Arkadaş camiamıza yaklaşık 4 yıl önce düzenlenen operasyondan bu yana medyada, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında, Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir karalama kampanyası yürütüldü. Hem sağ hem de sol camiadan birçok gazeteci, yazar, yorumcu adeta tek bir yerden düğmeye basılmış gibi el birlik aynı yalanları tekrarladı.
Bazı gazeteci ve yazarlar, dosyadaki gizliliğin kalkması ve yargı sürecinin başlamasıyla birlikte, onlarca yalanla nasıl kandırıldıklarını utanç içinde görmeye başladı. Ancak bazıları ise, ya belli konumlara gelebilmek ya da kendi kompleks ve kıskançlıklarına hakim olamadıkları için Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında tek yanlı, ön yargılı, gerçek dışı haber ve yorumlar yapmaya devam ettiler.
Tüm bunların yanında, Sayın Abdurrahman Dilipak gibi bazı yazarlar da adeta takıntılı bir ruh haliyle yazılarında, konu ne olursa olsun mutlaka Sayın Adnan Oktar’ın ismini geçirmeyi, bir şekilde konuları Adnan Bey’e bağlamayı, bunu yaparken de aklın ve mantığın tüm kural ve sınırlarına karşı durmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Sayın Dilipak’ın dindar mümin kardeşleri olarak kendisine hazırladığımız cevaplarda, yazılarındaki gerçek dışı iddiaların geçersizliğini delilleriyle çok defa anlattık. Doğru olmadığını bile bile yazdığı yazılarla Kuran’ın ve sünnetin hükümlerine uygun hareket etmediğini ayetlerle ve hadislerle defalarca açıkladık.
Aynı şekilde, Yeni Akit gazete ve televizyonu sahipleri, yöneticileri ve çalışanlarına da sık sık çağrılarda bulunarak, Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, adil, güzel sözlü ve dürüst bir üslup ve tutumla yayıncılık yapmalarını, sert, kavgacı, iftirayı destekleyen, yalanı yayan, kibirli izlenimi veren, insanları İslam’dan uzaklaştıran bir üslubunun vebali olduğunu hatırlattık.
Bütün bunlara rağmen, ne iki günde bir her yazısında olur olmaz her konuda Sayın Adnan Oktar’ın ismini geçirerek kendisini hedef almayı adet edinen Abdurrahman Dilipak ne de Yeni Akit’teki kardeşlerimiz Kuran’a uygun olmayan kavgacı, sert, katı, sevgisiz üsluplarından vazgeçmediler.
Kanaatimizce Sayın Dilipak’ın bu saplantılı ısrarcılığının temelinde, Sayın Adnan Oktar’ın Z kuşağı dahil gençlere ve modern aydın kesime ulaşabilmesi, her düşünceden ve inançtan insan tarafından sevilmesi, dünyanın dört bir yanında eserlerinin takip edilmesi, fikirlerinin kabul görmesi, daha da önemlisi yüzbinlerce insanın hidayetine vesile olması bulunmaktadır. Normalde her müminin sevinç duyacağı ve takdir edeceği bu fayda ve güzelliklerin Sayın Dilipak’ta gereksiz bir gerginlik ve rahatsızlığa sebep olduğuna dair çok bariz bir görünüm oluşmaktadır. "Hipnoz yaparak gençleri etki altına alabildiğini" öne süren Sayın Dilipak’ın -her ne kadar makul bir yöntem olmasa da- gençlere ulaşmaya çalışması güzel bir idealdir. Modern ve aydın kesimle bağlantı halinde olmak istemesi de yanlış değildir. Onlara dini anlatmak, dine ısındırmak için diyalog kurmak istemesi takdir edilebilir. Ancak, kendisi