DEĞİLDİR.
Bu kirli, çirkin ve alçak derin devlet oyununa alet olarak herkesin gözleri önünde ısrarla sürdürmeye çalışmak devletimize, milletimize hiçbir şey kazandırmadığı gibi, aksine en büyük ve sinsi zararı vermektedir.
Zira, sözünü ettiğimiz hukuku ayaklar altına alan karar ve uygulamalar, kumpas davaları, zulüm amaçlı polis operasyonları, haksız tutuklamalar ve uzun tutukluluk süreleri, derin devlet talimatlı savcılar ve hakimler, vb. garabetler nedeniyle ülkemiz bugün uluslararası toplum gözünde kendi vatandaşına her türlü haksızlığı, adaletsizliği pervasızca ve acımasızca yapan bir ülke görünümündedir.
Tüm bu sebeplerden ötürü, insanlar artık kendi vatanlarında yaşayamayacak hale gelmişlerdir. En kalifiye, eğitimli, vasıflı, kaliteli insanlar göz göre göre güzel vatanımızı terk etmektedir.
ABD'LİLER, FRANSIZLAR, İNGİLİZLER, ALMANLAR EGE SAHİLLERİNDE EN LÜKS OTELLERDE EN GÜZEL İMKANLARDAN, ORTAMLARDAN FAYDALANIP ZEVK VE SEFA İÇİNDE EĞLENİRKEN, ONLARA HER TÜRLÜ AYRICALIK SAĞLANIRKEN, KENDİ ÜLKEMİZİN PIRIL PIRIL GENÇLERİ ONLARA GARSONLUK, KOMİLİK YAPARAK HİZMET ETMEKTEDİR. FRANSIZ, İNGİLİZ VATANDAŞLARI BU ÜLKEDE KRALLAR GİBİ AĞIRLANIRKEN, ÜLKEMİZİN GENÇLERİ HAPİSHANELERE DOLDURULMAKTADIR.
ABD'den, İngiltere'den bahsederken titrek, saygılı bir üslupla konuşanlar, kendi vatandaşlarımıza karşı müthiş saygısız, pervasız, acımasız ve saldırgan davranabilmektedir. Karşısında güç gören şahsiyetsizler, o güce yaranmak, ondan nemalanmak için her türlü yalakalığı yaparken, kendi vatandaşını gözünü kırpmadan harcayabilmektedir.
Yargı sistemimizdeki günden güne tırmanan haksız, hukuksuz, adaletsiz, zalimane uygulamalar da bu kirli, bencil, çıkarcı, kendinden olmayanı, kendi çıkarına hizmet etmeyeni, kendisini ifşa edeni yok etme üzerine kurulu derin devlet zihniyetinin bir yansımasıdır.
Şu an gelinen noktada hukukun ve kendimizi savunma hakkımızın gereği olarak yaptığımız savunmalar, hukuki talepler, sunduğumuz somut ve gerçek hukuki deliller, belgeler, tanıklar, uzman bilirkişi raporları, vb. 4 seneden bu yana mahkeme heyetleri ve savcılar tarafından hiçbir şekilde dikkate alınmamakta, alenen görmezden gelinmekte, pratikte yok hükmünde muamele görüp boşa gitmektedir. Ne acıdır ki demokratik bir hukuk devleti olan Türkiyemizde, adalet sisteminin gözümüzün önünde katledildiğini an ve an izlemekteyiz.
Adnan Oktar Davası'nda sergilenen bu açık oyun artık sadece yargılananların, yakınlarının ve müdafilerinin değil, tüm Türkiye'nin gözleri önüne serilmiş bir gerçektir. Bozulmuş bir karar, yüksek mahkemenin tüm hukuki değerlendirmeleri, her türlü savunma delili, belgesi, raporu, tanığı, vs. görmezden gelinerek tekrar önümüze konulacak gibi görünmektedir.
Bunun sonucunda, bu oyuna dahil olan kişiler ödüllendirilecek olsa da, bunun ülkeye nasıl büyük yıkımlar, korkular getireceği düşünülmemektedir. Ülkemizde aleni şekilde yaşanmakta olan bu hukuksuzluk atmosferinin geldiği vahim aşamayı bu vesileyle bir kez daha buradan hatırlatmak istiyoruz.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.