bunları yapmaya çalışırken, sırf kendisinden daha geniş bir kesime ulaşabiliyor ve kıyaslanamayacak derecede daha fazla etkili olabiliyor diye Sayın Adnan Oktar'a yönelik takıntılı bir husumet ve kıskançlık psikolojisi içinde olması makul bir tavır değildir. Sayın Dilipak’ın Müslüman camiaya karşı kendisini : ➤ Kimsenin bilmediği gizemli konuları bilen, ➤ Müslümanlara gizli tehlikeleri gösteren, ➤ Önemli sırlara, her olayın perde arkasına vakıf, ➤ İstihbaratla iç içe, ➤ Herkesten farklı ve sıra dışı, ➤ Zeka küpü biriymiş gibi gösterme çabaları da, diğer yandan modern kesime vermeye çalıştığı “aydın ve farklı Müslüman” imajı da aslında ne Müslüman camiada ne de modern kesimde hiçbir etki uyandırmayan, önemsenmeyen, gülüp geçilen girişimlerdir. Dikkat çekmek için zaman zaman çeşitli komplo teorilerini gündeme taşıyan, kimsenin anlamadığı gizemli açıklamalar yapan, bir gün afyonun serbest bırakılmasını savunan, ertesi gün Abdullah Öcalan’a "aileden biri" diyen, farklı farklı girişimlerle esrarengiz bir hava oluşturmaya gayret eden Dilipak, tüm bu yoğun çabalarına rağmen her iki kesimde de umduğu ilgi ve karşılığı bulamamaktadır. VE ANLAŞILAN ODUR Kİ BUNCA GAYRETE RAĞMEN KİMSE TARAFINDAN BİR TÜRLÜ KALE ALINMAMANIN OLUŞTURDUĞU PSİKOLOJİK GERİLİM, HERKES TARAFINDAN ÇOK SEVİLEN ADNAN OKTAR’I HEDEF ALMA ŞEKLİNDE DIŞA VURMAKTADIR. Hiçbir suç işlemediğini bildiği halde, Sayın Adnan Oktar’ın tutuklanmasından ve görülmemiş haksızlık ve hukuksuzluklara maruz kalmasından garip bir zevk duyuyor izlenimini vermektedir. Böyle anormal ve anlamsız bir psikoloji içinde, tertemiz müminlerin, dindar vatansever genç hanımların ve delikanlıların cezaevinin küflü koğuşlarına kapatılmalarına, 36 anne babanın bu süreçte hayatını kaybetmesine, evlatlarının tutuklu oldukları için ailelerinin cenazesine bile katılamamasına neredeyse sevinmektedir. Sırf kendince rakibi olarak gördüğü Adnan Oktar özgürlüğüne kavuşmasın diye akıl almaz bir hukuksuzluğu, vicdansızlığı ve dev bir yalanı desteklemektedir. |
Bizzat kendisinin hayat hikayesini anlatırken “özenle ve önemle” vurguladığı detaylarla kendisine derin ve önemli insan imajı vermek isteyen Sayın Dilipak aslında tüm bu yönleriyle oldukça da ilginç bir insandır.
1991’de Dilipak, Ali Bulaç ve Altan Tan, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bir rapor hazırlayıp sunmuşlardır. Bu raporda, YEREL YÖNETİMLERİN GÜÇLENMESİ GEREKTİĞİ, MERKEZİ DEVLETİN KÜÇÜLMESİ GEREKTİĞİ VE ÖZERKLİK SAVUNULMAKTADIR. Söz konusu raporda göze batan hususlardan biri de, PKK İÇİN BÖLÜCÜ, TERÖRİST, AYRILIKÇI GİBİ SÖZCÜKLERİN KULLANILMAMASI GEREKTİĞİNİ savunuyor olmalarıdır.
Abdurrahman Dilipak 80’e kadar Tarık Behlül kod adını kullandığını bir konuşmasında kendisi açıklamıştır. Bunu anlatırken, “O zamana kadar sol gruplarla çok içli dışlıydım” ifadesini kullanmıştır.
Hatta bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Marksist kesimlerle ve diğer ideolojik gruplarla bir diyalog zemini aradım ve o zemini yakaladım... Benim diyalog geçmişim de o döneme ilişkin.”
Bu konuyu ise şöyle açıklamaktadır: “PKK’LI ÇEVRESİNDEN, BDP’li arkadaşlarım da var, onlarla da konuşuyorum.... YANİ İLİŞKİLERİM BİRİLERİNİN SANDIĞINDAN ÇOK DAHA KARMAŞIK ÇÜNKÜ TEK BİR KARAKTER GÖSTERMİYOR.”
Dilipak’ın kendi anlatımından: “BEN, HER İKİSİYLE DE (DEV YOL DEV SOL) HER HAFTA GÖRÜŞÜYORDUM ama her ikisi de birbirini İslamcılarla iş birliği yapmakla suçluyordu. Nuri Çolakoğlu’yla ben O ZAMAN DOĞU PERİNÇEK’LE DE GÖRÜŞÜYORDUM. Ecevit’le de konuşuyorum yani Ecevit’in dergisinde isimsiz olarak ben yazılar da yazıyorum.”
Dilipak’ın kendi anlatımından: “12 Eylülün içinden de bu şekilde geçtim, Konya mitinginde vardım... O süreçte, Konya’daydım, o tertip heyetinin bütün hazırlık aşamalarında vardım. Dolayısıyla, 12 Eylülün içinden de geçtim.”
Dilipak’ın Meclis komisyonunda verdiği ifadede yer alan diğer bilgilere göre de; 28 Şubat döneminde sık sık GenelKurmay’a gidiyor. Milli Güvenlik Akademisine, Harp Okulları'na gidiyor, eğitimleri görüyor. Helikopterle özel olarak Güneydoğu’ya götürülüyor. Güneydoğu ile ilgili gözlemlerini GenelKurmay’a anlatması isteniyor. 28 Şubat post modern darbe girişimine zemin hazırlayan, Sincan’da tankların sokağa çıkmasıyla neticelenen meşhur Kudüs gecesini organize edenlerden biri de kendisi. Ama kendisi geceye katılmıyor.
Meclis komisyonuna verdiği ifadede dikkat çekici bir beyanı da şöyle: “Bir emekli general, bir iş adamı falan var beraber buluşmamızda… Başaramadım kendimi tutuklatmayı hem 12 Mart'ta varım, 12 Eylül'ün içinde varım, 28 Şubat'ta ve ben hiç içeri girmedim.”
Bütün bunların ötesinde Sayın Dilipak’ın zihinlere kazınan meşhur ifadesi ise “ÖCALAN DA AİLEDEN BİRİ” sözleri olmuştur. Daha sonra bu sözünü “Öcalan MİT elemanı” konulu bir yazısında, “Bir ara 'Abdullah Öcalan aileden biri' dedim diye bana demediğini bırakmadılar. O derin aileden, derin devletin bir elemanı demek istemiştim aslında” diye açıklayan Sayın Dilipak'ın tüm bu anlatım ve ifadelerinin altında yatan psikoloji, kendisini her devirde "önemli işlerin adamı" gibi gösterebilme çabasından başka bir şey değildir.
Ancak Abdurrahman Dilipak,
tüm yaratılmışlar gibi kendisi de aciz ve muhtaç bir varlıktır. Ve tüm yaratılmışlar gibi ancak Allah’ın dilediği kadar tanınacak, Allah’ın dilediği kadar sevilecek, Allah’ın dilediği kadar itibar görecektir.
Bu sebeple Sayın Dilipak’ın için için hayalini kurduğu ve ve büyük gayret gösterdiği konuma ulaşması, kendisine hayali düşmanlar belirleyip, takıntılı bir şekilde onları ekarte etmeye çalışmakla değil ancak ve sadece Allah’ın istediği ahlakı samimiyetle yaşamakla mümkün olacaktır.
Mümin kardeşleri olarak temennimiz, kendisinin iyi niyetle ve belki de yanlış veya noksan düşünmekten kaynaklanan bu tutumunun bir an önce değişmesi, Kuran’a uygun olarak adaletten ve vicdandan yana tavır göstermesidir.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.